AZZE VE CELLE...
  Edebiyat Notları
 

EDEBİYAT NOTLARI

Edebiyat (Yazın):

Duygu, düşünce ve hayallerin bilgi, gözlem ve tecrübelere dayalı olarak güzel ve etkili bir şekilde yazılı ya da sözlü anlatılması sanatıdır.

İnsanın özlemleri, düşünceleri, istekleri veya duyguları edebiyatın konusu olabilir. Kısaca edebiyatın konusu insandır. Edebiyattaki konular bir bakıma ham maddedir. Bu ham maddenin ele alınıp işlenmesinde kullanılan üslup(biçim), tür, hedefler edebiyatın muhtevasını oluşturur.

Muhteva ( öz, içerik) :

Edebiyat, yüzyıllardan bu güne kadar her dönemin toplumsal ve kültürel özelliklerine paralel dünyayı, insanlığı, insan değerlerini ele almış ve anlatmıştır. İnsanı, tabiatı ve kendisine konu olan bütün unsurları insanca ve insana göre anlatması edebiyatın yöntemini (metodunu) oluşturur.

 

Edebî Eser: Okuyucunun duygu, düşünce ve hayallerini, zevklerini, eğilimlerini, heyecanlarını estetik bir yapı içinde harekete geçiren edebiyat ürünlerine edebî eser denir.

 

Edebî Eserin Özellikleri:

a- Güzel bir üslŭpla meydana gelmiştir.

b- İnsanda güzel duygular, zevkler ve hayaller uyandırır.

c- Belli bir zaman içinde, belli bir okuyucu kesiminin zevk ve eğilimlerine hitap eder.

d- Öncelikle ait olduğu toplumun ve meydana getirdiği dönemin sosyal ve kültürel yapısını yansıtır 

 

Edebiyat Tarihi ve Önemi:

Edebiyat tarihi bir milletin çağlar boyunca yansıttığı edebî eserlerin ve onları meydana getiren şahsiyetlerin, bilimsel araştırmalara dayanarak tarihsel gelişim ve değişimleri ile inceleyen bilim dalıdır. Edebiyat tarihi, çeşitli devletlerdeki sanat ve edebiyat anlayışının ve bu husustaki görüşlerin metotlu bir şekilde incelenmesini sağlar.

 

Dil Kültür ve Edebiyat İlişkisi:

Edebiyat dile dayanır. Bir şiirde, öyküde de, romanda, tiyatroda bize heyecan veren kafamızın içinde bir dünya yaratan hayaller ve tasvirler varlığını dile borçludur. Müzikte ses, resimde boya, mimaride taş ne ise edebiyatta da dil odur.

 

Edebiyatın Faydalandığı Diğer Dallar:

Bilindiği gibi edebiyatın malzemesi dildir. Dili araç olarak kullanan edebiyata diğer bilimlerin, felsefenin, psikolojinin, sosyolojinin ve  diğer sanatların yakından ilişkisi vardır.

Edebiyat araştırmalarında özellikle tarih biliminin ilkeleri temel alınır. Edebiyat insanı ele aldığına göre, insanın ruhsal yönünü inceleyen psikoloji ve toplumun sosyal yönünü inceleyen sosyoloji ile adeta iç içe sayılır.

TÜRK EDEBİYATI’NIN DEVİRLERİ

 

 

 

1.İslamiyet Öncesi Türk Edb.                2.İslamiyet Devri Türk Edb.            3.Batı Etkisinde Gelişen Türk Edb.

                                                                                                          - Tanzimat Edb                                                                                                                              - Servet-i Fünün Dön.

Sözlü Edb.         Yazılı Edb.                Halk Edb.                        - Divan Edb.              (Edebiyat-ı Cedide)

-Sagular         -Orhun Yazıtları       -Anonim Halk Edb                                           - Fecr-i Ati Dön.                                                                                                            -Koşuklar                                 -Dini (tasavvufi) Halk Edb.                            - Milli Edb. Akımı  

-Savlar                                    -Aşık Tarzı (din dışı) Halk edb.                      - Cumhuriyet Dön.   

-Destanlar                                                                                                       (Son Dönem T. Edb.)

                                                                                                      1.1940 Yılına Kadar

                                                                                                      2. 1940 Sonrası T.E.     

 

1. Başlangıçtan 11. yüzyıla kadar sürer.

2. 11.yüzyıldan 19. yüzyılın ortalarına kadar sürer.

3. 19. yüzyılın ortalarından günümüze kadar süren edebiyattır.

 

 

1.SÖZLÜ EDEBİYAT

Yazının kullanılmadığı dönemlerden süregelen edebiyattır. Bu coşkun veriler “Şaman, Kam, Baksı, Ozan” adı verilen kişilerce “kopuz” eşliğinde üretilir. Ozanların dinsel önderlik, hastalıkları iyileştirme, ruhları yönlendirme gibi görevleri de vardır.

Türkler av törenlerini “sığır”, genel eğlenceleri “şölen”, yas törenlerini “yuğ” lar düzenleyerek, bunlara uygun ürünler üretirlerdi.

SAGU: İslamiyet’ten  önceki devirde “yuğ” adı verilen ölüm törenlerinde, ölen yiğitlerin arkasın-dan söylenen, onların üstünlüklerini, yaptıkları faydalı işleri dile getiren eserlerdir. Halk edebiyatında ağıt, divan edebiyatında mersiye adını almıştır.

KOŞUK: Türk edebiyatının İslamiyet’ten önceki sözlü ürünüdür. Eski Türk şiirinde tabiat, aşk, yiğitlik, savaş gibi konuları işleyen manzumelerdir. Hece ölçüsü ile yazılır. Kafiye düzeni vardır. Nazım birimi dörtlüktür. İçerik bakımından zengin olup genelde o dönemin göçebe hayatından esintiler vardır. Bunlar da diğer edebiyat ürünleri gibi anonimdirler.

SAVLAR: Günümüzdeki karşılığı atasözüdür. İslamiyet öncesinin sözlü edebiyat ürünlerindendir. Anonimdirler. Savlar; kalıplaşmış kısa ve özlü sözlerdir. Az kelime ile çok şey anlatılır. Savlar; çeşitli toplumsal olayları, töreleri, deneyimleri, inanışları kısaca hayatın felsefesini yansıtırlar. Uzun zaman içerisinde meydana gelen eserlerdir.

DESTANLAR: Toplumların savaş, kahramanlık, doğal afetler, göç gibi önemli olaylarını konu alan uzun manzumelerdir. Destanlarda olağan ve olağanüstü olaylar hikâye edilir. Toplum hayatını yakından ilgilendiren birtakım önemli gelişmeler halkın hayal gücü ile zenginleşerek ve genişleyerek ağızdan ağza dolaşarak nesilden nesle aktarılır. Bir süre sonra ilk söyleyenleri unutulur ve halkın ortak malı haline gelir.

Türk milletinin diğer milletlerde olduğu gibi derlenmiş, yazıya geçirilmiş baştan sona bir bütün olan destanı yoktur. En azından elimizdeki belgelerden bunu söyleyebilmek mümkün değildir. Ancak Türklerin eski devirlerde tam bir destan hayatı yaşadığını ve bu devirlere ait birçok destanı bulunduğunu biliyoruz.

Destanların Oluşması  -   Destanlar üç dönemde oluşur:

1. Oluş Dönemi: Destanın meydana gelmesi için halkta derin iz bırakmış olaylar ve bu olayları yaratan kahramanların olması gerekir. Zamanla kuşaktan kuşağa aktarılan olaylar değişikliğe uğrar, olağanüstü özellikler kazanır.

2. Yayılma Dönemi: Halk, destan konusu olayları ağızdan ağza, nesilden nesle aktarır.

3. Toplama-Derleme Dönemi: Büyük bir halk şairi çıkarak olayları nazma döker ve bir sıraya koyar. Böylece millî bir destan ortaya çıkar.

 

DESTAN ÇEŞİTLERİ

1. Doğal Destan: Halkın meydana getirdiği destanlardır. Oğuz Kağan Destanı, Firdevsî’nin

    Şehnamesi, Homeros’un İlyada ve Odysseia’sı doğal destandır.

2. Yapma Destan: Bazı şair ve yazarlar, kendi milletlerinin tarihinden çıkmış olaylara kendi duygu ve düşüncelerini de katarak destanlaştırırlar. Nazım Hikmet’in Kurtuluş Savaşı Destanı, Yazıcıoğlu’nun (XV. yy.) Selçukname’si, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Üç Şehitler Destanı, Yedi Memetler Destanı, İnönüler; Ceyhun Atuf Kansu’nun – Sakarya Meydan Savaşı... yapma destanlardır.

 

TÜRK DESTANLARI

A. İslamiyet Öncesi Türk Destanları                               B. İslamiyet Sonrası Türk Destanları

1- Yaratılış Destanı                                                    1. Manas Destanı

2-Saka Türkleri Destanı                                                        2. Cengiz Han Destanı

   a.Alp Er Tunga Destanı      b.Şu Destanı                     3. Timur Destanı

3-Hun – Oğuz Destanları                                             4. Seyyit Battal Gazi Destanı        

  a.Oğuz Kağan Destanı                 b.Atilla Destanı                 5. Danişment Gazi Destanı

4-Göktürkler Destanı                                                 6. Köroğlu Destanı

   a.Bozkurt Destanı            b.Ergenekon Destanı         

5-Siyenpi Destanları

6- Uygur Türkleri Destanları

   a.Türeyiş Destanı             b.Mani Dininin Kabulü Destanı         

   c. Göç Destanı

 

 

SAKA TÜRKLERİ

ALPER TUNGA DESTANI: Türk İran savaşlarını anlatır. Ko­nusu Saka hükümdarı olduğu sanılan Alper Tunga ve ile İranlıların savaşlarını konu alır.

ŞU DESTANI: Destan kahramanı Şu ile Makedonya kralı İsken­der'in savaşlarını anlatır. Eserle ilgili bilgiler Divan ü Lügat’it Türk’e dayanır.

HUN TÜRKLERİ

OĞUZ KAĞAN DESTANI: Hun hükümdarı Mete'nin yaşamını, Hun İmparatorluğu’nun kuruluşunu anlatır. Destanın bütünü bulunamamıştır.

GÖKTÜRK DESTANLARI

BOZKURT DESTANI: Bir savaşta yok edilen Türk­lerden geriye kalan yaralı bir askerle dişi bir kurttan Türklerin türeyişini anlatır.

ERGENEKON DESTANI: Türklerin dağlarda çoğalıp demir bir dağı eriterek çıkmalarını anlatır. Türklerin ma­deni işlediklerini vurgulaması bakımından önemlidir.

UYGUR TÜRKLERİ

GÖÇ DESTANI: Destanda, Uygurların Çin'in Kansu eyaletinden Doğu Türkeli'ne göçleri anlatır. Beş Balığ kentinin kuruluşu, toprağa verilen önem vurgulanır.

TÜREYİŞ DESTANI: Kızlarının sıradan bir evlilik yapmalarını is­temeyen bir Türk hakanının serüvenlerini anlatır. Hakan, kızlarını yüksek bir kuleye yerleştirir. Kızların göksel bir kurtla ilişkilerinden Dokuz Oğuz, On Uygur boyları türer.

 

DÜNYA DESTANLARI

1- Gılgamış Destanı: Bilinen en eski destanlardan biridir. Tahminen M.Ö.3 veya 4. y.y. da oluşmuş bir

    Hitit destanı olduğu sanılmaktadır.

2- Ramayana Destanı: Bir Hint destanıdır. 24000 kıtadan oluşmuştur. Hint kahramanı Rama’nın hayatını

     anlatır.

3- Şehname Destanı: İran milli destanıdır.Firdevsi tarafından kaleme alınmıştır. Konu İran tarihidir.

4- İlyada ve Odiesse Destanı: Eski Yunan destanlarıdır. Troya Savaşı’nı ve sonrasını anlatır. Homeros’un

     eseridir. Oluşumdan uzun bir süre sonra derlenmiştir.

5- Kalevela Destanı: Finlilerin milli destanıdır. Lönnrot tarafından kaleme alınmıştır. Uygar

    toplumlarda, yaşayan destan parçalarından derleniştir.

 

Not: Bu arada Almanlara ait Nibelungen (oluşum döneminde derlenip yazıya geçirilmiştir.) ve Gunrud destanları, Fransızlara ait Chanson De Roland, Henri Ade (Voltaire, yapma), İtalyanlara ait Çılgın Orlando (Aristo, yapma), Kurtarılmış Kudüs (T. Tasso, yapma), Latin edebiyatı Xeneis (Viriilius, yapma), İngilizlerin Kaybolmuş Cennet (Milton, yapma) Rusların İgor, Japonları Şinto destanları da vardır.

 

YAZILI EDEBİYAT

Türklerde, sözlü edebiyat gibi yazılı edebiyatın da kesin olarak ne zaman başladığı bilinmemektedir. Elimizdeki en eski yazılı belgeler Yenisey Yazıtları ve 8. yüzyılda Göktürk Abideleri (Orhun Yazıtları)’dır.Bu abideler Türklerde yazılı edebiyatın başlangıcı sayılır. Halen Kazakistan topraklarında bulunan Orhun Yazıtları üç ayrı dikili taştır. Bunlardan birincisi Bilge Kağan tarafından  732 yılında kardeşi Kül Tigin adına diktirilmiştir. İkinci yazıt 735 yılında Bilge Kağan adına oğlu tarafından diktirilmiştir. Üçüncü yazıt Vezir Tonyukuk adına 720-725 yıllarında diktirilmiştir.

Anıtlar 18. yüzyıl ortalarında bulunmuş, pek çok ça­lışmalara konu olmuştur. 1893'te Danimarkalı bilgin Thomsen tarafından okunmuştur. Anıtlar dil ve edebiyat tarih için ne denli önemliyse tarih, sosyoloji, etnografya… için de o denli önemlidir.

 

TÜRKLERİN KULLANDIĞI ALFABELER

Göktürk Alfabesi: İlk ulusal alfabedir. Sağdan sola, yukarıdan aşağıya yazılır. Otuz sekiz harflidir. Yirmi altı sessiz, dört sesli, sekiz birleşik harften oluşur. Oldukça kullanışlıdır.

Uygur Alfabesi: IX. yüzyıldan sonra kullanılır. On biri sessiz, üçü sesli on harften oluşur. Daha çok dinsel metinlerin yazımında kullanılmıştır.

Arap Alfabesi: İslamiyet’in benimsenmesinden sonra kullanılmaya başlanmıştır.

Latin Alfabesi: Cumhuriyetle birlikte Arap alfabesi­nin yerini alır.

 

 

TÜRK LEHÇELERİ

Göktürklerin Uygur egemenliğini tanımalarıyla Gök­türkçe Uygurca’ya dönüşür (XI yy.). Türkler İslamiyet’i benimseyerek yeni bir kültür alanına girerler. Bu değişim sonucu Türkçe doğu ve Batı lehçelerine ayrılır.

DOĞU LEHÇESİ: İlk Müslüman Türk devleti Kara­hanlıların lehçesine HAKANİYE denilir. İlk İslamî ürünler bu lehçeyle verilir. XIV. yy.dan sonra Çağatayca adını alır.

BATI LEHÇESİ: Oğuzlar, XI. yüzyılda Doğu Anado­lu’da Selçuklu Devletini kurarlar. Oğuzca Anadolu, İran, Azerbaycan'a yayılır. İlk Oğuzca ürünlere XIII. yüzyılda rastlanılır. Osmanlı egemenliğinin başlamasıyla Oğuzca, Anadolu ve Azeri lehçelerine ayrılır. Anadolu Türkçesi Halk, Divan edebiyatı olmak üzere iki koldan eserler verir.

 

İSLÂMÎ DEVİR TÜRK EDEBİYATI

1.GEÇİŞ DÖNEMİ

a.Türk Kültürü ve İslâmiyet Arasındaki İlişkiler

Türkler, Müslüman olmadan önce de yüksek bir kültür seviyesine ulaşmışlardı. Şehirde yaşayanların sayısı azdı. Genellikle göçebe bir hayat yaşıyorlardı. İnsanlar arasındaki ilişkinin temeli sevgi ve saygıya dayanıyor ve geleneğe bağlı olarak sürüyordu.

İslamiyet’ten önce Türkler arasında Budizm ve Maniheizm yaygınlaşmaya başlamıştı.

751 yılında Çinlilerle Müslümanlar arasında geçen Talas Savaşı’nda Türkler, Müslümanların tarafını tuttu ve savaşı Müslümanlar kazandı.

920’de Saltuk Buğra Hanın, Müslümanlığı kabul etmesiyle Karahanlıların tümü Müslüman oldu ve böylece ilk Müslüman Türk devleti kuruldu.

        b.İslamiyet ve Türk edebiyatı

Türkler, İslamiyet’i kabul etmeden önce yaşadıkları hayata bağlı olarak bir edebiyat geliştirmişlerdi. Bu edebiyat yabancı etkilerden uzaktı ve bütünüyle milli özellikler göstermekteydi.

 Türkler İslamiyet’i kabul ettikten sonra Türk edebiyatında konular İslâmî bir hüviyet kazanırken aydınların oluşturduğu klasik edebiyat, İran ve Arap edebiyatlarından etkilendi.

İslamiyet ile birlikte yeni tür ve şekiller kullanıldı. İslamiyet ve tasavvuf hem klasik türde ürün veren sanatçıları hem de halk edebiyatı sanatçılarını etkiledi. “Din ve tasavvuf edebiyatı” diyebileceğimiz bir edebiyat akımı meydana geldi.

 

XI. ve XII. YÜZYIL TÜRK EDEBİYATI

GENEL ÖZELLİKLERİ

XI. yüzyılda başlayıp XIX. Yüzyılın ortalarına kadar devam eden “İslami Dönem Türk Edebiyatı” XI. ve XII. yüzyıllarda geçiş dönemi yaşamıştır.

·         İslamiyet öncesi kültür ile İslâmî kültür iç içedir.

·         Eserlerde toplum hayatını şekillendirme ve yönlendirme amacı güdülmüştür.

·         Eserlerde dinî öğretme amacı esas alınmıştır.

·         Hece ölçüsü kullanılmaya devam ederken aruz ölçüsü de kullanılmaya başlanmıştır.

·         Dile, Arap ve Fars edebiyatında kullanılan nazım şekilleri ile kelimeler de girmeye başlamıştır.

·         Nazım birimi dörtlük ve beyittir.

·         Bu yüzyılda, Klasik Türk Edebiyatı ve Türk Tasavvuf Edebiyatı ilk örneklerini vermiştir.

 

ESERLER

*KUTADGU BİLİG: Geçiş döneminin ilk eseridir. Yusuf Has Hacip tarafından yazılmıştır. “mutluluk veren bilgi” anlamına gelmektedir, mesnevi şeklinde kaleme alınmıştır. 6645 beyitten oluşur, didaktik bir eserdir, edebiyatımızın ilk mesnevisidir, aynı zamanda bir siyasetnamedir. 1069–1070'te tamamlanıp dönemin hakanına sunul­muştur. Kutadgu Bilig 'Mutluluk veren bilgi, kutlu olma bilgisi' anlamına gelir. Eski Doğu ve Hint eserlerini andı­ran bu kitap 'alegorik' olup, atasözleri, bilgece deyim­lerle süslenmiş, dört kişi arasında geçen 'diyaloglu' bir sahne oyununa benzer. Hükümdar, vezir, vezirin oğlu ve zahit dört temsilciden başka haberci, uşak, mürit gibi ikinci dereceden insanlara da rastlanır.

Yazar, bu dört kişi arasındaki ikili tartışmalarla ideal devlet ve insanın nasıl olması gerektiğini vurgulamaya çalışır. Yöneten, yönetilenlerin görevlerini belirtir. Eserde din, felsefe, eğitim–öğretim, erdemlilik, yasa, töre, dev­let, siyaset, ordu, görgü kuralları, edebiyat ve bilim gibi konular işlenir. Hem bir ahlak kitabı, hem bir siyasetname ve kapsamlı bir ansiklopedik eserdir.

Mesnevi biçiminde, aruz ölçüsüyle yazılmıştır. 58 başlık altında toplanmış 6425 beyittir. Beyit sayısı son­ra­dan eklenilenlerle 6645'i bulur; ayrıca eserde geleneksel Türk şiirinin özelliklerini yansıtan 173 dörtlük vardır.

Arapça ve Farsça sözcüklere ilk kez bu eserde rastlanır.

 

YUSUF HAS HACİP: İslami Türk Edebiyatı’nın ilk örneğini vermiştir. XI.yüzyılda yaşamıştır.Balasagun (Kırgızistan)da doğmuştur. Eserini Karahanlı hükümdarı Süleyman Arslan Karahan’a sunmuştur. Bunun üzerine Has Hacip ünvanını almıştır.

* DİVAVÜ LÜGATİ’T TÜRK: Kaşgarlı Mahmut 1072-1077 yılları arasında Araplara Türkçe’yi öğretmek  amacıyla yazmıştır. Türkçe’nin ilk derleme sözlüğü olarak bilinir. Eserde Türkçe’nin ağız ve şive özelliklerinin yanında efsanelere, destanlara, atasözlerine, tarih ve coğrafya bilgilerine de yer verilmiştir. Sözcükler alfabe sırasıyla sıralanmış, anlamlarının iyice anlaşılması için de örneklerle desteklenmiştir. Ör­nekler, bize günün Türk lehçeleri, Türkçesi konusunda önemli bilgiler verir. Eser, Türkçe sözcükleri açıklarken tarih, coğrafya, etnografya, folklor ve edebiyat konula­rında verdiği bilgiler, yaptığı açıklamalarla bir sözlükten çok bir ansiklopediyi andırır.

Türk dilinin yapısı, dilbilgisi kuralları, Türklerin ya­şamı 300'e yakın atasözü, 240 kadar şiirle (beyit, dört­lük, hik­met, seci) örneklendirilerek verilmiştir.

 

KAŞGARLI MAHMUT: Karahanlılar soyundan olan Kaşgarlı Mahmut  XI. yüzyılda yaşamıştır. Yaşamıyla ilgili geniş bir bilgi yoktur. İyi bir öğrenim gören K.M. ilk Türk bilgini sayılır.

Kaşgarlı Mahmut bütün Türk illerini dolaşarak sözcükler, dil, edebiyat ve folklor ürünlerini derlemiş ve bunları Divanü Lügati’t Türk’e aktarmıştır. Yazar eserinin sonuna Orta Asya’daki Türk yurtlarını gösteren bir harita da eklemiştir. Divanü Lügati’t Türk’te çok sayıda sav, sagu ve koşuk örnekleri vardır.

 

* ATABETÜ’L HAKAYIK: “Hakikatlerin Eşiği” anlamına gelen eser, Edip Ahmet Yükneki tarafından  XII. yüzyılın ilk yarısında yazılmış bir ahlak kitabıdır. Giriş kısmındaki ilk 40 beyit gazel tarzında yazılmıştır. Eserde 101 dörtlük vardır. Kitapta aruz ölçüsü kullanılmıştır. Kutadgu Bilig'den sonra Kaşgar diliyle yazılmış ikinci önemli eserdir. Manzumdur. Yazarı Edip Ahmet'tir. 12. yüzyılda verilen bu eserin adı 'gerçeklerin eşiği' anla­mına gelmektedir. Kişinin, islam inançları çerçevesinde terbiyesini, eğitim-öğretimini işleyen bir ahlak kitabıdır.

Giriş kaside biçiminde uyaklanmıştır. Asıl konunun anlatıldığı bölümlerse 'mani' biçiminde uyaklıdır. Eser dörtlüklerle yazılmıştır. Ölçü, hece ölçüsünü andıran aruzun özel bir kalıbıdır.

Sistemleşmiş bir görüş ve düşünceden çok, çeşitli kaynaklardan rasgele alınmış örneklerle güçlendirilmeye çalışılan sıradan konular işlenir. Dilde Arapça, Farsça’nın etkisi iyiden iyiye görülür. Bu eser propaganda amacıyla yazıldığından sanatsal üstünlük, yetkinlik amaçlanılma­mıştır.

EDİP AHMET YÜKNEKİ: XII. yüzyıl şairlerindendir. Türk töresi ile İslam görüşünü kaynaştıran şair Türkitan’da Taşkent’in güneyindeki Yugnak’ta doğmuştur. Şiirleri öğreticidir.

 

* DİVAN-I HİKMET: Dini ve tasavvufi şiirlerden meydana gelen bu eser, Hoca Ahmet Yesevi tarafından kaleme alınmıştır. Şiirlerin çoğu dörtlükler halindedir. Hece ölçüsü kullanılmıştır ve koşma tarzında kâfiyelenmiştir. Karahanlı Türkçesiyle söylenmiştir. Anadolu’daki ilahilerin ilk örneği Ahmet Yesevi’nin hikmetleridir.

Eski yaşam ve inançlarla yenileri iç içedir.

HOCA AHMED YESEVİ: XII.yüzyıl tasavvuf şairlerindendir. Türkistan’ın Sayram kasabasında doğmuştur. İlk Türk öğretisi olan Yeseviliğin kurucusudur. Kurduğu bu öğreti Asya’da ve Anadolu’da etkili olmuştur.

 

* MANAS DESTANI:  Kırgızların milli destanı olan eserin tamamı manzumdur. Dünyanın en uzun destanıdır.

 

BAKIRGAN KİTABI

Yesevi dervişlerinden Hakim Süleyman Ata'nın ese­ridir. 44 hikmetle, başka şairlerin 80 manzumesini bu­lunduran kitap, tasavvuf yolunda yazılmış önemli bir eserdir. Hakim Süleyman Ata'nın Ahır Zaman Kitabı, Hz. Meryem Kitabı’ adlı iki kitabı daha bulunmaktadır.

 

MUKADDİME’T – ÜL EDEP

Harzem Türklerinden Zemahşeri'nin ünlü eseridir. Arap dilini Türklere, İranlılara öğretmek amacıyla yazılmıştır.

 

ŞECERE ­­­– İ ENSAB

 Fahreddin Mübarekşah'ın 12. yüzyılda yazdığı, pey­gamber ve din büyüklerinin soylarını anlatan bir eserdir. En belirgin özelliği, Türkçe’nin Farsça’dan zengin olduğunu kanıtlamaya çalışmasıdır.

 

 

 

TÜRK HALK EDEBİYATI NAZIM BİÇİMLERİ

 

 


ANONİM HALK EDB.                          AŞIK TARZI HALK EDB.                DİN –TASAVVUF HALK EDB.

 

 


MANZUM            MENSUR                    1. Koşma                            MANZUM             MENSUR

1. Mâni               1. Masal                                a. Güzelleme

2. Türkü             2. Atasözü                   b. Koçaklama               1. İlâhî                         1. Fütüvvename

3. Ninni              3. Deyim                               c. Taşlama                             2. Nefes             2. Gazavatname

4. Tekerleme       4. Fıkra                                d. Ağıt                        3. Nutuk             3. Menakıbname     5. Bilmece              5. Halk Hikâyeleri      2. Destan                        4. Deme             4. Battalname

6. Destan            6. Halk Tiyatrosu       3. Semai                         5. Devriye

7. Ağıt                   (Karagöz, Meddah 4. Varsağı                        6.Şathiye

                      Orta Oyunu)

 

DİNÎ-TASAVVUFÎ HALK EDEBİYATI

Tasavvuf, Türklerin İslâmiyet’i kabulünden sonra Anadolu’da kurumlaşan bir dinî düşünce ve yaşam felsefesidir. X. Yy.dan sonra tasavvuf Anadolu’da yayılmaya başlamıştır.

XII. yy.da yaşayan Ahmet Yesevî, şiirleri ile Tasavvuf Edebiyatının öncüsü olmuştur. Ondan sonra Yunus Emre, Mevlânâ Celaleddin Rûmî, Kaygusuz Abdal, Pir Sultan Abdal ve daha birçok tasavvuf şairi yetişmiştir.

Tasavvuf şairleri inançlarını, düşüncelerini yaymak için şiiri bir araç olarak kullanmışlardır. Bu edebiyat Allah aşkı, doğruluk, dünyanın gelip geçici olduğu, ahlâki terbiye, toplum, nefse hakim olmak gibi konuları işler. Şiirler aracılığı ile sevgi ve hoşgörüye dayalı bir dünya oluşturma düşüncesi yaygındır.

İslamlığın doğuşundan bir süre sonra ortaya çıkan, kısa sürede İslâm dünyasını saran; kimilerine göre bir inanç sistemi, kimilerine göre hem inanç, hem bir yaşama biçimi olan dinsel akımdır.

Tasavvuf, 'Tanrı nedir, evren nasıl olmuştur, insan, fizikötesi gerçeklik nedir?' gibi konuları işleyen bir din fel­sefesidir. Tanrı'nın halkla, halkın Tanrı'yla ilişkilerini, bili­nebilir–bilinemez bilgileri irdeler. Yanıtlanmamış sorulara çözüm arar.

Kaynakları İslamiyet ve eski dünya kültürüdür.

 

Dinî-Tasavvufî Türk Şiirinin Diğer Özellikleri:

* Nazım şekli olarak hem klâsik Türk şiirinin nazım şekilleri hem de halk şiirinin nazım şekilleri kullanılmıştır.

* Ölçü, ağırlıklı olarak hece ölçüsüdür. Ancak aruz ölçüsü de kullanılmıştır.

* Nazım şekilleri ve türleri: İlâhî, nefes, nutuk, devriye, şathiye vb.

* Genellikle yarım uyak kullanılmıştır.

* Nazım birimi dörtlüktür.

* Dil halka hitap eden, halkın anlayabileceği bir dildir. Fakat Arapça ve Farsça kelimeler ve tasavvufun kendine özgü kavramlarına da yer verilir. Anlatım ise coşkulu, içten ve samimidir.

Tasavvuf düşünürlerine mutasavvıf denir. Mutasavvıflara göre Allah’ı bilmeden ona ulaşılamaz. Allah’ı bilmek ise önce kendini bilmekle başlar. Kendini bilen kişi ölçülüdür; yıkıcı değil yapıcıdır, hoşgörülüdür.

Yüzyıllar Boyunca Dinî-Tasavvufî Halk Edebiyatı Şairleri

13.yy. Mevlânâ Celâleddin Rumî,  Sultan Veled,  Yunus Emre, Ahmed Fakih,  Şeyyad Hamza

14.yy. Âşık Paşa, Şeyh Ahmedi Gülşehrî, Kadı Darir

15.yy.   Kaygusuz Abdal, Abdal Musa, Süleyman Çelebi, Hacı Bayram Veli, Ak Şemseddin

16.yy. Pir Sultan Abdal, Hatayî, Abdürrahim Tirsi

17, 18 ve 19.yy.da  Niyâzî-İ Mısrî, Aziz Mahmud Hudâyî, Kul Himmet, Kul Hasan, Bursalı

                 İsmail Hakkı, Erzurumlu İbrahim Hakkı

 

 

 

 

 

TASAVVUF

Tasavvuf Allah’ın birliğini esas alıp evren ve insan hakkındaki kendine özgü yorumlardan oluşan bir düşünceler sistemidir.

Tasavvuf düşüncesini benimseyip o yolda çaba sarf edenlere mutasavvıf denir. Tasavvufa göre evren tektir, birdir ve o da Allah’ın kendi güzelliğini göstermek istemesi sonucu meydana gelmiştir. Allah’ın dışında her şey sonradan meydana gelmiştir. Tasavvuf (Tek Vücut) tek varlık anlayışını temsil eder. Evrenin meydana gelmesinde (sevgi veya aşk)sebep olduğu için insanın Allah’ ulaşmasını da aşk sağlayacaktır. Bu yüzden dünya tutkularından zevklerinden kendini kurtarmalı sonsuz bir aşkla Allah’a yönelmelidir. Tasavvufla ilgili bazı önemli kavram ve terimler şunlardır:

Vahdet-i Vücut ( Tek Varlık): Tek varlık anlayışını simgeler.Varlığın bir oluşu yani tek oluşu demektir.Buna Vücut-ı Mutlak da denir. Muhyiddin Arabî'nin oluşturduğu, geliştirdiği bir gö­rüştür. Bu görüşe göre varlık tek'tir. Tek varlık, mutlak varlık (vücud–u mutlak) Tanrı'dır. Yaratanla yaratılan birdir. Tanrı, mutlak güzellik (hüsn–i mutlak), mutlak iyi­liktir (hayr–ı mutlak). Her şey karşıtıyla oluşur ve bilinir. Tanrı'nın karşıtı kötü­lük, çirkinlik, yokluktur. Bunlar mut­lak olan Tanrı'nın yokluk biçiminde anlatımıdır; geçici düş ve tasarımlardır. Her şey Tanrı'yla var, gerçekte yoktur. Hava, su, toprak, ateşle görünen evren, Tanrı'nın gö­rünmesi için vardır, geçici bir ayna gibidir. Buna adem-i mutlak (mutlak yokluk) denir.

Varlık ve yokluğun insanda birlikte bulun­ması, insanın yokluğu kaldırıp Tanrı'ya ulaşmasını zo­runlu kılar. Bunun için tarikata girmek, bir mürşide (aydınlatıcı) bağlanmak gerekir.

TECELLİ (YANSIMA, PARLAMA)

Tanrı'nın her şeyde, evrende görünmesi, belirmesi­dir. Tasavvuf yara­tan, yaratılan ikiliğini kaldırır. Gizlilikte yalnız olan Tanrı, sevilmek, beğenilmek ister, yoklukta görülür. Bunun için kün (ol) demesi yeterlidir, bu nedenle herşeyin ilki, her şeyden önemlisi sözdür. Tecelli sürek­lidir. önsüz, sonsuz zaman bu oluşumun, sürekli an'ın içindedir. Bütün varlık sürekli var olmakta, yok olmakta­dır, oluşum kesintisizdir. Bu nedenle evren görecelidir, Tanrı çekilirse oluşum bi­ter, evren yok olur. Gerçek ermiş biz gibi görüntülere takılmaz, aldanmaz.

AŞK

İnsan ruhunun Tanrı'ya ulaşması, Tanrı'da eri­yip yok olmasıdır. Aşk, Tanrı'nın gizi, bağışıdır. Oluşum simge­si­dir. Evrenin yaratılmasına neden olan, Tanrı'nın ken­dine duyduğu aşk'tır. Kişinin kendindeki ölümlü yanı yok et­mesi için aşka bağlanması gerekir; böylece yok­luk­tan, çirkinlikten kurtulur, Tanrı’ya ulaşır. Tasavvufta iki tür aşk vardır:

Geçici Aşk

Dünya, dünya güzelliklerine duyulan aşktır. Yararlı­dır; çünkü kişi neyi severse sevsin, Tanrı'yı sev­miş olur. Her şey, Tanrı'nın görüntüsü olduğundan sev­mek bile­rek, bilmeyerek Tanrı'yı sevmektir. Geçici aşk, gerçek aşka bir hazırlıktır. Pisliklerden arınmak, benlik­ten kur­tulmak sevgiyle olanaklıdır.

Gerçek Aşk

Tanrı'nın kendisine duyulan aşktır. Bir mürşide bağ­lanmakla, mürşit sevgisiyle başlar. Bu çe­kime giren kişi, çeşitli aşamalardan geçerek Tanrı'ya ulaşır. Bu yolla tut­kulardan, dünyasal zevklerden, yok­luk­tan uzaklaşır. Tanrı’ya erdeme yönelen insan, varlık öğesini geliştirir.

TASAVVUFTA İNSAN

Tanrı'nın en çok yansıdığı varlıktır. Hem yokluk, hem varlık öğelerini kendinde top­lamıştır. Ölümü, ölümsüz yanları vardır. Ölümlü olan gövde ateş, hava, toprak ve sudan oluşan diğer varlıklar gibidir. Gövdenin en belirgin özelliği, ruhu barındırması­dır. Gövde ölümlüdür, günü gelince dağılıp yok olacaktır.

Ölümsüz yön, Tanrısal tüm özellikleri taşıyan yön, yani ruhtur. Yaşarken gövdeyi eğitip, isteklerini yok edip ruhu geliştirmek gerekir. Böylece ölümden önce ölünmüş olur (fenafillah).

İnsanlar; doğru yolda olmayanlar (insan–ı cahil), bir yola girenler (salikler), ermiş–bulmuş olanlar (insan–ı kâmil) olmak üzere üçe ayrılır. Ermiş insanlardan 'ENEL HAK' diyenler, bu yüzden cezalandırılmış olanlar da vardır (Hallac–ı Mansur, Nesimi gibi). Enel Hak, ben Tanrı'yım demektir. Özünde, tasavvufa uygun olan bu belirleme 'Tanrı'yı buldum, O’nda yok oldum’ anlamındadır.

AYAN–I SABİTE (DEĞİŞMEZ GÖRÜNTÜLER); her şeyin Tanrı bilgisinde olması, değişmemesi anlamında­dır. Eşyanın özü, gerçeği Tanrı'dadır. Tecelli an'ında ne oluşmuşsa biçim, özce Tanrı'nın belirlediği gibidir ve sonradan değişmesi olanaksızdır.

Adem-i Mutlak: Evrende olan her şey insan da dahil Allah’ın gölgesi gibidir.Bunların hepsi Allah’ın yarattığı ve yansıttığı güzelliklerdir.

Hüsn-i  Mutlak: Kusursuz güzellik demektir.Allah kendi gücünü ve güzelliğini göstermek için evreni yaratmıştır.

İnsan-ı Kamil: Olgun insan, ermiş insan demektir.Dünyaya yani yokluk alemine ait maddi düşüncelerden kendini arındırmış, Allah’a ulaşmaktan başka hiçbir düşüncesi olmayan insan demektir.

Âşık: Allah aşkıyla yanan derviş.             Çile: Dergâhtaki eğitim sırasında çekilen sıkıntılar.

Fenafillâh: Allah’ın emirleri karşısında nefsinin isteklerinden severek vazgeçme hâli, ermişlik mertebesi.

Maşuk: Allah, sevgili                      Meclis: Âşıklar topluluğu, zikir, ibadet.

Meyhane: Tekke, dergâh.               Sakî: Mürşit, Allah aşkını dervişlere sunan insan-ı kâmil.

Şarap: İlâhî aşk, Tanrı aşkı, anlamların özü.                   Sarhoş: Allah aşkıyla kendinden geçen kişi.

Sarhoşluk: Tanrısal sevgiyle kendinden geçme.      Neşe, zevk:  Tanrı’ya yaklaşma heyecanı.

TASAVVUF TEORİLERİ:

1. Tek varlık   2. Tecelli  3. A’yân-ı sâbite, 4. Aşk  5.İnsan 6. Ahlâk

1. Tek Varlık: Varlık tektir, birdir. Bu tek varlık, mutlak varlık (vücud-ı mutlak) olan Tanrı’nın varlığından ibarettir. Ondan başka bir varlığın bulunması mümkün değildir.

2. Tecelli: Tanrı’nın  kâinattaki canlı ve cansız her zerrede zuhur etmesi belirmesidir. Bu teori, kâinatın oluşunu ve niteliğini anlatır.

3. A’yân-ı Sâbite: Yalnız Allah “var”dır. kendi kendisiyle kaimdir. Gördüğümüz ve bildiğimiz bütün nesneler, gerçekte “yok”, fakat O’na nispetle vardırlar.

4. Aşk: İnsan ruhunun Tanrıya kavuşup onda erime arzusudur. Nitekim tecellinin sebebi de aşktır. Aşk, Tanrı’nın Zat’ına ait bir niteliktir. Aşk, Tanrı’nın sırrıdır, lûtfudur,  tecellinin sembolü’dür.

Allah kâinatı, kendi zâtına duyduğu aşk sebebiyle tecelli ettirmiştir. Tasavvuf sözlüğünde iki türlü aşk vardır:

1. Geçici (mecazî) Aşk,        2. Hakikî (ebedî, ilâhî) Aşk.

1. Geçici (mecazî) Aşk: Bu dünyadaki güzellere, dostlara duyulan sevgidir. Bu aşk da zararlı değil, gereklidir. Çünkü insan kimi ve neyi severse sevsin yine de Tanrı’yı, yani onun mazharını (tezahür  ettiği şeyi) sevmiş olur.

2. Hakikî (ebedî, ilâhî) Aşk: Bu ilâhî aşk dediğimiz de geçici aşkla yani mürid’in mürşid’e duyduğu yüce   teslimiyetle ile başlar.

5.İnsan: Tanrı’nın bütün sıfatları, âlemde dağınık, ama insanda toplu olarak vardır. Aynaya bakan insan kendi gözbebeğinde nasıl kendini görürse, Allah da bütün vasıflarını toplu olarak insanda  görmüştür.

 

YUNUS EMRE    (1239-1321)

13.y.y.ın en büyük tasavvuf şairidir. İlahilerinde Allah aşkını, insan sevgisini ve hoşgörüyü işlemiştir. “Sevelim sevilelim.”

Risaletü’n-Nushiyye: Yunus Emre fikirlerini bu eserinde öğretici bir tarzda, Dinan’ında ise coşkun ve mecazlar dolusu lirizmle söylemiştir. Mesnevi şeklinde, aruzun ( Failâtün Fâilâtün Fâilün) vezniyle yazılmış tasavvufî, ahlâkî, dinî bir eserdir.Şair, sık sık timsallere ve mesellere başvurur.

Yunus, tasavvufun temeli olan “vahdet-i vücut” ilkesini kendisine özgü bir anlayışla açıklamıştır. Sade bir Türkçe ile ve halkın konuşma diline sadık kalarak söylediği şiirleri edebiyatımızın en güzel örneği olma özelliğini hiçbir zaman kaybetmemiştir.Yunus Emre şiirlerinde tabiat öğelerinden yararlanmıştır. Bu durum onun ve 13.yy. Türk halkının hayat tarzı ile yakından ilgilidir.

 

MEVLÂNÂCELALEDDİN-İ RUMİ (1200-1273)

Düşünce adamı Mevlânâ, her çağda taze ve öncü sayılabilecekgörüşler getirmiştir. İnsanları, insan oluşları bakımından saygıdeğer bulmuş, din, mezhep, zenginlik, yoksulluk ve cins farkı görmemiştir. Mevlânâ’ya insan ve bu dünya gelip geçicidir. Önemli olan bundan sonraki yaşamdır. O büyük bir hoşgörü sahibidir. İnsanları oldukları gibi eksiklikleri ve kusurları ile birlikte kabul eder, noksanlıkları hoşgörür. Eserleri; Mesnevî, Dîvân-ı Kebir, Mektûbat, Mecâlis-i Seb’a, Fîhi Mâfih’tir.

Mesnevi’nin tamamı 6 cilttir. 25618 beyittir.Bu eser Farsça yazılmıştır. Mevlana Mesnevi’yi 13.yy.da yazmıştır.

 

HACI BEKTAŞ-I VELİ          (1210-1270 )

İyi bir eğitim görmüştür. Kırşehir-Sulucakarahöyük

Malakât’tan bilinmelidir.Bu eser tasavvufun ilkelerini öğretir. Kitapta dört kapı, kırk makam, Adem aleyhisselâmın yaradılışı, şeytan ve şeytanın sevdiği işler, bunlardan korunmanın yolları, Allah’ın varlığı ve birliği gibi konular, ayrı başlıklar halinde ele alınmış, kısa hikâye ve nüktelerle desteklenerek analtılmıştır.

Makalât, o dönemin tasavvuf ve hayat anlayışını, ilâhî aşkı ve bu aşkın verdiği coşkuyu, inancın kaynaklarını göstermesi bakımından önemlidir. Aşk, gönül, akıl, bilim, ahlâk, nefis terbiyesi gibi konuları, soyut bir şekilde ele alan bu eser ilimlerin Allah’a ait olduğunu ve ilim öğrenmenin ibadet olduğunu açıklar.

 

İLAHİ:

Dini-Tasavvufi Halk Edebiyatının nazım türüdür. Allah aşkı, tasavvuf anlatışı, Allah’a ulaşma yolunda ideal insan olma çabası ve arayışı işlenir.İlâhî, belirli düşüncelerin savunuculuğunu yapmaz. Bütün düşüncelerin ortak şiiridir. Hece ölçüsü ile yazılır. Yedili, sekizli, on birli, on dörtlü hece ölçüleri kullanılmıştır.Özel bir ezgiyle söylenir.Kafiye şeması genelde abab /cccb /dddb /eeeb...dir.Tarikatlarda ,tekkelerde tasavvufa gönül vermiş kişilerin coşkuyla, içtenlikle söylemiş oldukları şiirler olarak halk edebiyatımızda çok önemli bir yeri vardır.

Bektaşîlikte nefes, Alevîlikte ise deme, ilâhînin yerini tutan tasavvuf şiirleridir.

 

NUTUK: Tasavvufa yeni giren dervişlere yol göstermek, onları bilgilendirmek amacıyla söylenen öğretici şiirlerdir.

DEVRİYE: İnsanın yaradılışını ve insan ruhunun geçirdiği olgunlaşmayı işleyen şiirlerdir.

ŞATHİYE: Alaycı bir dille ve çeşitli sembollerle gerçekleri üstü kapalı fakat derin bir anlam ile ifade eden şiir türüdür.

ÂŞIK TARZI TÜRK ŞİİRİ

“Âşık” adı verilen şairler tarafında saz eşliğinde sözlü olarak aktarılan eserlerin oluşturduğu halk edebiyatı türüdür. İslâmiyet’ten önce başlayan, XV.yy.dan sonra hızla gelişerek günümüze kadar uzanan bu edebiyatın en tanınmış şairleri şunlardır: Köroğlu, Kul Mehmet, Karacaoğlan, Âşık Ömer, Gevherî, Bayburtlu Zihnî, Seyrânî, Dertli, Emrah, Âşık Veysel...

Şiirlerini ellerinde sazlarıyla köy köy, kasaba kasaba dolaşarak söyleyen âşıklar, böylece daha geniş kitlelere ulaşarak eserlerini duyurmuşlar, halk arasında şiir zevkinin oluşmasında etkili olmuşlardır. Doğaçlama şiir söylemek bu edebiyatın özelliklerindendir. XVI. yüzyıla kadar sözlü gelenek halinde sürüp gelen âşık edebiyatı ürünleri bu yy.dan başlayarak yazıya geçirilmiştir.  

Âşık edebiyatı ürünlerinin yazıldığı el yazması defterlere CÖNK denir.

Âşık Tarzı Türk Şiirinin Genel Özellikleri

*Nazım birimi dörtlüktür.

*Ölçü, hecenin 7’li, 8’li, 11’li kalıplarıdır. Ancak bazı şairler (17. ve 18.yy.da) klâsik Türk şiirinin etkisiyle aruz ölçüsü de kullanmışlardır.

*Şiirlerde daha çok yarım uyak kullanılmıştır.

*Aşk, ayrılık, güzellik, ölüm, tabiat, kahramanlık, toplumsal olaylar, zamandan şikayet gibi konular işlenmiştir.

*Âşıklar, şiirlerinin son dörtlüğünde “tapşırma” geleneğine uyarak, şiirde kullandıkları takma adlarını söylerler.

*Âşık tarzı Türk şiirinde, saz şairleri halkın konuşma dilini kullanmışlar, halk söyleyişlerine, deyimlere, mecazlara yer vermişlerdir.

*Âşık tarzı Türk şiirinin en çok kullanılan nazım şekilleri “koşma” ve “semâî”dir. işlediği konuya göre koşma türleri vardır.

 

KOŞMA:

Koşmalarda aşk, doğa, gurbet, ayrılık, yiğitlik, yakınma vb. konular işlenir.

1. Güzelleme: Aşk, sevgi ve doğa güzellikleri karşısındaki duygulanmaları işleyen koşma türüdür.

2. Koçaklama: Yiğitlik, savaş konularını işleyen şiirleridir.

3. Taşlama: Herhangi bir kişiyi yeren, eleştiren ya da toplumdaki sosyal bozuklukları konu edinen şiirlerdir.

4. Ağıt: Ölen bir kişinin ardından duyulan üzüntüyü anlatan şiirlerdir.

 

SEMÂÎ:

Uyak şeması, nazım birimi, kullanılan dörtlük sayısı ve işlenen konu yönüyle koşma ile aynı özelliklere sahiptir. Koşmadan ayrılan yönleri, kendilerine özgü ezgileriyle ve 8’li hece ölçüsü ile söylenmiş olmalarıdır.

Güney Anadolu’da “Varsak” boyu arasında özel bir beste ile okunan semâî türüne varsağı denir. Varsağılar, “yürü, bre, hey, behey” gibi ünlemlerle başlar.

 

ANONİM HALK EDEBİYATI

Söyleyeni belli olmayan, nesilden nesle sözlü olarak yayılan halk edebiyatı ürünleridir. Bu eserler, zamanla ve yayıldıkları bölgelerin özelliklerine göre bazı değişikliklere uğramışlardır.

Bu ürünler halkımızın ortak acılarını, sevinçlerini, özlemlerini sosyal gelişmelerini yüzyıllar ötesinden çağımıza taşıyan kültür hazineleridir. Anonim ürünler insan gerçeğinin tüm çağlarda ortak duyuşunu yansıtırlar.

Anonim halk edebiyatının başlıca ürünleri şunlardır: Mâni, ninni, türkü, destan, tekerleme, bilmece, masal, atasözü, fıkra, efsane, ağıt vb.

ANONİM HALK EDEBİYATI ŞİİRİNİN GENEL ÖZELLİKLERİ:

*Sözlü olarak yaşayan bir edebiyattır.

*Dili yalın, halkın konuşma dilidir.

*Nazım birimi dörtlüktür.

*Manzum eserlerde ölçü hece ölçüsüdür.

*Daha çok yarım uyak kullanılmıştır.

*Aşk, ölüm, hasret, yiğitlik,gurbet gibi her çağda ve her yerde bütün insanları ilgilendirebilecek konular

 işlenmiştir.

MÂNİ:  Aşk, ayrılık,doğa, gurbet, kıskançlık, özlem, askerlik, toplum vb. kişisel veya toplumsal konularda söylenmişlerdir. Mâniler çoğunlukla 7’li hece ölçüsü ile kurulmuşlardır. Genellikle dört dizeden oluşurlar. Dört dizede de hece sayısı eşit olan mânilere düz mâni denir. İlk iki dize, anlatılmak istenen asıl maksada geçişi sağlayan hazırlık dizeleri olup, asıl söylenmek, vurgulanmak istenen genellikle son iki dizede anlatılmıştır.

İlk dizesi yedi heceden daha az olan mânilere kesik mâni denir.

Kesik mânilerde genellikle cinas vardır. Bu nedenle “cinaslı mâni” diye de adlandırılırlar.

Kesik mânilerin birinci dizesi 7 veya 8 heceye tamamlanarak söylenirse ayaklı mâni ya da doldurmalı kesik mâni denir. Bir mâniye aynı uyakta birkaç dize eklenirse böyle mânilere yedekli ya da artık mâni denir.

TÜRKÜ:  Halkın duygularını, özlemlerini, sevinçlerini ve acılarını yansıtırlar. Türküler, çoğunlukla üçer ya da dörder dizeli bentler ve her bendin sonunda tekrarlanan “bağlama” ya da “kavuştak” denilen nakarat dizelerinden oluşur. Ölçüleri 7’li, 8’li veya 11’li hece ölçüsüdür. Türküler, ezgilerine, konularına ve bentlerdeki dize sayılarına göre gruplandırılabilir:

Ezgilerine (bestelerine) göre; bozlak, kayabaşı, türkmâni...

Bentlerdeki dize sayılarına göre; üçleme, dörtleme, beşleme...

Konularına göre; aşk, ayrılık, çoban-doğa türküleri, tören-düğün türküleri, oyun havaları vb. adlar alırlar.

 

BİLMECE: Bilmeceleri şekil olarak ikiye ayırmak mümkündür.

  1. Manzum bilmeceler: Hece ölçüsü, uyak ve redif kullanılarak oluşturulmuşlardır. Ölçüsü 7’li hece ölçüsüdür.

  2. Mensur bilmeceler: İki ya da üç cümleden oluşurlar. “Seci” denilen iç uyak ve bazı seslerin tekrarlanması sözün ahengini sağlar.

HALK EDEBİYATI ŞİİRİNİN ORTAK ÖZELLİKLERİ

Ölçü, hece ölçüsüdür. 18 yüzyıldan sonra aruz ölçüsünü kullananlar da olmuştur. Heceli biçimler: 4+4+3, 6+5 =11 / 4+4, 5+3=8 / 4+3 =7 kimi zamanda de­ğişik ölçülerle oluşturulur. Aruzlu biçimlerden en çok di­van, semai, kalenderi biçimleri kullanılır.

Nazım birimi dörtlüktür. Dörtlük, belirli ölçü ve uyak kurallarına uyarak dört dizeden oluşur. Dörtlüklerde çeşitli nedenlerle dize sayısı değişebilir. Görünüşleriyle birbirine eşit olan bu bölümlere 'bend ya da hâne’ adı verilir.

Tür adları, biçimleri adları olarak da kullanılır.

Uyak, yarım ya da cinaslı uyaktır. Ahenk sazla tamamlandığından tam, zengin uyağa pek gereksinim duyulmamıştır. Ahenk için redife de sık sık başvurulduğu görülür.

Dil içten ve yalındır. Zamanla kimi sanatçıların Di­van edebiyatının etkisiyle dili ağırlaşmışsa da; genel­likle deyimler yerel söyleyişler, özlü sözlerle zengin bir dile sahip olan Halk edebiyatı, halk dilinin tüm belirgin özelliklerini yansıtarak varlığını sürdürür.

Halk edebiyatının hem kendiliğinden hem de Di­vandan aldığı sözcük, simge ve kalıplarla zenginleş­miş bir benzetme örgüsü vardır. Kapalı söyleyiş, süslü­lük di­vandaki kadar yoğun değildir. Soyut düşünce, be­timlemeler Divana oranla oldukça azdır.

Anlatım genellikle öyküleyici, yani olaylara bağlı­dır; bu nedenle gerçekçiliği kolayca benimsenir, tasarımı kolaylaşır.

Konuları, tüm edebiyatlarda işlenmiş ortak konu­lardır. Diğerlerinden ayrılan yönü, bakış açısı, konunun işleniş biçimidir.

 

HALK EDEBİYATINDA İŞLENEN BAŞLICA KONULAR:

Aşk :    En çok işlenilen konudur. Daha çok koşma, türkü semâi ve manilerde görülür. Sevgili Divanda ol­duğu gibi soyut değildir, idealize edilmez. Bedensel, ruh­sal özellikleriyle gerçek, yaşayan biridir. Kadın, erkek ilişkileri yaşamda olduğu gibidir. Tanrısal, düşsel aşk yok gibidir.

Özlem : Konusu, bu edebiyatta önemli bir yer tutar; çünkü ozan genellikle, zorunlu nedenlerden dolayı gur­bete çıkar. Bu ayrılık çok uzun sürebilir. Kavuşmalarını engelleyen en önemli etkense doğa, doğa koşullarıdır. Ozan dönmek istese de dönemez. Arada dağlar vardır. Engelleyici motiflerin başında dağlar gelir; ayrıca kış, ta­şan sular, yıkık köprüler, hırsız ve uğrular da ozanın kavuşmasını zorlaştıran engellerdir.

Doğa :  Halk edebiyatının baş konularından biridir. Di­vanda olduğu gibi soyut, değiştirilmiş, yapma bir doğa değil gerçek doğa işlenir. Anadolu tüm gerçekliği, yer­yüzü biçimleri, kimi zaman yer adlarıyla şiire girer. Doğa güzellikerinin yanı sıra doğal yıkımlar, zamana bağlı hoş olan, olmayan görüntüler tüm ayrıntılarıyla verilir.

Yiğitlik : Her kesimden şairin işlediği ortak konular­dan biridir. Daha çok görülen, yaşanılan olaylara bağlı olarak işlenir. Savaşa yöneltmek, savaşanları yüreklendirmek için birçok ozan bu türden şiirler yazmıştır.

Ölüm : Felsefesi yapılan, düşünce üretilen bir konu olarak alınmaz. Halk ağıtla, ölümün verdiği acıyı, yıkımı, sonsuz yitimi anlatır; iyiliğe, dostluğa  ağlanır.

Toplum : Halk şiirinde özellikle üstünde durulan bir konu olmaktan çok dayatan koşullar sonucu ele alınan bir konudur. Ozan bireyci de olsa devletin, güçlülerin yoksul halkı ezmesine karşı çıkar. Böyle durumlarda halk adına konuşur, çalışır, çabalar.

Din :     Halk edebiyatının derinleştiği bir konu değildir. Kimi bilgilerle yetinir. İkiyüzlülüğe, softalığa karşıdır. Tanrı'ya, peygambere, din büyüklerine saygılıdır; yine de dinsel içerikli, kalıplaşmış türleri yoktur.Bu konulardan başka sık sık zaman ve düzenden yakınmalar da görülür. Bu yakınmalar daha çok taşlama türüyle dile getirilir.

HALK EDEBİYATI NAZIM BİÇİMLERİ

DÖRTLÜKLE KURULANLAR; BAĞLAMALILAR:

Dörtlükle kurulanlar: Mâni tipi – Koşma tipi

Mâni tipi: 'aaba' biçiminde uyaklanır. Bu biçimde destanlar, türküler de vardır. 

MÂNİ: Çoğunlukla 7 hecelidir. Uyak düzeniyle diğer şiir bi­çimlerinden yrılır. Dört dizelik mâniler, bağımsız birer şi­irdir. Dört dizeden oluşmuş 7'li mânilere 'düz mâni' adı verilir. İlk iki dize genellikle doldurmadır. Asıl söylenmek istenen son iki dizede söylenir.

Sona iki dize eklenerek oluşturulan manilere yedekli mâni, denir. Uyak düzeni: aaxaxa ya da axaxax biçimin­dedir. Bir adı da ayaklı mani'dir. İlk dizesi düşmüş, yerini çoğunlukla anlamlı, anlamsız bir sözcük, sözcük öbeği­nin aldığı mânilere 'kesik mâni' denilir. Uyak düzeni: aaba ya da abab biçimindedir.

Konuları genellikle aşktır. Ayrıca; niyet, fal mânileri, sevda mânileri, iş mânileri, bekçi ve davulcu mânileri, satıcı mânileri, kahve mânileri (cinaslı), mektup mânileri biçiminde kaynaklarına, konularına göre adlandırılırlar.

Kesik mâni                                                                  Cinaslı kesik mâni (üç dizeli)

            Aman aman kuleden                                           Ok değmiş yara sızlar.

            Ses geliyor kuleden                                            Yaralının halından

            O kaş göz değil mi                                              Ne bilsin yarasızlar! 

            Beni sana kul eden 

                                    

Yedekli mâni                                                   Düz mâni

         Ah dağlar dağlar dağlar                                       Şu dağlar olmasaydı

            Gurbette yârim ağlar                                          Çiçeği solmasaydı

            Kuş yedi meyvasın                                              Ölüm Allah'ın emri

            Kaldı meyvasız bağlar                                          Ayrılık olmasaydı

            Gitti yarim gelmedi

            Oturmuş beni ağlar

                                

       

Koşma tipi: Bu nazım biçimiyle oluşturulmuş önemli türler şunlardır:

KOŞMA: + - Dört dizelik dörtlüklerden oluşan bir nazım biçimidir. Uyak düzeni dördüncü dizede yinelenen ana uyak çerçe­vesinden gelişir: aaab–cccb–dddb ya da aaab–cccb–dddb biçimindedir. Temel (ana) uyağın bulunduğu dize hiç değişmeden bütün dörtlüklerde yinelenirse buna 'ka­vuştak' adı verilir. Ozanın adını son dörtlükte söyle­me­sine 'tapşırma' denir. Tapşırma, mahlas karşılığıdır.

Koşmada dörtlük sayısı genellikle 3–5 arasıdır. Kimi zaman dörtlük sayısının 6'dan çok olduğu görülür. 11'li hece ölçüsüyle söylenir.

Halk edebiyatının çok kullanılan nazım biçimidir. Di­vandaki gazele benzer. Hem nazım biçimi, hem de bir ezginin adıdır. Değişik ölçülerle söylenmiş şiirlere 'koşma ezgisiyle' söylendiği için bu adın verildiği görülür.

Ezgilerine göre adlandırılırlar: Acem koşması, Kerem, Kesik Kerem, Gevheri, Ankara Koşması, Elpük koşması, Sivrihisar, Sümmani, Cem koşması, Bülbül koşması, To­pal koşma.

Biçim özelliklerine göre ad alırlar: Yedekli koşma, mu­sammat koşma, uyaklı koşma, zincirleme, zincirbent ayaklı koşma, şarkı–koşma.

Koşma konusuna göre ad alır: Koçaklama (yiğitlik), güzelleme (insan, doğa güzelliklerine övgü), ağıt (ölümle ilgili acıları anlatan şiir), taşlama (yergi, alay konulu koşma).

Kalktı göç eyledi Avşar elleri

Ağır ağır giden eller bizimdir

Arap atlar yakın eyler ırağı

Yüce dağdan aşan yollar bizimdir

 


Belimizde kılıcımız kirmani

Taşı deler mızrağımın temreni

Hakkımızda devlet etmiş fermanı

Ferman padişahın dağlar bizimdir

 

Dadaloğlu yarın kavga kurulur

Öter tüfek davlumbazlar vurulur

Nice koç yiğitler yere serilir

Ölen ölür kalan sağlar bizimdir 


SEMAİ: Koşma biçiminde, sekizli hece ölçüsüyle söylenir. Genellikle 3–5 arası dörtlükten oluşur. Dörtlük sayısının 5'ten çok olduğu da görülür. Koşmadan ölçüsü ve ezgisiyle ayrılır. Özel bir ezgiyle söylenir. Sevgi, ayrı­lık, doğa konularını işler.

Aruz ölçüsünün belli kalıbıyla yazılan semailer de vardır. Bunlar ayrı bir ezgiyle söylenir. Hecenin 8+8 kalı­bına uyarlar.

Aruzla yazılanlar gazel, murabba, muhammes, mü­seddes biçiminde olabilirler. Eklemeliler ayaklı 'yedekli' semai adını alırlar. 

Mendilim yudum arıttım

Gülün dalında kuruttum

Adın ne idi unuttum

Sorulmayı sorulmayı

 


Benim yarim bana küsmüş

Zülfünü gerdana dökmüş

Muhabbeti benden kesmiş

Sevilmeyi sevilmeyi

 

Çağır Karacaoğlan çağır

Taş düştüğü yerde ağır

Yiğit sevdiğinden soğur

Sarılmayı sarılmayı 


VARSAĞI: Koşmanın kendine özgü ezgisiyle söylenen bir türü­dür. Uyak düzeni koşmadaki gibidir. Hecenin 8'li ölçü­süyle oluşturulur. Yiğitçe, mertçe bir havası vardır. 'Be­hey, bre...' gibi ünlemlerle başlar. Varsak Türklerine özgü bir türdür. En güzel örneklerini Karacaoğlan ver­miştir. 

 

Bre ağalar bre ağalar

Aman hey Allahım aman

Ölmeden bir dem sürelim

Ne aman bilir ne zaman

Gözümüze kara toprak

Üstümüze çayır çimen

Dolmadan bir dem sürelim

Bitmeden bir dem sürelim

 

Buna felek derler felek

Karacaoğlan der ki canan

Ne aman bilir ne dilek

Güzelim sözüme inan

Ahir ömrümüzü helâk                                        

Bu ayrıık bize heman

Etmeden bir dem sürelim

Ermeden bir dem sürelim

 

 

DESTAN: Yapısal yönden koşmayla bir olan destan, konusu, dörtlük sayısı, anlatım ve ezgisiyle koşmadan ayrılır. Dörtlük sayısı, anlatım ve ezgisiyle koşmadan ayrılır. Dörtlük sayısı sınırlı değildir. Konusu yiğitlik, herkesçe bi­linen bir olay, hastalık, savaş, deprem, eşkiya serüven­leri; kişisel, toplumsal... gülünçlüklerdir.

Olaya yönelik olduğundan anlatımı öyküleyicidir. Özel bir ezgileri vardır. Öğreticilik yönleri ağır basar. Hece ölçüsünün 11'li kalıplarıyla oluşturulmalarına kar­şın, mâni türüne kayılarak 8'li kalıplarla oluşturulanları da vardır.

TÜRKÜ: Kendine özgü bir ezgiyle söylenen, bağlamalı (kavuştaklı) nazım biçimidir. Halkın çokça benimsediği bu tür ezgi, konu ve yapısına göre ayrımlanır:

Ezgilerine göre oyun havaları, uzun hava biçiminde kümelendirilir: Konya 'oturak', Urfa 'kırık' usullü ezgiler oyun havalarına, 'bozlak, hoyrat, kayabaşı' uzun hava­lara örnek verilebilir.

Konularına göre ninniler, doğa türküleri, aşk türküleri, kahramanlık türküleri, askerlik türküleri, ağlatı–güldürü türküleri, oyun türküleri, ölüm türküleri olarak ayrımla­nabilir.

Yapılarına göre, hecenin her kalıbından türkülere raslanılır. Halk şiiri türlerinin hepsi türkü olabilir. Yapıyı belirleyen ezgidir. Biçimi belirleyense bağlama dizeleri, kavuştaklardır. Türkü bent, kavuştak dize sayısına göre kümelenir. Dörtlükle söylenen türkülerse mâni, koşma türünün ezgisiyle biçimlenmiştir.

Aruzla söylenmişleri türkü saymak, ezgisi nedeniy­ledir (divan, kalenderi, semai...).

Bu türün iki temel özelliği anonim ve ezginin belirle­yici oluşudur. Yazarı bilinen türküler da zamanla halkın malı olur, söyleyeni unutulur.

Toplumun olaylar karşısındaki tepkilerini yansıtan bir türdür. Diğer türlerin çoğunlukla kişisel olmasına karşın, türkü toplumsaldır.                                       

Açıl mor menevşe bahar erişti                                                Çadır almış nerelerden gelirsin

Lale sümbül nergis reyhan yetişti                               Benim seni sevdiğimi bilirsin

Benim karşıma ak zambak düştü                                  Çok da gezmez benim gibi olursun

Menevşem oy bir tanem oy                                       Menevşem oy bir tanem oy 

 

BAĞLAMALI biçimler, ana dizelere eklenmiş dize­lerle oluşturulur. Bağlamalı biçimler en yaygın olanı tür­külerdir. 

TEKKE ŞİİRİ NAZIM BİÇİMLERİ 

İLÂHİ: Dinsel halk şiirinde Tanrı'ya öven ya da din, ahlâk konularında söylenen şiirlerdir. Tasavvufa özgü gizem­leri, Tanrısal sevgiyi işler. Koşma biçiminde hecenin 7, 8, 11'li kalıplarıyla yazılır. Tekke törenlerinde söylenir. Hiçbir tarikatın özelliklerini yansıtmaz. Hiçbir tarikata güdümlü olmayan bir anlayış, inancın ürünüdür. Bu alanda en yetkin ozan Yunus Emre'dir. 

Aşkın aldı benden beni

Bana seni gerek seni

Ben yanarım dün ü günü

Bana seni gerek seni

 


Ne varlığa sevinirim

Ne yokluğa yerinirim

Aşkın ile avunurum

Bana seni gerek seni

...

Yunus'dur benim adım

gün geçtikçe artar odum

İki cihanda maksudum

Bana seni gerek seni


 

NEFES: Bektaşilerin söylediği ilâhilere 'nefes' adı verilir. Ne­fesi, ilâhiden ayıran Bektaşi ulularını övmesi, tarikat ilke­lerini yansıtması, Bektaşiliğin savunucusu olmasıdır. Biçim ve öz bakımından ilâhiye dolayısıyla koşmaya ben­zer. 

Halk yoluna gidenlerin

Asa olsam ellerine

Er pir vasfın edenlerin

Kurban olsam dillerine

 


Torunuyuz bir dedenin

Tohumuyuz bir bedenin

Münkir ile cenk edenin

Silah olsam bellerine

...

Vakit kalmadı durmağın

Kaldır Seyrani parmağın

Deryaya akan ırmağın

Katre olsam sellerine


DEME: Alevilerde ilâhi, nefes karşılığı olan şiir türüdür. Biçim, içerik özellikleriyle ilâhiyi andırır. Ayrılan yanı Alevi inançlarını, tarikat ilkelerini benimsemesi savun­ması, ta­rikat ulularını övmesidir. Bu türün coşkulu, usta ozanı Pir Sultan Abdal'dır. 

...

Dost elinden dolu içmiş deliyim

Üstü kan köpüklü meşe seliyim

Ben bir yol oğluyum yol sefiliyim

Ben de bu yayladan Şah'a giderim

 


Alınmış abdestim aldırırlarsa

Kılınmış namazım kıldırırlarsa

Sizde şah diyeni öldürürlerse

Ben de bu yayladan Şah'a giderim

 

Pir Sultan Abdal'ım dünya durulmaz

Gitti giden ömür geri dönülmez

Gözlerim de Şah yolundan ayrılmaz

Ben de bu yayladan Şah'a giderim


ŞATHİYYE: Tasavvufa özgü inanışları anlatan, anlamlandırılması çeşitli yorumlara neden olan şiirdir. Üstü kapalı bir anla­tımla alışılagelmiş inançları hafife alan, gerçeküstü imge­ler kullanıldığından saçma gibi görünen bu şiirde, çoğun­lukla aykırı inançlar, alışılmamış görüntü ve olaylar iş­lenmiştir. Şathiyye zamanla Bektaşi, Alevi ozanların ka­lıplaşmışı yerdikleri bir tür olmuştur. Özünde 'Tanrısal sevgi'den çıkarak Tanrı'yı korkutan, cezalandıran bir güç olarak göstermek isteyenlerle alay eder, onların görü­nüş­lerini hafife alır.

Kimi zamanda, bilinçaltının bilince yansımasıyla olu­şan şiirlermiş gibi yorumlanmıştır. Yunus Emre'nin, Kay­gusuz Abdal'ın türünün bütün özelliklerini yansıtan güzel, yetkin şathiyyeleri vardır.

Ademi balçıktan yuğurdun yaptın

Yapıp da n'eylersin bundan sana ne

Halk ettin insanı cihana saldın

Salıp da n'eylersin bundan sana ne

 


Bakkal mısın terazuyu n'eylersin

İşin gücün yoktur gönül eğlersin

Kulun günahını tartıp n'eylersin

Geçiver suçundan bundan sana ne

 

...

Kaygusuz Abdal'ım sözümüz budur

Her nerde çağırsam Hak onda hazır

Hep duzaha bastırırsın kim ne der

Yakma kullarını bundan sana ne


NUTUK: Şeyhin tarikata girmiş müritlere yol göstermek için söylediği şiirlerdir. Nefesten, yalnızca okunmak için söy­lenmiş olmalarıyla ayrılırlar. Bu tür düzyazılar da vardır. 

DEVRİYYE:Devir inancını anlatan şiirlerdir. Destan, koşma, ilâhi biçiminde yazılmış olabilirler. Konularına göre ayırmak da olanaklıdır.

Genellikle Bektaşi, Alevi ozanlar devriyye yazmış­lar­dır. Egemen anlayışa karşıtlığı nedeniyle bu türle az sa­yıda şiir verilmiştir. Varlığın, insanın oluşumunu, mut­lak varlığa ulaşılmasını anlatan bir tasavvuf görüşüdür. 

 

HALK EDEBİYATINDA DÜZYAZI

Halk verileri, halkın yazdığı, halkın oluşturduğu ürünlerdir. Halk için yazılmış öğretici eserin konuyla ilgisi yoktur.

Çoğu anonimdir. Bize kalanlardan, oluştuğu sürecin dil ve anlatım özelliklerini taşıyanlar azdır. Battal Gazi, Hamzanâme, Eba Müslim, Hazreti Ali Cenkleri gibi eserler söyleme, yazılma sırasında çok değiştikleri için, halk nesrine örnek gösterilemezler.

Destanın süreği sayılabilecek halk hikâyeleri (kıssa, kaside) basit, az bir süre kapsayan öyküler olabilecekleri gibi, Köroğlu'nda görüldüğü üzere günlerce sürecek uzunlukta da olabilirler.

Konuları bakımından sevgi, kahramanlık hikâyeleri olarak çeşitlenirler: Elif ile Mahmut, Köroğlu, Kirmanşah gibi... 

HALK HİKAYELERİ

Türk Halk edebiyatının önemli bir koludur. Masallar­dan, gerçek yaşamla yakın bağları nedeniyle ayrılırlar. Hikayelerde kimi doğaüstülükerin bulunması, sürükleyici özelliklerini arttırmak içindir. Masala oranla, hi­kayelerde konu daha belirgindir. Baş konu sevgidir. Sevgi platonik­tir, dinseldir.

Kişiler gerçektir. Sosyal ilişkiler, yaşantı toplum ger­çeğini yansıtır. Toplumun her kesiminden insana rastlanı­lır. Bunlar, toplumla bütünleşmiş gibidir. İyi, kötü; zengin, yoksul ilişkisi sürekli işlenir.

Çevre, masallara oranla daha belirgindir: İran, Turan, Halep, İsfahan gibi. Aşıklar, hikayeleri uzun uzun ayrıntı­ları atlamadan anlatırlar. Öykü arasında çalıp söylerler. Anlatım destanlardaki gibi gösterişli değildir. Hikayelerin döşeme, olay, dilek bölümleri vardır.

Aşk, yiğitlik, kahramanlık öncelikli konulardır. Değişik kaynaklara bağlanırlar. Kimi, yabancı kaynaklara dayanır Hurşit ile Mahmiri gibi. Gül ile Alişir, Kerem ile Aslı gibi tanınmış ozanlara bağlananlar, Ferhat ile Şirin gibi Divan kaynaklarına bağlananları vardır. Çoğu düş, düşte içilen 'dolu' ile başlar. Kahramanlar yarı kutsaldır.

HALK MASALLARI

Sözü Halk verimleridir. Yaşanılan sıkıcı gerçeklerden kaçan halkın yarattığı, olmazı olur yapan şiirsel, erişil­mez dünyalardır. Bu düş ülkelerinde olumsuzluk yoktur. İyilik, güzellik sonunda baskın gelir. Masalların Uzakdoğudan dünyaya yayıldığı sanılmaktadır. Aslında bütün toplumla­rın belli evrelerde kendilerine özgü masal­lar yaratmaları daha gerçekçi bir yaklaşımdır.

Masal olayları çoğunlukla gerçek dışıdır. Kişiler kav­ramsaldır. Toplumun her kesiminden olabilirler. Keloğ­lan, cin, peri, dev, şahmeran masal kahramanları­dır.

Çevre gerçek bir coğrafyaya bağlanamaz. Çin, Ma­çin, Kafdağı, yerin altı, üstü gibi düşsel yerlerde geçer olaylar.

Masal zamanı, tarihsel zamanlardan sıyrılır. Gün, gece... kavramsal birimlerdir.

Masal anlatımı renklidir. Ayrıntıya girilmez, kısa sü­rer. Masallarda biçim değişimine sık sık rastlanılır. Anlatan olayları yeniden biçimlendirir.

Türk masalları üç bölümdür. Döşeme, girişteki söz bolluğudur. Çoğunlukla iç uyaklı olur. Olay, asıl konunun anlatıldığı bölümdür. Dilek, masalın sona erdiği, iyi dilek­lerde bulunulan bitiştir. 

HALK FIKRALARI

Güldürücü fıkralar kuşaktan kuşağa zenginleşerek ulaşır. Kısa, özlü, anlamca yoğundurlar. Bektaşi fıkraları softalığa, tutuculuğa tepkiden oluşur. Kahramanlar ha­zırcevap, bilgedirler.

Büyük kent fıkraları çoğunlukla saray ve yöresini konu alır; bunlar halkı ilgilendiren fıkralardır. Belli bir kişi yöresinde toplanır, ona bağlanır. En ünlüleri İncili Çavuş, Bekri Mustafa'dır.

Bu fıkralar halkın soylu, zengin kesime alaycı bakı­şını sergiler. Yolsuzluklar, baskı, zorbalık yerilir, alay ko­nusu edilir. Of'lu Hoca fıkraları gibi bazı yörelere özgü açık fık­ralar vardır. Azınlıklarla ilgili fıkralara da rastlanı­lır. 

NESRETTİN HOCA (? – 1284)

13. yüzyılda Selçuklular döneminde yaşadığı sanıl­maktadır. Çeşitli yörelerin sahiplendiği Hoca'nın mezarı Akşehir'dedir. Her yıl 5 – 10 Temmuz tarihlerinde Hoca'yı anma şenlikleri yapılmaktadır. Yaptıkları sağdu­yulu, dü­şündürücüdür. Fıkralarında belli bir dünya gö­rüşü vardır. Düzensizliğe, zorbalığa, bönlüğe karşı­dır.Zekâsı fıkrala­rın sonunda görülür. Günübirlik uğraş­ları vardır. Alışveriş eder, değirmene gider; imamlık, kadılık yapar halkın ya­nındadır. Sabırlı, hoşgörülü, ba­ğışlayıcıdır. Olumsuz ko­şullarda bile iyimserdir. Yolsuzluklara, sömürüye karşı olan Hoca inanır ama tu­tucu değildir. Toplumcu insan­cıldır. Fıkralarında olay az­dır. Yoğun, özlü olan bu fıkra­ların anlatımı yalındır. Tüm fıkraları Hoca'nın olmadığı hal­kın katkısıyla çoğaldığı bi­linmektedir.

 

DEDE KORKUT KİTABI

Kitabın asıl adı: Kitab–ı Dede Korkut alâ Lisan–ı Tâ­ife–i Oğuzan'dır. (Oğuz Boyları diliyle yazılmış Dede Kor­kut Kitabı). Bilinen iki nüshası vardır. Biri Dresten'de olup 12 öyküden oluşmuştur. Diğeri 6 öykülük Vatikan nüssı­dır. Her ikisinin karşılaştırılmasıyla Dede Korkut Kitabı biçimlendirilir.

Yabancı bilginlerden Fleischer, Diez, Barthold; yerli­lerden Kilisli Rıfat, Orhan Şaik Gökyay, Muharrem Ergin bu konuda önemli çalışmalar yapmışlardır.

Kitabın baş kişisi bütün öykülerde görülen Dede Kor­kut'tur. Bilge, bilici, yasa koyucu, töre koyucudur. Şa­man, müslüman ermiş görünümlüdür. Keramet sahibi­dir, dediği olur. 295 yıl yaşar. Toplumun sorunlarına çö­züm bulur. Ozandır, öykü kahramanları için 'Oğuznâmeler' düzenler.

Öykülerdeki Oğuzlar Müslümandır.

Alışkanlık her bölüme öykü denilmektedir; oysa kimi öykülerdeki olağanüstülükler daha çok destanı anım­sat­maktadır. öykülerin sayıca daha çok olmaları gerek­tiği, görüşü yaygındır.

Konu, sözlü kültür aşamasındaki Oğuzların toplu ya­şamıdır. Öyküler, tek tek beylerin serüvenlerini anlatır. Oğuzun yaşamı; İç Dış Oğuzun ilişkileri, Oğuzların kom­şularıyla olan ilişkileri üzerinde özellikle durulan konular­dır.

Öykü kahramanları, destan kahramanlarını andırır­lar. Çoğunluğu bey, bey hanımları, bey çocuklarıdır. Kimi kahramanlar, olağanüstü güçlüdür. Kiminin bedensel yapıları destan, masal kahramanlarına benzer.

Tanrı, yarı Tanrılar yoktur; yalnızca Azrail gibi dinsel nitelikli motiflere yer verilmiştir. Tepegöz, Deli Dumrul... insan üstü yaratıklardır. Kadınlar, çocuklar çok güçlüdür.

Yer, Oğuzeli'dir. Doğu Anadolu, Azerbaycan'ın bü­yük bir bölümünü içine alır. Aslında çevre kesin olarak belli değildir. Birtakım yeryüzü özellikleri araştırmacıları bu sonuca götürmektedir.

Tüm öykülerde anlatım büyük bir benzerlik gösterir. Nesir, şiir iç içedir. Öyküleme, betimlemeler nesirle; sesleniş ve söyleyişler şiirledir. Nesir uyumlu, ahenkli, öl­çülüdür. Her cümlede iç uyak (seci) görülür. Nesir, şiiri andırır. Öyküler modern denilecek bir öyküleme tekni­ğiyle anlatılır. Şiir, ölçüsüz, uyaksızdır. Geleneksel Türk şiirine benzemez. Ses benzerlikleri, ses–sözcük yinele­melerinden bol bol yararlanılır.

Öykülerin dili 14–15. yüzyıl halk Türkçesidir. Sözcük­lerin çoğu Türkçedir. Kullanılan Arapça, Farsça sözcük­ler daha çok dinsel terimlerdir.

Ağız özellikleri Azericeye daha yakındır.

Tepegöz, Odise'deki 'Kiklop'u andırır. Deli Dumrul'la Alkestis söylencesi benzerlik gösterir. Diğer öykülerde de, dinsel söylencelerle konu, olay yönünden kimi ben­zerlikler bulunmaktadır.

 

HALK EDEBİYATI ŞAİRLERİ

KÖROĞLU: Geniş bir coğrafyada söylenen bir destan kahrama­nıdır. Bu destan tüm aşamalarını tamamlamış sayıla­maz. Yapılan araştırmalarda Köroğlunun çeşitli macera­ları saptanmıştır. Özünde, zulme başkaldıran bir halk kah­ramanıdır. Celâli olduğu elde edilen son belgelerle doğ­rulanmıştır. Düzyazı ile şiirin karışık olduğu Köroğlu söy­lencelerinde değişmeyen nokta, bir eylem adamı ol­du­ğudur.

Köroğlu'nun olduğu söylenilen şiirler, söyleyiş, anla­tım yönünden birliktelik göstermezler. Bu nedenle, bir­den çok Köroğlu olduğu görüşü yaygındır.

Eldeki metinler hece ölçüsünün çeşitli kalıpları ve dörtlüklerle yazılmıştır. En çok koşma nazım biçimi kul­lanılmıştır.

Koşmalar yiğitçe, coşkun bir söyleyişle söylenmiş ol­duklarından 'koçaklama'lar çoğunluktadır. Aşk, doğa gü­zellikleri, toplumsal bozukluklar, kavga gibi bireysel top­lumsal konular iç içe işlenir.

Bu şiirlerde kullanılan halk dilidir. 

KARACAOĞLAN: XVI–XVII. yüzyılda yaşamış bir halk ozanıdır. Çuku­rovalı olduğu Türkmen aşiretleri arasıda yaşadığı sanıl­maktadır. Anadolu'yu, Rumeli, Mısır'ı gezip gör­düğü, çok yaşadığı şiirlerinden anlaşılmaktadır.

Yaşadığı yüzyılda ünlenerek halk şiirini etkilemiş, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerinde 'aydın sanatçı­lar'ın da özendikleri bir ozan olmayı' başarmıştır.

Şiirlerinde Divan, Tekke şiiri özelliklerine raslanıl­maz. Hece ölçüsü kullanılmış, halk diliyle söylenmiş; kıv­rak, canlı bir anlatımla yaşadığı dönemin romanını yazar gibi yazmıştır. Güzel, güzellik, doğa, yaşama sevgisi, ay­rılık gibi konuları yapmacığa kaçmadan içtenlikle ver­meyi başarmıştır. Kullandığı imgeler canlı, gerçeğe yakın, so­muttur. Daha çok koşma, semai biçimlerini kullanmış­tır.

Şiirlerinde öykülemeci anlatımı yeğlemesi yoğun ya­şamasına bağlanabilir. iyimserdir. Yaşlanmak dışında korkusu yok gibidir. Öte dünya, günah korkusu derinlik­siz, sıradandır. Din, sosyal olaylar ozanı pek etkilemez.

Benzetmeleri, kullandığı imgelerle Halk şiirinin do­ruk­larından biridir. 

GEVHERİ: XVII. yüzyılda yaşayan ozanın Kırımlı olduğu sanıl­maktadır. Belli eğitimden geçtiği, divan kâtipliklerinde bulunduğu bilimektedir. Yoksul, gezginci bir hayat sür­düğü, Bektaşi olduğu anlaşılmaktadır. Gevheri hem Halk, hem Divan şairlerince tanınmaktadır. Hece, aruzla şiirler yazmış. Divanın etkisinde kalmıştır; yine de biçim, özce aşık geleneğini sürdürmüştür. Aşk, ayrılık, gurbet, sevgi­li­den yakınma konularını işlediği şiirleri içten, acılı­dır. 

DERTLİ (1772–1846) : Gerödes'lidir. Çocukluğu sığır gütmekle geçen oza­nın, babası ölünce topraklarına el konur. İlkin İstanbul'a ar­dından Konya'ya gider. Çeşitli işlerde çalışır. Mısır'a gi­der, on yıl kalır. Köyüne dönüp evlenir. geçimini sazıyla karşılamaya çalışır. Önceki yaşamı, Bektaşi oluşu bulun­duğu yerde uzun süre kalmasına olanak vermiyordu. İs­tanbul'a ikinci gidişinde iyice ünlendi. II. Mahmut'un fes giymesine tepkiler çoğalınca, 'fes' redifli kasideyi yazdı. Padişah, ozana Çağa âyânlığını verdi. Adı yolsuzluklara karışınca bu görevden alındı. İntihar girişiminde bulun­ması bu olaya bağlanır. Ankara'da Alişan Bey'e sığınır. 1846'de ölür.

Ozanın zamanla Bektaşi inancını benimsediği şiirle­rinden anlaşılmaktadır. Aruzla yazdığı şiirlerde 'Fuzuli'nin etkisindedir. Âşık geleneğini sürdürdüğü şiirlerindeyse Âşık Ömer, Gevheri etkisi sezilir. Asıl başarısı yakarı, yergi şiirlerindedir. Talihten yakındığı, çektiği sıkıntılarla alay ettiği coşkulu şiirleri, ozan kişiliğini kanıtladığı şiir­lerdir. 'Kara Bahtım' koşması çağının en güzel şiirlerin­den biridir. Şiirleri Dertli Divanı, Âşık Dertli, Dertli ve Sey­rani adlı kitaplarda toplanmıştır. 

SEYRANİ (1807–1866): Kayseri – Everekli'dir. Bir süre medrese öğrenimi gördüğü bilinmektedir. Abdülmecit döneminde İstanbul­'da bulundu. Dönemin ileri gelenlerini yerdiğin­den ceza­landırmak için aranan ozan, Everek'e dönmek zorunda kalır. Yaşamı yoksulluk içinde geçmiştir.

Nakşibendi olduğu söylenmesine karşın bektaşi ol­duğu şiirlerinden anlaşılmaktadır. Divanın etkisinde kal­mıştır, dili yabancı sözcüklerle dolu ve kusurludur. Top­lumsal eleştirileri gide gide padişahı hedef alır. Tarihsel ve toplumsal gerçeklerden çıkarak yapar eleş­tiri­lerini. Özellikle adaletsizliğe başkaldırır. Bir 'hiciv' us­ta­sıdır. Gerçeği geniş bir hayalgücüyle kavrar, Geleneksel âşık diliyle günübirlik konuları işer, bu dili yeniler. Koşma, semai ve nefeslerinde görülen dil, anla­tım yeni­likleri, geniş hayalgücü, benzetme ve buluşlar­daki usta­lığı, onu dönemin önemli şairlerinden biri yapar.

EMRAH: Erzurumlu'dur. Yaşamı konusundaki bilgiler söylenti­lere dayanır. Medrese eğitimi görmüş, Nakşibendi tari­ka­tına girmiştir. Ölüm tarihinin 1854 olduğu sanılmakta­dır.

Şiirlerini hem aruz, hem heceyle yazmıştır. Aruzla yazdığı şiirler düzeysiz, derinliksiz ve dilce kusurludur. Kaba bir divan özentisinden ileri gidemez. Karacoğlan, Aşık Ömer, Gevheri'yi izlediği koşmalarıyla 'sıradanlık'ı aşmıştır. Kimi zaman bu şiirlerinde ustaca bir söyleyiş, ince bir halk zevkine ulaşır. Aruzla yazdığı şiirleri Divan­'ında toplamıştır. Heceyle yazdığı şiirleri ayrı ça­lışmalara konu olmuştur.

Halk edebiyatı araştırmacıları, son yıllarda, kitaplar­daki şiirlerin önemli bir bölümünün, özellikle hece ölü­süyle yazılanların Ercişli Emrah'a ait olduğunu savun­maktadırlar. Bu görüş doğruysa, ozanla ilgili yargıların yeniden gözden geçirilmesi gerekmektedir.

DADALOĞLU

XIX. yüzyılda yaşayan bir halk ozanıdır. Asıl adı Veli­'dir. Âşık Musa adlı bir halk ozanının oğludur. Toros Türkmenlerinin Avşar boyundan olup, Avşar beylerine kâtiplik yaptığı bilinmektedir. Şiiri tarihsel, toplumsal olayları içeren önemli bir dönemin ürünüdür. Derviş Paşa komutasındaki Fırka–i İslahiye, göçebe ayaklan­ma­larını bastırarak onları yerleştirmekle görevlendirilmiş­tir. Dada­loğlu'nun aşireti Sivas dolaylarına yerleştirilmiş­tir.

Dadaloğlu, Türkmen başkaldırısının şiirini yazmıştır. Dili ve söyleyişi yalındır. Bir 'kavga şairi' olan Dadaloğlu Divandan etkilenmemiştir. Koşmaları Karacaoğlan'ı, ko­çaklamaları Köroğlu'nu andırır. 

ÂŞIK VEYSEL (1894–1973)

Sarkışla, Sivrialan köyünden. Çocukken gözlerini yi­tirdi. İlk saz derslerini Çamşıhlı Ali Ağa'dan almış, 1928'den sonra geziciliğe başlamıştır. Cumhuriyet'in onuncu yıldönümünde yürüyerek geldiği Ankara'da se­sini duyurmuştur. Ardından Anadolu'yu gezmiş, aydın­larla ilişki kurmuş, türkülerini radyolarda okumuştur. Ah­met Kutsi Tecer'in yardımıyla şiirleri yayımlanmış, köy enstitülerinde öğretmenlik yapmıştır.

Aşk, doğa, tasavvuf, yurt konularını, toplumsal ger­çekleri halk şiiri geleneğine bağlı olarak işlemiştir. Halk şiirini, çağdaş kültürün verilerinden yararlanarak dil, de­yiş, öz açısından zenginleştirmiştir.

Şiirleri, Deyişler, Sazımdan Sesler, Dostlar Beni Ha­tırlasın adlı kitaplarında yayımlanmıştır. 

TEKKE EDEBİYATI ŞAİRLERİ 

YUNUS EMRE (1250–1320)

Yunus Emre'nin XIII. yüzyılda Sakarya dolaylarındaki Sarıköy('de doğduğu sanılmaktadır. Taptuk Emre'nin dervişi olduğu Hacı Bektaş–ı Veli'yle ilgisi bulunduğu çeşitli eserlerle doğrulanmaktadır. Tasavvuf yolunu seç­tiği, iyi bir öğrenim gördüğü şiirlerinden anlaşılmaktadır. Anadolu'yu, Azerbaycan'ı, geniş Osmanlı coğrafyasının birçok yerlerini gezip gördüğü bilinmektedir. Mezarının bulunduğu yer, tartışmalı olup, son dönemlerde Sarıköy­'de gömülü olduğu varsayılarak adına bir anıt – mezar yapılmıştır.

Dili, düşüncesi, engin sevgisiyle beliren ozan, Ana­dolu Türk Edebiyatının en büyük ozanı olarak değer­len­dirilir. Halk, Tekke ve Divan şiirini sürekli etkileyen önemli kaynaklardan biridir. Hece ve aruzla yazdığı şiir­lerinde 'sevgi' belirleyicidir. Canlı, cansız tüm varlığı 'bir­lik' düşüncesiyle işlemiş; Tanrı'yla ilişkileri, ölüm, ya­şam gibi konuları sevginin sınırsız hoşgörüsü içinde ele almış, duymuş, yaşamıştır.

Çağının kültürünü çok iyi özümleyen ozan, duyuş ve düşüncelerini halkın diliyle anlatma becerisini göstermiş, halkın duyup da anlatamadığı en soyut konuları basit bir dörtlükte somutlayarak verebilmiştir. Halkın anlatamadık­larını anlattığından, halkla bütünleşmiş, günümüze dek süregelen bir iletişimi gerçekleştirebilmiştir. Yalnızca bu yönü bile ölümsüzlüğü için yeterlidir.

Tasavvuf düşüncesini zenginleştirir. Tekke şiirinin sözcüsü, en büyük ozanı olur. Benzetme örgüsü kendine özgüdür, gösterişe, yapmacığa kaçmaz. En karmaşık konuları bile konuşmaya yakın, anlaşılır bir dille vermiş­tir.

Tanrı'ya ulaşmayı amaçlamış, 'sevelim, sevilelim' gö­rüşünü benimsemiş; renk, dil, din ayrımı gözetmeksizin bütün yaratılanı, yaratandan ötürü kucaklamış olan ozan bireyselliği, ulusallığı aşarak evrenselleşmiştir. Anadolu'­nun içinde bulunduğu o günkü dağınıklığı bir­liğe, bütün­lüğe götüren Yunus'tur.

Dili halk dilidir. Zorunlu dinsel, tasavvufa özgü terim­ler dışında yabancı sözcük kullanmaz; anlatımını halk deyiş ve söyleyiş özellikleriyle zenginleştirmiştir. Heceyle yazdığı şiirleri daha yalındır, bunlar Divan'da toplanmış­tır. Bir de divan özelliklerini taşıyan öğretici mesnevisi var­dır: Risalet–ün Nushiyye. 

KAYGUSUZ ABDAL:

XV. yüzyılda yaşanmış bir ozan. Yaşamı konusun­daki bilgileri adına yazılmış Velâyetnâme, şiirlerinden çı­karılmaktadır. Asıl adının 'Gaybi' olduğu bilinmektedir. Alaiye beyinin oğludur. Elmalı'da Abdal Musa dergâ­hında yetişmiştir. Sonraları Mısır'a gitti, düşüncelerini yaymak için Kahire'de tekke açtığı, mezarının tekkede olduğu şiirlerinden anlaşılmaktadır. Tekkesi, Bektaşilerce önemli bir makam sayılır.

Ozan, hece ve aruzla şiirler, sözlü anlatımdan kay­naklanan yalın bir dille düzyazı örnekleri vermiştir. Halkın diliyle yazdığı nefesleri oldukça önemlidir. Ozan, bilinçaltı karmaşasını yansıtmak ister gibi, gerçeküstücü­lerde gö­rülen sayıklamaya benzer bir anlatıma başvurur. Yergici, alaycı, doymamış istekler, mutluluk özlemleri ozanın kendine özgü simgeleriyle yeni bir anlam kazanır.

Alevi–Bektaşi halk edebiyatının öncüsü sayılan oza­nın birçok eseri vardır: Dolabnâme, Yaşnâme, Budala­naâme... 

PİR SULTAN ABDAL:

XVI. yüzyılda yaşamış halk ozanlarından. Yaşamı ko­nusunda kesin bilgi yok. Sivas'ın Banazköyünde doğ­duğu asıl adının Haydar olduğu, Şah Tahmasb zama­nında yaşadığı bilinmektedir. 73 kişiyle başlattığı bir Alevi is­yanı Hızır Paşa tarafından bastırılmış, inancın­dan dön­mediği içinde astırılarak öldürülmüştür.

Alevi–Bektaşi edebiyatının en büyük ozanı olarak bi­linir. Halk dilini kullanmış, halk inançları doğrultusunda şiirler yazmış, ölümü pahasına inançlarından ödünver­memiştir. Divan edebiyatından etkilenmez, sözlü edebi­yat birikimlerinden yararlanır. Halk söyleyişişle zengin­leştirilmiş, duru bir anlatıma ulaşmayı başarır. Zengin bir lirizmi vardır.

İnsan sevgisiyle dolu olan Pir Sultan inançtan, top­lumsal yaşamdan, doğa ve sevgiden derlediği zengin bir bileşimle yetkin bir şiir oluşturur. Sevgi, toplum, inanç ozanıdır. 

MEVLANA CELALEDDİN RUMİ:

1207 yılında Beşlih'te doğduğu sanılmaktadır. Moğol tehlikesinin yaklaşması üzerine babası Anadolu'ya ge­çer. Bir süre Larende'de kaldıktan sonra Konya'ya yer­leşirler. Babasının ölümünden sonra yerine geçer. Seyyit Burhanettin'in gözetiminde tasavvuf eğitimi görür. Bilgi­sini arttırmak için Halep ve Şam'a gider. Dönüşünde çev­resinde toplananları aydınlatmaya başlar. Tibrizli Şems'le tanışma, yeni bir kimlik edinme nedeni olur. Şems'le ikili söyleyişelere girişir, kendini raksa, semaya verir. Şems­'in dedikodular sonucu, ansızın ortadan kay­bolması, Mevla­na'ya büyük acı verir. Oğlunu Şam'a göndererek Şems'i getirtir. Şens'in

 

 

KLÂSİK TÜRK EDEBİYATI

Divan şiiri beş dönemde incelenir:

1-     Kuruluş Dönemi : 1250 - 1451

2-     Geçiş Dönemi : 1451 – 1512

3-     Klasik Dönem: 1512 – 1603

4-     Sebk-i Hindî akımının etkin olduğu dönem; Şeyh Galib’i de içine alan dönem.

5-     Yerlileşme Dönemi: Sabit, Nabi’den başlayarak Nedim’i de içine alan dönem.

 

Divan edebiyatı, özellikle kuruluş çağında İran ede­bi­yatını izler. Bu edebiyat, Arap edebiyatının, eski İran kültürünün etkisindedir. Böylece, doğrudan İran ve Arap kültürlerinin etkisinde oluşmuş bir edebiyattır.

 

Bu kaynaklardan etkilenmesi Kuran, Hadis, Pey­gamber öyküleri, Ermiş söylenceleri, Tasavvuf ve Şehname’den de etkilenmiş olması demektir.

DİVAN ŞİİRİNİN BİÇİMSEL ÖZELLİKLERİ

                                      Nazım birimi beyiittir. Şair, ne söylenecekse iki di­zeden oluşmuş 'beyit'te söylemek zorundadır. Beyit, di­ğer beyitlerle ilgili, ilgisiz olabilir; böyle olması kusur sa­yılmaz. Tek dizenin de kendine özgü belirleyiciliği var­dır. Tek dizeden oluşan şiirlere 'Azâde' denir. Bir şiirdeki en güzel dizeye de “berceste” adı verilir.

                                      Nedim ve kimi şairlerin birer türküsü dışında ölçü aruz ölçüsüdür.

                                      Uyak (kafiye) kurallara bağlıdır. Bu tür uyağa 'Mukayyed' adı verilir. Tam ve zengindir. Hem kulak hem göz içindir. Uyağın zorunlu koşullara bağlanması, Divan şairlerinin yaratıcılığını engellemiştir.

                                      Nazım biçimleri şunlardır; beyitlerde kurulanlar: Gazel, mesnevi, kaside, müstezat; bentlerle kurulanlar; terkib–i bend, terci–i bend, şarkı, rubai ve tuyuğ’dur.

                                      Dil, Arapça ve Farsça sözcük ve tamlamalarla dolu 'Osmanlıca'dır. bilimsel eserler Arapça ile verilir. Edebiyat dili ise Farsça’dır.

                                      Divan Edebiyatında ölçü ve uyağın dışında söz­cükler, sözcüklerin yerleşimiyle ilgili bir 'iç âhenk' söz ko­nusudur. Bu âhenk, Türkçe’ye özgü özelliklerin en önemlisi sayılır.

                                      Benzetme örgüsüde 'derinliksiz, yapmacık bir süslülük' temeldir. Anlam ve söz sanatları çok çok kul­la­nılır. Ayrıntıları önceden saptanmış bir güzel tipi işlenir. Bu tip gerçek dışı, düşseldir; söze, dizeye, bir beyite us­talıkla yerleştirilmiş özel anlamlarla güçlendirilir. Sözcü­ğün bu özel anlamına 'mazmun' denir. Mazmun, ben­zetme örgüsünü çeşitlendiren etkenlerden yalnızca biridir.

                                      Hemen hemen diğer edebiyatlarda görülen bütün konular işlenir.

                                      Aşk gerçek, plâtonik, Tanrısal ya da bunların karış­masından oluşmuş olabilir. Sevgili erişilmezdir. Tüm gü­zellik ve acıların kaynağıdır, O gönül ülkesinin sultanıdır.

                                      Doğa, gerçek doğa olmayıp sevgilinin özelliklerini yansıtan bir aksesuar (donatımlık)dır.

                                      Şairler ergin, olgun, kendilerine özgün bir dünya gö­rüşü olan 'rint' kişilere özenirler. Şair kural tanımaz, Tanrı'yla içli dışlıdır. Yaşamından, düşüncelerinden ödün vermeyen bu tip, daha çok tasavvuftan gelmiştir; en azından tasavvufa eğilimlidir.

                                      Divan şairleri, din konusunda hoşgörülüdürler. Tu­tucu tipleri sürekli eleştirirler.

                                      İnsanın gelip geçici, dünyanın bir sınav yeri olarak bi­linmesi, ölüm korkusu Divan şairlerini çoğunlukla kö­tüm­ser yapar. Kötümserlik bu edebiyatın belirleyici özelliklerinden biridir.

 

 

Yüzyıllara göre Klâsik Edebiyat Sanatçıları

13.yy. →           Hoca Dehhanî

14.yy. →           Nesimî, Ahmedî, Kadı Burhaneddin

15.yy. →           Alî Şir Nevai,  Şeyhî,  Ahmed Paşa,  Necatî Bey,  Ahmed Dâî, Bâbür Şah

15.yy. Nesir → Âşık-Paşazâde, Sinan Paşa, Yazıcıoğlu Ali

16.yy. →           Fuzûlî, Bâkî, Hayalî Bey, Taşlıcalı Yahya Bey

17.yy. →           Nef’î, Nâbî, Şeyhülislam Yahyâ Efendi, Nâilî, Neşâtî

18. ve 19.yy. → Nedîm, Şeyh Galib, Nahifî, Koca Ragıp Paşa, Esrâr Dede, Enderûnlu Vâsıf, Yenişehirli Avnî, Keçecizâde İzzet Molla, Hersekli Hikmet, Adile Sultan, Şeref Hanım.

 

13.yy.da Hoca Dehhanî ile başlar. Türklerin İslamiyeti kabul etmeleri ve Arap Alfabesini kullanmaya başlamaları ile birlikte edebiyat Arap ve özellikle İran Edebiyatının etkisiyle gelişmeye başlar.Klâsik Türk Edebiyatı dediğimiz bu edebiyat XIX. Yüzyılın ikinci yarısına kadar devam eder.

KLÂSİK EDEBİYAT,

*Genellikle aydınlara hitap eder.

*Nazımda aruz ölçüsü kullanılır.

*Tam ya da zengin kafiye kullanılır.

*Nazım birimi beyittir.

*Arap ve İran Edebiyatından alınan gazel, kaside, mesnevî, musammat gibi nazım şekilleri kullanılır.

*En çok kullanılan türler; münacat, naat, methiye, hicviye ve mersiyedir.

*Dil Klâsik Edebiyatın ortaya çıkışında sade olmasına rağmen, Arapça ve Farsça kelime ve tamlamaların artması sonucu giderek ağırlaşmıştır.

*Sosyal konulardan çok, hikmet, tasavvuf ve aşk gibi konular işlenmiştir.

*Nesir; süslü nesir, orta nesir ve süslü nesir olmak üzere üç kolda gelişmiştir. Nesirlerde iç ahengi sağlamak için seci kullanılmıştır. Süslü nesir, sanat kaygısıyla yazıldığı için dili çok ağırdır. Süslü nesirde söylenen değil, söyleyiş önemlidir. Sade nesirde; sade bir dil kullanılmıştır, sanat endişesi yoktur. Orta nesir ise ikisinin arasında bir özelliğe sahiptir, öğreticilik yanı ağır basar.

16.yy. klâsik şiirin İran şiirinin etkisinden kurtulup kendi geleneğini oluşturduğu bir yüzyıldır. Bu yy.da şairlerimiz aruzu ustalıkla kullanmaya başlamışlardır. Bunun sonucu olarak da şiirimize Arapça ve Farsça kelimeler çokça girmiş, Türkçe kelime oranı azalmıştır.

Klâsik Türk Edebiyatında görülen hikemî tarz, Nâbî’nin öncülüğünde 17.yy.da başlamıştır.

Yine 17.yy.da Sebk-i Hindî (Hint Üslûbu) denilen yeni bir anlatım tarzı geliştirilir, uzun tamlamalar kullanılır, soyut ve sembolik bir anlatıma yer verilir. Bu anlayışın temsilcileri Nâilî ve Neşâtî’dir.

18.yy. Türk Edebiyatının en önemli özelliği, mahallîleşme akımı olmuştur. Bu akım, aynı zamanda dilde sadeleşme demek olan Türkî-i Basit anlayışı ile şiirin daha geniş kitlelere yayılmasını sağlamıştır.

Halk şiiri ile klâsik şiir arasındaki yakınlaşma 18.yy.da da devam etmiştir. Halk şiirinin etkisiyle ortaya çıkan şarkı çok sevilmiş, yeni ve millî nazım şekli olarak klâsik edebiyata kazandırılmıştır. Şairler 18.yy.da orduyla beraber birçok savaşa katılmış ve bu savaşları anlatan destanlar yazmışlardır. Bu destanlarda sadece savaşlar değil, sosyal konular da anlatılmıştır.

☼KADI  BURHANEDDİN: (1344-1398) Şair, devlet adamı, kadıdır.Çok yönlü şairdir. Tuyuğ denilen nazım şeklini en fazla kullanan şairdir. Hiçbir şiirinde isim veya mahlas kullanmamıştır.

 

☼ NASREDDİN HOCA: (1209-1285) Araştırmacıların ortak görüşüne göre Sivrihisar’ın Hortu köyünde doğmuştur. Kendisi bir dönem imamlık yapmış ve tasavvufla ilgilenmiştir. Halkımızın duygu, düşünce espri anlayışının sembolüdür.

Fıkra:İnsanları güldürürken düşündüren, bir ders verme amacı güden, kısa nükteli hikayeciklerdir.

 

☼ SÂDÎ : (1213-1292)

13.yy. İran şairidir. Bostan ve Gülistan, Sâdî’ye ün kazandıran iki önemli eserdir.Bu eserler, yüzyıllarca medreselerde okutulmuştur. Eserlerde kısa olaylar ibret levhaları halinde verilmiştir.

Akl u Işk, Gazeliyat, Hubsiyat

 

ALİ ŞİR NEVAİ

15.yy. şairi, eserlerini Çağatay Lehçesiyle yazmıştır. Klasik Çağatay Edebiyatı’nın kurucusudur ve gazelleriyle tanınır. Bütün şiirlerini Hazâinü’l-Maani adı altında dört divan halinde toplamıştır. Çocukluk döneminde yazdıklarına Garâibü’s-Sıgar; gençlik döneminde yazdıklarına Nevâdirü’ş-Şebâb; orta yaş döneminde yazdıklarına Bedayiü’l-Vasat; yaşlılığında yazdıklarına da Fevaidü’l-Kiber adını vermiştir. Bu dört kitabının yanında Farsça Divanı da vardır.

Edebiyatımızdaki ilk tezkire örneği sayılan Mecâlisü’n-Nefâis’i yazmıştır.

Ayrıca Hamse’si, Mizanü’l-Evzan’ı, Muhakemetü’l-Lügateyn’i, Mahbubü’l-Kulûb2u ile Türk diline ve kültürüne önemli hizmetlerde bulunmuştur.

 

☼ SÜLEYMAN ÇELEBİ: (15.yy.) “Vesiletü’n Necat” (Kurtuluş Vesilesi”) 9 bölümden oluşur.

Mevlid, münacât (Allah’a yakarma), velâdet (peygamberin doğumu), risalet (peygamber oluşu), miraç (peygamberin göğe yükselişi), rıhlet (peygamberin vefatı) ve dua şeklinde bölümlere ayrılmıştır.

 

☼ ŞEYHİ→Harname, Hüsrev ü Şirin adlı mesnevîsi ve  Divan’ı vardır.

Harname: Fetret  devrinde (Çelebi Mehmet zamanında) yaşamıştır.Tamamı 126 beyit  olan bu eserde Şeyhî, öküz olmaya özenen bir eşeğin ibretli hikâyesini anlatmıştır. Harname, alegorik tarzda yazılmış bir mesnevîdir. Alegori; bir olayı, bir düşünceyi, bir durumu, bir duyguyu sembollerle anlatmaya denir. Bu eserdeki eşek elindekilerle yetinmeyip emek sarfetmeden hak etmediklerine sahip olmak isteyen insanları temsil eder. Bu yolla insanlara öğüt vermek amaçlanır.

 

FUZÛLÎ

         Klâsik Türk Edebiyatının en büyük şairlerinden biridir. Türkçe, Arapça ve Farsça şiir kitabı yazacak kadar usta bir şairdir. Şiir kitaplarının yanı sıar nesir biçiminde kaleme aldığı eserleri de vardır. 16 eseri vardır. Leylâ vü Mecnûn, Şikâyetname, Türkçe Divan, Farsça Divan, Arapça Divan, Hadîkatü’s Süeda, Beng ü Bâde, Heft Cam, Rind u Zâhid, Hüsn ü Aşk.

         Fuzûlî, su Kasidesini (Hz. Muhammed’e) ona duyduğu coşkulu sevgi, saygı ve kavuşma arzusu ile yazmıştır. Kasidede “su”, Mesnevî’deki “ney” gibi insanı temsil eder. Bu sevgi o kadar çoktur ki su, dünyada ona kavuşmadan ölürse, mezar toprağının testi yapılmasını, bu testiyle peygamberimize su verilmesini istemektedir. Böylece onun elini öpme fırsatı bulacaktır.

Aşk imiş her ne var âlemde                  Ne mülk ü mâl bana verse, memnûnem

İlm, bir kîl ü kaal imiş ancak.                Ne mülk ü mâlden âzâde kılsa mahzûnem.

 

BÂKÎ→Gazel

16.yy.şairidir.Gazelleriyle tanınır. Mütevazi kalender yaşamı olan bir şairdir.Türkçe’nin ses özelliklerine bağlı kalarak döneminin en iyi eserlerini veren bir şairdir. Divan’ı, Kırk Hadis Tercümesi, Fezailü’l Cihad (Cihadın Faziletleri) ve Fezailü’l Mekke (Mekke’nin Faziletleri) adlı eserleri vardır.

Kadrini seng-i musallâda bilip ey Bâkî

Durup el bağlayanlar karşına yâran saf saf.

 

NEF’İ  ( 1572?-1635)

IV. Murat zamanında yaşamıştır.(17.yy.)Gerçek adı Ömer’dir. Hicivleriyle tanınır. En önemli eseri Siham-ı Kaza’dır. Ayrıca Türkçe Divanı ve Farsça Divanı vardır.

“Bize kâfir demiş müfti efendi

Tutalım ben ana diyem müselman

Varıldıkta yarın rûz-ı mahşere

İkimiz de çıkarız anda yalan.”

 

 

NÂBÎ:

17.yy.Divan Edebiyatı şairidir.Asıl adı Yusuf  Nâbî’dir.Arapça’da olumsuzluk bildiren iki eki yan yana getirmiştir.Olumsuzlukların şairidir.Gazelleriyle tanınır. Divanı’ndan başka, Hayriyye, Hayr-abâd, Tuhfetül-Harameyn ve Sûr-nâme adlı eserleri vardır.

Klâsik Türk Edebiyatında görülen hikemî tarz, Nâbî’nin öncülüğünde bu asırda başlamıştır.

 

 

 

NEDİM (1680-1730)

Şarkılarıyla tanınmıştır. Dili son derece sadedir. Lâle Devri’nin eğlenceleriyle başlayan “mahallîleşme akımı”nın gelişmesini sağlayarak klâsik şiirimizin katı kurallarını esnetmiştir. Dinî konularda şiir yazmamıştır. “Gülelim, oynayalım, kâm alalım dünyadan” dizesi onun hayat felsefesini çok iyi özetler. Duygu ve düşüncelerini anlatırken soyutluktan sıyrılıp İstanbul hayatını, yaşanılan çevreyi sade ve içten bir İstanbul Türkçesiyle  anlatmış, klâsik şiirimize yerli bir hava getirmiştir.

 

ŞEYH GALİP (1757-1799)  →Hüsn ü Aşk (Güzellik ve Aşk), Divan

Edebiyatımızda Sebk-i Hindî akımının en büyük üstatlarındandır. Şiirlerinde sembolik anlatıma, soyut ve kapalı hayallere, mecazlara bolca yer vermiştir. Sembollerle süslü olan şiirlerinde Klâsik Türk Edebiyatı’nın ve Türk Tasavvuf Edebiyatı’nın değerlerini işler.

Keçecizâde izzet Molla →

Konuda ve temada değişiklik yapmıştır. Divân şiirinde aşk, şarap, eğlence varken; haksızlıkları, padişah bile olsa, dile getirmiştir. II. Mahmut zamanında yaşamıştır.

PİR SULTAN ABDAL→Deme

Deme bir tarikatın nazım şeklidir.

Seydi Ali Reis→16.yy. Miratü’l  Memalik:Ülkelerin Aynası anlamında Preveze Deniz Savaşları’na katılan, deniz hakkında birçok bilgileri olan bir şairdir.

Gazel: Divan edebiyatı nazım şeklidir. Nazım birimi beyittir. Kafiye düzeni aa / ba / ca ... diye gider. Gazelin ilk beytine matla, son beytine makta, en güzel beyt’ül gazel, şairin adının geçtiği beyte ise mahlas denir.Gazeller 5-15 beyitten oluşur. Konuları genellikle aşk, sevginin güzelliği, aşığın çektiği sıkıntılar, meyhane, bazen de tasavvufi gibi konulardır.

Şair gazelinin her beytini aynı mükemmellikte yazmaya çalışır.Böyle her beyti aynı güzellikte olan gazellere yek-avaz gazel, bir konunun ele alınıp anlam bakımından beyitlerin birbirini tamamladığı gazellere de yek-ahenk gazel denir.

Tuyuğ: Türklere özgü bir nazım şeklidir.Halk edebiyatındaki Mani’nin karşılığıdır. Kafiye şeması aaba...

KASİDE

33 ile  99 beyit arasındadır.Aruz ölçüsüyle yazılır.Şairin adının geçtiği beyte taç beyit denir.En güzel beytine beytü’l kasid denir.Övgü şiiridir. Beş, altı bölümden oluşmaktadır. İlk iki beyit kendi arasında, sonraki beyitlerin ikinci dizesi ilk beyitle kafiyelidir. İlk beytine matla, son beytine makta denir. Kaside altı bölümden oluşur.

1.      Nesip: Konuya girmeden önce bir güzelliğin tasvir edildiği bölümdür.

2.      Girizgah: Nesip bölümünü methiye bölümüne bağlayan beyit veya beyitlerdir.

3.      Methiye: Kasidenin sunulacağı kişinin övgüsüne ayrılan bölümdür.

4.      Tegazül: Gazel söyleme anlamına gelir. 5-12 beyitlik bölümdür.

5.      Fahriye: Şairin kendisini övdüğü bölümdür.

6.      Dua: Methiye bölümünde övülen kişiye dua edilir.

Kasideler konularına göre adlandırılır. Allah’ın birliğini anlatan kasidelere tevhid, Allah’a yalvarma ve yakarış konulu kasidelere münacât, Hz. Peygamber’i öven kasidelere naat, devlet büyüklerini övenlere methiye, ölünün arkasından yazılanlara mersiye, birini eleştirmek için yazılanlara hicviye denir.

 

Divân Şiiri ile Halk Şiiri Arasındaki Farklar

*Divân şiiri aruz ölçüsü ile  halk şiiri ise hece ölçüsü ile yazılmıştır.

*Divân şiirinde nazım birimi olarak beyit halk şiirinde ise dörtlük kullanılmıştır.

*Divân şiiri ağır bir dille halk şiiri ise sade bir dille yazılmıştır.

*Divân şiiri tunç kafiye aranmaz halk şiirinde tunç kafiye aranır.

*Divân şiiri sarayda yetişmiş, padişahlara övgü yağdırırken halk şiirinde eleştiriler vardır. Sarayı padişahları eleştirmişlerdir.

DÜNYA EDEBİYATI

William Shakespeare: Hamlet

İngiliz Edebiyatı, tiyatro yazarı 16.yy. ve genel dünyanın edebiyatçısıdır.

Tirad:Tiyatroda bir kişinin uzun uzun konuşmasına denir.

 

Montaigne

16.yy. Fransız edebiyatı deneme yazarıdır.Eserini yirmi yılda tamamlamıştır.Bir kitabı vardır.

Goethe→18.yy. Alman şair ve yazarıdır.

 

Aruz Kusurları

Vasl: “Bağlayış, ulamademektir. Sonu ünsüzle biten bir sözcüğü, ondan sonra gelen sözcüğün ünlü harfine bağlamaktır. Ulama; ölçüde yan yana iki açık hece gerektiği zaman yapılır.

İmale: “ Çekme demektir. Ölçüde, kapalı hece gereken yerlerde açık heceyi biraz uzatarak okumaktır. 

Med: “Uzatma” demektir. Yani iki kapalı hece arasında bir açık hece bulunması gerektiğinde, sonu bir uzun ünlü ve bir ünsüzle biten birinci heceyi imaleden biraz daha uzun okumaktır.

Zihaf: “Kısma demektir. Aruzda, ölçü zorunluluğuyla Arapça ve Farsça sözcüklerdeki uzun heceyi kısa okumaktır.

Kasr: Kısa kesme, kısaltma demektir. Aruzda, uzun olan Arapça ve Farsça bir sözcüğü “hafifleştirerek okumaktır. Yani “mâh” yerine “meh” gibi.

 

Şiir: Seslerin bir uyum içinde dizelere dökülerek en güçlü duyguları, coşkuları, izlenimleri canlandırma ve insanı etkileme sanatıdır.

ŞİİRİN UNSURLARI

a.       Şekil (biçim) Unsurları             b. Muhteva (içerik) Unsurları                          

1. Nazım Birimi                                         1. Konu

2. Nazım Biçimi                                         2. Tema

3. Şiirde Ölçü                                            3. Ahenk Öğeleri

4. Uyak (kafiye), Redif                              4. Dil ve Anlatım

Biçim Öğeleri

Duygu, düşünce ve hayalden doğan, dize kümelerinden oluşan ölçülü ve uyaklı anlatım biçime nazım denir. Ayrıca ölçü ve uyağın kullanılmadığı nazım örnekleri de vardır. Bunlara serbest nazım denir.

1. Nazım Birimi

Şiiri oluşturan dize kümelerine denir. Şiirde en küçük nazım birimine dize denir. İslâmiyet öncesi Türk şiirinde ve halk şiirinde dörtlük; Klâsik Türk şiirinde beyit, Çağdaş Türk şiirinde de dize nazım birimi olarak kullanılmıştır.

a. Dize (Mısra) b. Beyit            c. Dörtlük                    d. Bent

 

2. Nazım Şekli (Nazım Biçimi)

Manzumelerin uyak örgüsü, nazım birimi ve ölçüsüne göre kazandığı dış özelliğin genel adına nazım biçimi denir. Türk edebiyatında kullanılan başlıca nazım biçimleri:

Halk Edebiyatı                      Klâsik Türk Edb.                                            Tanzimat Sonrası Türk Edb.

Destan                                  Gazel                                                                          Sone

Koşma                                 Kaside                                                                        Terza-rima

Semâî                                   Mesnevî

Varsağı                                 Müstezat

Mâni                                     Terkb-i Bend

Türkü                                   Terci-i Bend

İlâhî                                      Rubaî

                                            Murabba

                                            Şarkı

                                            Tuyuğ

 

3. Şiirde Ölçü

a.       Hece ölçüsü                   

b.       Aruz ölçüsü

Dize sonlarındaki heceler açık da olsa kapalı sayılır

Aruz ölçüsü ile yazılan her şiiri kalıplarının uyumuna göre okumaya takti denir.

        

4. Uyak (Kafiye), Redif

Redif: Dize sonlarında tekrarlanan aynı görevdeki eklere; aynı anlamdaki sözcük veya sözcük gruplarına redif denir.

Uyak: En az iki dizenin sonunda tekrarlanan yazılışları aynı, görev ve anlamları farklı ses ya da ses gruplarının oluşturduğu benzerliktir.

A. Uyak Çeşitleri

a.       Yarım uyak: Dize sonlarındaki sözcüklerde görülen tek ses benzerliğine denir.

“Akar gözlerimden kan ile yaşım                -ım’lar redif

Dün ü günü hasret çekmedir işim                “-ş” sesleri yarım uyaktır.

Hem ehlim ayalim, oğlum , yoldaşım

Şunları da hoşça tutun ağalar.”      Öksüz Dede

 

b.      Tam uyak. Dize sonlarındaki iki sesin benzeşmesine dayanan uyaktır.

“Yüksel ki yerin bu yer değildir.                                         değil’dirler ; redif

Dünyaya geliş hüner değildir.”        Namık Kemal              -er’ler; tam uyak

 

c.       Zengin uyak: Dize sonlarındaki ikiden fazla sesin benzerliğine dayanan uyaktır.

“Bu ıslıkla uzayan, dönen, kıvrılan yollar                       yollar; redif

Uykuya varmış gibi görünen yılan yolar”                       -ılan; zengin uyaktır

      

d.      Tunç uyak: Uyağı oluşturan sözcüklerden birinin diğer sözcüğün içinde tam olarak yer almasıyla oluşan uyaktır.

“Bir gün dedim ki: ‘İstemem artık ne yer ne yâr!’                     yar; tunç uyak

Çıktım sürekli gurbete, gezdim diyar diyar”      

e.       Cinaslı uyak: Yazılışları aynı, anlamları ayrı sözcüklerin oluşturduğu uyak çeşididir.

“Madem çoban değildin

Arkandaki sürü ne?

Beni yârdan ayıran

Sürüm sürüm sürüne

 

B. Uyak Örgüsü ( Kafiye Düzeni):

Bir nazım biriminde yer alan dizelerin belli bir düzen içerisinde birbirleriyle uyaklanması uyak örgüsünü oluşturur.

a.       Düz uyak: Dizelerin kendi ararlarında uyaklanmasıyla oluşan uyak örgüsüdür.

—a                                   —b                             —a                              —a

—a                        —b                             —a                              —a

                                                                 —a                              —a

                                                                 —a                              —b

“Benim dostum gelişinden bellidir   a

Ak elleri deste deste güllüdür                     a

Güzel seven yiğitler de bellidir                    a

Melil mahzun gezer iller içinde                    b

 

b.      Çapraz uyak: Dizelerin abab biçiminde uyaklanmasıdır.

“Bazen kader gelen bora halinde zorludur   a

Dağlar nasıl bakarsa siyah ufka öyle bak    b

Bazen de cevr eden nice bir âdem oğludur a

Görmek değil düşünmeye bîgâne kal, bırak”           b

 

c.        Sarma uyak:  Dizelerin abba biçiminde uyaklanmasıdır.

“Çözülen bir demetten indiler birer birer                 a

Bırak yorgun başları bu taşlarda uyusun                 b

Tutuşmuş ruhlarına bir damla gözyaşı sun    b

Bir sebile döküldü bembeyaz güvercinler    a

 

MUAHTEVA UNSURLARI (İÇERİK ÖĞELERİ)

1. Konu: Şiirde, sanatçı üzerinde durduğu durum, olay veya düşünceye konu denir. Aşk, sevgi, ayrılık, ölüm, vatan sevgisi gibi her şey şiirin konusu olabilir.

2. Tema: Sanatçının, eseriyle okuyucuya vermek istediği mesaja tema denir. Tema, şiirde yoğun olarak işlenen duygular ve hayallerden doğar.

3. Ahenk Unsurları

a.       Armoni: Türlü seslerin uyumu

*Aliterasyon: Aynı ünsüzlerin bir veya birkaç dizede tekrarıyla sağlanan uyumdur.

* Asonans: Şiirlerdeki ünlülerin benzer seslerden seçilmesiyle sağlanan uyumdur.

b.      Ritm: Hecelerdeki vurgu, uzunluk, yükseklik gibi ses özelliklerinin, durakların düzenli bir şekilde tekrarlanmasından doğan ses uyumudur.

       4. Dil ve Anlatım

            Şairin duygui düşünce ve hayallerini anlatırken seçtiği sözcükler, sözcük grupları; kısacası dili kullanım biçimi onun üslûbunu oluşturur. 

 

 

EDEBÎ SANATLAR

Mecazlar:

            1.Teşbih

            2.İstiare

            3.Mecaz-ı Mürsel

            4.Kinaye

            5. Ta’riz

            6.Teşhis ve İntak

1.Teşbih: Sözü daha  etkili bir duruma getirmek için, aralarında türlü yönlerden ilgi bulunan iki şeyden, benzerlik bakımından güçsüz durumda olanı nitelikçe daha üstün olana benzetmektir. Teşbih bir benzetme sanatı değildir. Çünkü sözcükler gerçek anlamlarında kullanılır. Dört öğesi vardır:                     1. Benzetilen: Nitelik bakımından daha güçsüz olan

2. Kendisine benzetilen: Nitelik bakımından daha üstün, daha güçlü olan.

3. Benzetme yönü: Birbirine benzetilenler arasındaki ortak ilgi benzeyiş.

4. Benzetme edatı

         “Rüya gibi bir yazdı, yarattın hevesinle”

         2. İstiare: Bir şeyi kendi adının dışında, türlü yönlerden benzediği başka bir şeyin adıyla anma. Bu bakımdan istiare hem bir mecaz hem de bir benzetme sanatıdır. İstiarenin iki yönlü özelliğine göre, bir istiarede şu üç niteliğin bulunması gerekir:

a-      Sözcüğün gerçek anlamının dışında herhangi bir kavrama ya da nesneye ad olması.

b-     Engelleyici ipucu bulunması yani sözcüğün kendi anlamında kullanılmasının olanaksız olması.

c-      Benzetme amacının bulunması

A. Açık istiare: Benzetme öğelerinden yalnız kendisine benzetilenle yapılan istiaredir. Benzetilen söylenmez.

            Âşiyân-ı mürg-ı dil zülf-i perîşânındadır

            Kanda olsam ey perî gönlüm senin yanındadır.

“Dünyaya geldiğim anda

yürüdüm aynı zamanda

İki kapalı handa

Gidiyorum gündüz gece”

B. Kapalı istiare: Benzetme öğelerinden yalnız benzetilenle yapılan istiaredir.

            Mecnun ana verdi cümle rahtın

            Pâk eyledi bergden dırahtın

“Eğilmiş arza, kanar muttasıl kanar güller”

 

“ A kara kız kara kız

Saçlarını tara kız

Gönlüm uçtu yuvadan

Perçeminde ara kız.”

 

3. Mecaz-ı Mürsel: Bir sözü, gerçek anlamının dışında benzetme amacı gütmeden kullanma.(Ad aktarması)

            Bir nice doyunca kanalım câm-ı murâda

            Bir lahza komaz sâkî-i devran elimizde

“Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl”

4. Kinaye: Bir sözü gerçek anlamının dışında benzetme amacı gütmeden ve engelleyici ipucu olmaksızın mecazlı anlamda kullanma. Gerçeği mecaz yoluyla dolaylı olarak anlatmaktır. Sözün gerçek anlamı olsa da asıl anlatılmak istenen mecaz anlamdır.

            Bâkî yine mey içmeğe and içti demişler

            Dîvâne midir bâde dururken içe andı

“Ben toprak oldum yoluna

Sen aşırı gözetirsin

Şu karşıma göğüs geren

Taş bağırlı dağlar mısın?”

5. Ta’riz: Söylenen sözün ya da kavramın gerçek ve mecazlı anlamı dışında büsbütün tersini kastetmektir.

 

                        Ters Öğüt Destanı

            Bir nasihatım var zamana uygun                        Her nere gidersen eyle talanı

            Tut sözümü yattıkça yat uyanma                       Öyle yap ki ağlatasın güleni

            Meşhur bir kelâmdır sen kazan sen ye  Bir saatte söyle yüz bin yalanı

            El için yok yere yanma                         El bir doğru söylerse inanma     (Huzurî)

6. Teşhis ve İntak: İnsan dışındaki varlıklara insan özelliği kazandırmaya teşhis; insan dışındaki varlıkların insan gibi konuşturmaya da intak denir.

“Haliç’te bir vapuru vurdular dört kişi,

Demirlemişti eli kolu bağlıydı ağlıyordu.”

Anlamla İlgili Sanatlar:

1.Tecâhül-i Arif

            2. Hüsn-i Ta’lil

            3.Mübalağa

   4.Tezad

   5.Tekrir

   6.Nida

   7.İsatifham

   8.Telmih

   9. Tevriye

Tecâhül-i Arif: Bilinen bir gerçeği, bir nükteye dayanarak bilmiyormuş gibi söylemektir.

“Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?”

 

“Şakaklarıma kar mı yağdı, ne var?

Benim Allah’ım bu çizgili yüz?

Ya gözler altındaki mor halkalar,

Neden böyle düşman görünürsünüz

Yıllar yılı    dost bildiğim aynalar.”

İstifham: Soru sorma sanatıdır.

Hüsn-i Talil: Güzel sebep gösterme sanatıdır.

“Kadrin bilmeyenler alır eline

Onun için boynun eğri menekşe.”

Güzel şeyler düşünelim diye

Yemyeşil oluvermiş ağaçlar

Üstelik seni sevmek haşlanmış pirinçleri beyazlatır

Güvercinliktir bu alem

Konan göçer demedim mi

Telmih:Tarihi bir olayı hatırlatma sanatıdır.

“Vefasız Aslı’ya yol gösteren bu,

Kerem’in sazına cevap veren bu.”

Tenasüp: Bir beyitte anlamca ilgili kelimelerin sıralanmasıdır.

“Beni candan usandırdı cefadan yâr usanmaz mı?

Felekler yandı âhımdan muradım şem’i yanmaz mı?

 

Bülbüllerin ister seni ey gonce-dehen gel

Gül gittiğini anmayalım gülşene sen gel

Beytinde bülbül, gonce-dehen (gonca ağızlı), gül, gülşen (gül bahçesi) sözcükleri anlamca birbirleriyle ilgilidir.

Birinci dizede verilen sözcüklerden birden çoğunun ikinci dizede anlamca ilişkileri verilmişse bu sanata “leff ü neşir” adı verilir.

Sözcükler karşılıklı düzenli verilmişse 'müretteb', verilmemişse ‘müşevveş’  leff ü neşir adını alır.

Bâran değil, şafak değil, ebr–i seher değil

Göz yaşıdır, ciğer kanıdır, dûd–i âhtır

beytinde, bâran (yağmur)–gözyaşı (şafak–kan), ebr–i seher (seher bulutu) dûd–i âh (ahın dumanı) ilgili söz­cük­lerdir.

KUŞKULANDIRMA (İlhâm): İki ya da daha çok an­lamlı bir sözcüğün en yakın anlamını kullanır görüne­rek, en uzak anlamını kullanmaktır:

Bâki çemende hayli perişan imiş varak

Benzer ki bir şikâyeti var rüzgardan

beytinde, rüzgar 'yel' anlamında kullanılmış görünmekle birlikte 'zaman' anlamında kullanılmıştır. Sözcüğün ayıp sayılan anlamı verilmek isteniyorsa 'ihamı kabih' denilir. Başka sözcükle anlam ilişkisi kuruluyorsa 'hâm–ı tena­süb', anlam ilişkisi karşıtlık temelindeyse 'ihâm–ı tezat' dı verilir. Bu sanatın en yaygın biçimi 'tevriye' dir

 

Mübalağa: Bir şeyi olduğundan fazla gösterme sanatı.Abartma

Tecrid: Şairin kendisinden başka biriymiş gibi bahsetmesidir.

İcaz: Bir fikri az kelime ile özlü bir şekilde anlatmaya denir.Sözü az, anlamı çok olacak surette amacı anlatmak makbul icazdır. Atasözleri, vecizeler, hikmetli sözler bu gruba girer.

 

Tevriye: Birden fazla anlamı olan bir sözcüğün yakın anlamını söyleyerek uzak anlamını kastetmektir.

“Bâkî çemende hayli perişan imiş varak

Benzer ki bir şikâyeti var rüzgârdan.”

 

Tezat: İki düşünce, duygu ve hayal arasında birbirine karşıt olan nitelikleri ve benzerlikleri bir arada söyleme sanatıdır.

“Ne efsunkâr imişsin ah ey dîdâr-ı hürriyet

Esir-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esâretten.”

 

Tekrir: sözün etkisini güçlendirmek amacıyla, sözcük veya sözcük grubunu yinelemektir.

“Ey varlığı varı var eden var

Yok yok sana yok demek ne düşvâr

Tezkire: Yazarların, şairlerin hayatlarının anlatıldığı bölümdür.

Latifi: 16.yy. yazarıdır. Kanuni zamanında yaşamıştır.Tezkireleriyle tanınmıştır.Tezkireler bir tür edebiyat tarihi görevini görürler.

Şairlerin, yazarların hayatları, sanatları ve eserleri hakkında bilgi verirler.Normalde tezkireler ansiklopedi şeklinde yazılır.

 

TEVRİYE: Birden çok anlamlı sözcüğün bütün an­lamlarıyla kullanılmasıdır.

KARŞITLIK (tezat): Anlamca karşıt sözcüklerin aynı dize, beyitte verilmesidir:

Karlar altında nevbâhârım ben

bu beyitte kar ile nevbâhâr (ilkbahar) anlamca kar­şıt­tır.

 

YİNELEME : Birden çok anlamlı sözcüğün, söz öbeğinin yinelenmesidir. 'Tekrar' bir anlatım kusuru ola­rak görülür; oysa 'tekrir' bir sanattır:

Çal sevdiceğim, çal güzelim, çal meleğim çal!

 

ANIŞTIRMA (Telmih): Bilinen bir olayı, kişiyi, öy­küyü, atasözünü dolaylı bir biçimde anımsatmadır:

 

Ey dost senin yoluna canım vereyim mevla

Aşkın komayayım od'a gireyim mevla

dizelerinde İbrahim peygamberin Firavun tarafından ateşe atılması anımsatılmaktadır.

 

CİNAS: Biçim ve söyleyişte aynı, anlamca değişik sözcüklerin aynı beyitte kullanılmasıdır:

Kalem böyle çalınmıştır yazıma

Yazım kışa uymaz kışım yazıma

 

Gidince bitermiş bitsin ne yapalım

Her şey yarım yarim.

 

TÜREME (İştikak): Aynı kökten sözcükleri bir arada­kullanmak sanatıdır:

Hâlâ o cehâlet, o tecâhül, ve o techil

 

Lâlelim

Lâleli'de oturur

Lâleli

Lâle kokar lâlelimden

Lâleli'den geçilir

Lâlelimden geçilmez.

 

SAVLAMA (İrsal–i mesel): Sözde, yazıda anlamı güçlendirmek için atasözü, özdeyiş yaygın sözlerden ya­rarlanmaktır:

Bilenlerce bu söz çok anımsanır.

Kim ki çok söyler ise çok yanılır.

 

SORULAMA (İstifham): Sorma, sorarak anlamadır:

Bu eller miydi masalar arasından.

Rüyalara uzattığım bu eller miydi?

 

ÇAPRAZLAMA (Akis): Bir dizeyi, cümleyi değiştire­rek yeni bir dize cümle oluşturmaktır:

Mecaz oldu hakikat, hakikat oldu mecaz.

Utandım ağlayarak, ağladım utanmayarak.

 

DÖNMEK (Rücu): Sözünü geri almak, cayma türün­den bir sanattır:

Ne dedim tövbeler olsun bu da kötü bir eylemdir.

KERTELEMEK (Tedriç): Bir düşünce ya da tasarımı dereceleyerek söylemektir. Dereceleme büyükten kü­çüğe, küçükten büyüğe olabilir:

İki asker mızrak mızrağa, kılıç kılıca, hançer hançere hatta boğaz boğaza geldiler.

 

LUGAZ–MUAMMA: Manzum bilmece; muamma da insan, lugazda her şey konu alınabilir:

Bende yok sabr ü sükûn sende vefadan zerre

İki yoktan ne çıkar fikredelim bir kerre.

 

İki yok nâ, bî olumsuzluk ekleridir. Birleşince NÂBÎ adını verir.

Ol nedir ki âlem ana dolanır

Kulağını büktükçe ağzı sulanır.

'çeşme'

 

TEFRİK: İki şeyi birleştirdikten sonra ayrım noktala­rını vermektir. 

İSTİDRAK: Över gibi görünerek yerme, yerer görü­nerek övmedir. 

İCAZ: En az sözcükle anlatma sanatıdır. 

TEDRİT: Sözü, olayı beklenmedik biçimde sonuç­landırmaktır:

Şiire yeltenenler çoğaldı, şair azaldı.

Yok öyle değil, şairin yalnız adı kaldı. 

DOKUNMA (tariz): Bir kişiyi, olayı, düşünceyi alaya almak, yermek için bir sözü tam tersine kulanmaktır.

Dünyada bir sizin baktığınız taylar büyüyor,

Bir siz uyuduğunuzda sabah oluyor,

Siz dokundunuz mu bebelerin kan damlıyor yanak­ları,

Sonra biz, sizsiz ne yaparız efendiler (!)

 

DEĞİNMECE (Kinaye): Amacını dolaylı, kapalı bir biçimde anlatan sözdür. Edebiyatta, bir sözün hem ger­çek hem değişmece anlamıyla kullanılmasıdır. Asıl vur­gu­lanan sözcüğün, değişen anlamıdır. Anlamı yeterince açık, kapalı olabilir. Daha çok deyim özellikli sözcüklerle yapılır:

eli açık

"Değişmec anlamı hırsızlık, gerçek anlam, uzun elli olmaktır."

Şu karşıma göğüs geren

Taş bağırlı dağlar mısın.

"Değişmece anlamı katılık, duygusuzluk; gerçek an­lamı dağın taşlık olmasıdır."

DİVAN EDEBİYATINDA NAZIM BİÇİMLERİ

 

GAZEL

Beyit birimiyle kurulmuş bir nazım biçimidir. Uyak dizilişi; aa – ba – ca – da.... dır. Beyit sayısı 5 – 12 ara­sıdır. 15 beyitten oluşanlarda da vardır. Aruzun bütün kalıplarıyla yazılır. Bu türde en çok aşk, doğa, toplumsal konular işlenir. İlk beytine 'matla', son beytine 'makta' adı verilir. En güzel beytine 'beyt–ül gazel' denir. Anlam birliği taşıyan, konuda bütünsellik gösteren gazellere 'yek – ahenk', ses birliği içinde bulunan ve her beyti aynı gü­zellikte olanlara 'yek–avaz' adı verilir. Şairin adının geç­tiği 'taç' beyit'tir.

Kasidenin 'tegazzül' bölümünden' bağımsız bir bi­çim­selliğe varmıştır.

Duygularda incelik, derinlik hayalde genişlik isteyen nazım biçimidir.

Müstezat, musammat gazel çeşitleri vardır. Musam­mat gazelde dize kendi içinde de uyaklıdır. 

 

KASİDE:

Beyit birimiyle yazılır. Uyak dizilişi gazeldeki gibidir; aa–ba–ca–da.... biçiminde uyaklanır. Beyit sayısı 33 – 39 arasıdır. Aruzun her kalıbıyla yazılır.

Giriş beytine 'matla', bitiş beytine 'makta', en güzel­beytine 'beyt–ül kasid', şairin adının geçtiği beyte 'taç be­yit'denir.

Yazılış amacına göre adlar alır:

Tanrı birliğini anlatıyorsa: tevhid

Tanrı'ya yakarmak için yazılmışsa: münacaat

Peygamberi, din büyüklerini övüyorsa: naat

Padişahı, dönemin büyüklerinden birini anlatıyorsa: medhiye

Yermek için yazılmışsa: hicviye

Ölüm nedeniyle yazılmışsa: mersiye adını alır.

Kasidelerin çoğu 'övgü' amacıyla yazılmış olup, özel bir plâna uyarlar.

 

Nesib (keşbib): Kasidenin giriş bölümüdür. Uzun bir gazeli andırır. Doğa, çevre, önemli günler üzerine ya­zıl­mış olabilir. Betimlemeler kasidenin canlı, yaşayan yö­nünü oluşturur. Beyit sayısı sınırlanmaz.

Tegazzül, nesibden sonra gelen, aynı ölçüyle yazı­lan bir gazeldir. Aşk duygularını anlatır.

Girizgâh, Asıl bölüme, amaca geçişi sağlayan tek be­yittir.

Medhiye, övgü bölümüdür. Abartmalı, yapmacıktır.

Fahriye, şairin kendini övdüğü bölümdür.

Dua, Tanrı'dan şairin iyilik dilediği bölümdür.

 

MESNEVİ

Beyitlerle kurulmuş beyitlerin kendi aralarında uyak­landığı bir nazım türüdür: aa – bb – cc – dd.. Böyle uyak­lanması, kolaylığı nedeniyle uzun konuların anlatıldığı bir tür olmasında tek etken olmuştur. Örneğin, Şehnâme 60 bin, Mevlâna'nın mesnevisi 26 bin beyittir. Destan konu­ları, uzun aşk öyküleri, hikmet – tasavvuf içerikli anlatılar için bu tür yeğlenmiştir.

Türk edebiyatında ilk mesnevi 'Kutadgu Bilig' dir. Fu­zulî'nin Leylâ ve Mecnun'u, Şeyh Galip'in Hüsn–ü Aşk'ı bu türün en yetkin örneklerindendir. 

 

MÜSTEZAT

Gazelin uzun dizelerine kısa dizelerin eklenmesiyle oluşan bir nazım türüdür. Arapça 'ziyâde'den türetilmiş sözcüktür. Kısa dizelere ziyâde (artık) denir. Ziyâdeler anlamca üstteki dizeye bağlanır, uyakça bağ­lanmayabi­lir.

Uyak örgüsü; a(b) a(b) – x(x) a(b) ya da a(a) a (a) – b (b) a (a) – c (c) a (c) .... biçimindedir.

 

KIT'A

İlk beyti olmayan gazel biçiminde kurulmuştur. İki, üç daha çok beyitten oluşmuş olabilir. Uyaklanışı; abab bi­çimindedir. Çoğunlukla iki beyitli olduğundan kıta dörtlük adını almıştır. Oysa daha çok beyitten oluşmuş kıt'alar vardır.

 

DİVAN EDEBİYATI-3

(1361 kelime)
(19 okuma)   



nbsp;

TERKİB–İ BENT

Bent sayısı beş ile on yedi arasında değişir. Şiirin her bendi kendi içinde iki bölüme ayrılır: hâne – vasıta.

Hâneler gazel gibi uyaklanır. Çoğu yedi, sekiz beyit olur. Bütün dizeleri birbiriyle uyaklı hâneler de vardır.

Vâsıta tek beyittir. Beyin dizeleri kendi aralarında uyaklanır. Vâsıta, hânelerden sonra gelişir, her bendin sonunda değişir.

Terkib–i bent hikmetli, öğretici, yerici konuların yazı­mında kullanılan bir nazım biçimidir. Edebiyatımızda kimi mersiyeler de bu nazım biçimiyle yazılmıştır (Kanunî Sultan Süleyman Mersiyesi gibi).

Uyak düzeni; aa – ba – ca – da – ss / ff – ef – gf – hf – zz biçimindedir.

Terkib–i bentler, şairlerinin adlarıyla anılırlar: Bağdatlı Ruhi, Ziya Paşa'nın terkib–i bentleri ünlüdür. Bakî'nin 'Mersiye'si, Nef'i'nin 'Sakinâme'si, Yahya Kemâl'in 'Se­limnâme'si de türün önemli eselerindendir. 

TERCİ–İ BENT

Terkib–i bende benzeyen nazım biçimidir. Bentler­den oluşur. Bentlerde haneler gazel gibi, vasıta kendi içinde uyaklanır. Terkib–i bentten 'vasıta'nın tek, aynı beyit olması, her bendin sonunda yinelenmesiyle ayrılır. Din, tasavvuf, felsefe konularını işler. 

RÜBÂÎ

Uyak dizilişi, gazelin ilk iki beyitini andırır. Dörtlük dü­zenine göre kurulmuştur.

Kendine özgü ölçüleri vardır. İran edebiyatından alınmış bu türün en belirgin yönü, bir dörtlükte bir dünya görüşünü bir felsefeyi eksiksiz vermesidir. Büyük ustalık, düşünce yetkinliği ister.

İran edebiyatında Ömer Hayyam, Anadolu'da Mev­lâna bu türün en büyükleri sayılırlar.

 

TUYUK

Rübâîye benzer, uyaklanışı da öyledir. Nazım birimi dörtlüktür. Türk halk edebiyatındaki mâninin aruz ölçü­süyle yazılmış bir biçimidir. Hikmeti derin, tasavvufa özgü düşünce, duyguların anlatıldığı şiirlerdir. Uyaklanışı; aaxa'dır.

 

MUSAMMAT

Dörtlü, beşli, altılı, yedili dizeli bentlerden oluşan na­zım biçimlerine verilen addır.

Başlıcaları şunlardır: 

MURABBA

Dört dizeden oluşur. Bent sayısı üç – dokuz arasıdır. Felsefeye özgü düşünceler, aşk konularının anlatımında kullanılır. Uyaklanışı; aaaa – bbba'dır. Beşli, altılı mu­sammatlar da vardır. 

ŞARKI

Murabbaya benzer bir nazım biçimidir. Halk edebiya­tımızdaki 'koşma' dan türemiş olması olasıdır. Bestele­mek için yazılır. Aruzun kısa, oynak ölçüleri kul­lanılır. Dil ya­lın, canlıdır çoğunlukla. Şarkıda günlük ma­ceralar, ha­fif aşk konuları, şuhluk işlenir. Şarkının en gü­zel örnekle­rini Nedim vermiştir. Bent sayısı iki – beş arasıdır. Her ben­din en güçlü üçüncü dizesine 'miyan' adı verilir. Uyaklanışı şöyledir; aaaa – sssa/abab – sssb­'dir. 

MUHAMMES

Beş dizeli bentlerle kurulan bir nazım biçimidir. İlk bendin dizeleri kendi aralarında uyaklanır.

Her bendin, son dizeleri kedi aralarında uyaklanırsa 'tardiyye' adını alır.

Başkasının yazdığı bir gazelin beyitlerinin başlarına üç dize eklemekle oluşanlara 'tahmis' denir. Eğer beyitin dizeleri arasına üçer dize yerleştirilmişse muhammes 'taştir' adını alır.

Uyaklanışı şöyledir; aaaaa – bbbba – cccca....

 

DİVAN EDEBİYATI ŞAİRLERİ

İslâmlığın etkisiyle ilk ürünler, Hâkaniye lehçesiyle XI. yüzyılda Anadolu'nun dışında verilmiştir. XIII. yüzyıl­dan itibaren Divan edebiyatının ilk ürünleri görülmeye başlanır.

Din – Tasavvuf konularında Sultan Veled, Ahmet Fakih, Şeyyad Hamza; din – dışı konularda Hoca Deh­hâni önemli sanatçılardır.

XIV. yüzyılda, Azerice din – dışı konularda Kadı Bur­haneddin, din – tasavvuf yolunda Seyid Nesimî; Anadolu lehçesiyle Ahmedi, Âşık paşa çeşitli eserler ve­rirler.

XV. yüzyılda; din – dışı konularda, Şeyhi, Ahmed Paşa, Necati, Ali Şir Nevâi (Çağatay lehçesiyle); din ko­nusunda Süleyman Çelebi başarılı eserleriyle dönemi belirlerler.

XVI. yüzyılda, Azeri lehçesiyle, din – dışı konularda gazelleriyle Fuzuli; Anadolu lehçesiyle, yine din – dışı konularda gazel, kasideleriyle Zâti, Hayâli, Nev'i; terkib – i bendi'yle Bağdatlı Ruhi; hamsesiyle Taşlıcalı Yahya; kaside ve gazelleriyle Bâki yer alır.

XVII. yüzyılda: Kaside alanında Türk edebiyatının en ünlü şairi Nef'i, gazelleriyl Şeyhülislâm Yahya, Nâili; öğ­retici şiirde Nâbi, rübaide Azmizade Haleti, mesnevide Nev'izade Atâi ünlü sanatçılardır.

XVI, XVII. yüzyıllarda 'nazire' yerine Divan şairlerinin özgün eserler ürettikleri görülür. Dönem, divanın izlediği çizgide öz, biçimde doruk noktasına ulaştığı dönemdir.

 

DEHHÂNİ

XIII. yüzyıl şairlerinden. Yaşamı üzerine az şey bili­ni­yor. III. Alâeddin Keykubat döneminde Konya'ya gel­miş, saraya girmiştir. Horasan Türkmenlerinden olduğu an­la­şılmaktadır. Sultan'ın buyruğu üzerine Farsça yirmi bin beyitlik bir Selçuk Şehnâmesi yazdığı kimi kaynak­larda belirtilmişse de bu eser bulunamamıştır.

Divan şiirinin ilk büyük ustasıdır. İran etkisindeki din – dışı şiir Dehhâni'yle görülmeye başlanır. Benzetme ör­güsü, düşsel gücüyle bu şiir daha çok sanatsal güzelliği amaçlar; oysa o dönem şiirinde 'öğreticilik' birinci plân­dadır. Kendine özgü bir şiir dili yaratır.

Bilinen bir kasidesi ile dokuz gazeli, Prof. Mecdut Mansuroğlu tarafından yayımlanmıştır (1947).

 

ŞEYHİ

XV. yüzyılda yaşayan şair Kütahyalı'dır. Germiyan Türkmenlerinin önde gelen bir ailesinden olduğu sanıl­maktadır. İran'da tasavvuf, tıp okumuştur. Şeyhi mahlası almasının nedeni Hacı Bayram–ı Veli'ye bağlanmasıdır. Germiyan beyi II. Yakup'un doktoru olarak ünlenir. Çe­lebi Sultan Mehmet'i tedavi ettiğinden 'Tokuzlu' köyü kendine tımar olarak verilir.

Dili, canlı anlatım ve betimlemeleriyle çağının büyük ozanlarındandır. Tasavvuf, İran şiiri özelliklerini birleştire­rek Divanın gelişimine katkıda bulunur. Kendinden son­raki şairlerin esin kaynağı olmuştur. Şiirlerine birçok 'na­zire'ler yazılmıştır.

Konusunu Nizami'den aldığı Husrev ü Şirin, benzer­lerinin en iyisi olarak görülür. Hâbnâbe çevirisiyle, Ney­nâme adlı bir mesnevisi olduğu söylenirse de, bu eserler bulunamamıştır.

En önemli eseri 'Hârnâme' mesnevisidir. Bir eşeğin öyküsünün anlatıldığı Hârnâme'nin Arapça bir darbıme­sel, bir İran şairinin 'Zâdü'l Müsâfirin' adlı eserinden esinlenilerek yazıldığı belirtilir. Şairin başından geçen bir soygun olayına bağlanır. 126 beyitlik bir küçük mesne­vi­dir. Fabl nitelikli, alegorik bir eserdir. Hiciv edebiyatının en güzel eserlerinden biri sayılır.

 

NECATİ

XV. yüzyılın büyük şairlerindendir. Yaşamı üzerine çok şey bilinmez. Bir hanımın kölesi olduğu, iyi bir öğre­nim gördüğü sanılmaktadır. Kastamonu'da adı duyul­maya başlanmış, bir şiiriyle Fatih'in dikkatini çekince di­van kâtipliğine atanarak İstanbul'a yerleşmesi sağlan­mıştır. Fatih'ten sonra da çeşitli görevlerde bulunan Ne­câti, kendine özgü imgeleri, yalın, atasözleri, halk söyle­yişleriyle zenginleştirilmiş dili, incelikli deyiş ve öz­gün anlatımıyla belirginleşir. Şiiri yalın ve doğaldır. İran ede­biyatının bir yerde etkisini kırdığı söylenebilir. Mazmunları günlük yaşama indirir, canlandırır. Öğretici şiiri kuruluk­tan kurtarır.

Birçok eseri olduğu belgelerde belirtilmişse de eli­mizde yalnıca Divanı bulunmaktadır. 

 

ALİ ŞİR NEVÂİ

Çağatay şairlerindendir. Herat'ta doğmuştur (1441 – 1501). İyi bir öğrenim görmüş, yakını Hüseyin Baykara­'ya danışmanlık yapmıştır. Sanatçıları koruyan, gözeten sanatçı, halk tarafından çok sevilmiştir.

Sanatçı kişiliği, bilgisiyle ünlenen şair, bozkır halkın­dan bir kültür halkı çıkarmaya çalışır. Türkçe'nin birleşti­rici, ortak güç olarak zenginliğini göstermek amacıyla 'Muhakemetü'l – Lugateyn'i yazar. Bu eser, ulusal bilin­cin vurgulandığı önemli bir eserdir. Divan şiirinin tüm in­celiklerini taşıyan kitapları nedeniyle, bu edeiyat içinde incelenir. Doğu Türkçe'sini bir yazı, edebiyat dili olarak diriltmek, bütün Türkleri bu dilin etrafında birleştirmek ister.

Dört divanı vardır: Garâib–üs Sıgar'da küçükken yazdığı şiirleri Nevadir–üş Şebap'ta gençken yazdıkla­rını, Bedhayi–ül Vasat'ta orta yaşta yazdıklarını, Fevaid–ül Kiber'de yaşlılıkta yazdıklarını toplar. İçinde Ferhad ü Şi­rin, Leyli vü Mecnun öyküleri bulunan 'Hamse'si; Mahzen ül Esrar, Mantık–ut Tayr gibi çeviri, manzum eserleri vardır. İlk şairler tezkiresi Mecalis – ün Nefâis; ayrıca Mi­zan–ül Evzan, Mahbub–ul Kulub gibi eserleri vardır.

 

SÜLEYMAN ÇELEBİ

XV. yüzyılda yaşamıştır. Yaşamı üzerine bilinenler sınırlıdır. Orhan Gazi dönemi bilginlerinden Şeyh Mah­mut'un torunudur. Önemli devlet görevlerinde bu­lunmuş­tur. Mezarı Bursa'da, Çekirge yolu üzerindedir.

Tek eseri Mevlid adıyla ünlenen Vesiletü'n – Necat'­tır.

Bu eser, Peygamberin üstünlüğünü anlatmak ama­cıyla yazılmıştır. Mesnevi biçiminde, aruz ölçüsüyledir. Tanrı'ya yakarış (Münâcât), Peygamberin doğumu (Vilâdet), Peygamber oluşu (Risâlet), göğe yükselişi (Miraç), ölümü (Rıhlet), dua bölümlerinden oluşur.

Dili, anlatım özellikleri, içtenliğiyle kendinden son­raki­leri etkileyen Mevlid, bu türün en yetkin eserlerinden biri, belki de birincisi olarak benimsemiştir. Peygamberi anla­tan eserlerin (siyer) içinde halkı en çok etkileyenidir.

 

 DİVAN EDEBİYATI-4

(1257 kelime)
(13 okuma)   



 

FUZÛLÎ

XV. yüzyılın sonu ve XVI. yüzyılda yaşayan sanat­çı­nın yaşamı üzerine bilinenler çok azdır. Nerede, ne za­man doğduğu bilinmiyor. Hille'de doğduğu söylenmek­tedir. Asıl adı Mehmet'tir. Çocukluğu, gençliğinin Bağdat, Kerbela, Necef yöresinde geçtiği anlaşılmakta­dır. Bilgi­sinden iyi bir öğrenim gördüğü açıktır. Şah İsmail'in 1508'de Bağdat'ı fethetmesi sırasında orada ol­duğu Beng ü Bâde mesnevisinde anlatılır. Kanuni'nin Bağdat'ı almasından sonra ne yaptığı bilinmemektedir. Kanuni'ye, ileri gelen devlet adamlarına kasideler yaz­mıştır. Bu ne­denle kendisine, râtibe adıyla dokuz akçelik bir aylık bağlanmış, dönemindeki yolsuzluklar nedeniyle bu aylığı alamayınca Nişancı Celâlzâde Mustafa Çelebi'ye ünlü Şikâyetnâme'yi yazmıştır.

Yaşamını sözü edilen yörede, yoksulluk, sıkıntılar içinde sürdürür. Bugün Kerbelâ'da Meşhed–i Hüseyin yanındaki türbenin onun olduğu söylenir. Azeri, Alevi'dir.

Kişisel yaşamı yalnızlık, yoksulluk, acı, aşk acısı, de­rin ve sınırsız çöl yaşamı ile bütünleşerek özel yazgı­sını oluşturur. maddesel aşkın yanı sıra, plâtonik aşkı (aşka aşık olmak) derinden duyarak işleyen şair, din ve tasav­vufla beslenir. Aslında onun yansıttığı rahatsızlık, o günkü toplumun rahatsızlığıdır. Ondaki acı, gözyaşı top­lumsal yazgının sanatçıdaki anlatımıdır.

Gazel ve kasideleriyle anılır. Azeri lehçesiyle yazdığı Divan'ından başka Farsça, Arapça divanları da vardır. En ünlü kasidesi, bir 'naat' olan 'Su Kasidesi'dir. Leylâ vü Mecnun Mesnevisi, Genceli Nizami'ye yapılan nazirele­rin en ünlüsüdür. Ayrıca 'Hadikat–üs Süeda, Şikâyetnâme, Sâkinâme, Sıhhat ü Maraz' gibi eserleri vardır.

 

BÂKΠ : (Mahmut Abdülbaki)

Fatih Camisi müezzinlerinden yoksul bir adamın oğ­ludur. 1526 – 1600 yılları arasında yaşamıştır. Medrese öğrenimi görmüş, 19 yaşındayken İstanbul'un ünlü şair­lerinden biri olmuştur. Tanınması 'Sünbül Kasidesi'yledir. Daha sonra Kanuni'ye sunduğu kasideyle Padişahın be­ğenisini kazanır. Önemli devlet büyüklerinin koruyuculu­ğunda, önemli görevlerde bulunur. Müderrislik, kadılık, kazaskerlik yapar. Çok istediği halde Şeyhülislâm ola­mamış, bu nedenle talihten yakınmıştır.

Zevke, eğlenceye düşkün olup dünyadan yeterince yararlanmaya çalışır. Şiirinde yaşadığı çağın görkemi du­yulur. Şiiri mazmun mecaz, sanatlarla divanın doruk nok­tası sayılır. Gelişmiş, ince bir beğeniye sahiptir. Gösterişli bir dili, sesi renkli betimlemeleri vardır. Şiirinde dinsel etki yok gibidir. Divan'ın yanısıra 'Kanuni Mersiyesi' ya­şadığı dönemde çok övgü almıştır.

 

NEF'i (Ömer)

1582 – 1636 yılları arasında yaşamıştır. Hasankaleli­'dir. İyi bir öğrenim gördüğü Arapça'yı, Farsça'yı bildiği, çağının kültürünü özümsediği şiirlerin­den anlaşılmakta­dır. İstanbul'da kasideleriyle kısa sü­rede ünlenmiş, önemli devlet görevlerinde bulunmuştur. Ününün doğru­ğuna IV. Murat döneminde ulaşır. Kasideleri, hicviyele­riyle (yergileriyle) tanınır. IV. Murat tarafından korun­muşsa da Bayram Paşa'ya yazdığı hic­viyeler yüzünden boğularak denize atılmıştır.

Şiire egemendir; ölçü ve uyağı gerektiği gibi kullanır. Yeni tamlama ve deyimlerden oluşmuş zengin sözlüğü, renkli, süslü, abartmalı anlatımıyla kendine özgü bir yol oluşturmuştur. Kullandığı imgeler, çağrışımları kişisel özelliklerini yansıtır. Övgüde, yergide sınır tanımaz. Kendini oldukça beğenir, dili ağırdır.

Türkçe, Farsça divanları dışında, yergilerinin top­lan­dığı 'Siham–ı Kaza' adlı bir eseri de vardır. Bu eser­deki yergiler oldukça ağırdır.

 

NÂBÎ (Yusuf)

Urfalı Şair 1642 – 1712 yılları arasında yaşamıştır. İyi bir öğrenim görmüş, İstanbul'a gelerek çeşitli memur­luk­lar yapmıştır. Muhasip Mustafa Paşa tarafından ko­run­muş, paşayla sefere katılmıştır. Paşanın ölümünden sonra Halep'te kalmıştır. 1710'da Baltacıyla İstanbul'a döner. Yeni görevler alır.

Şiirde yeni bir çığır açar. İran'lı şair Saip'in etkisiyle 'hakimâne' denilen felsefe, düşünce, darbımesellere da­yalı öğretici bir şiir oluşturur. Güçlü bir anlatımı; sağlam, kusursuz bir dili, olgunlaşmış bir tekniği vardır. Şiiri top­lumsal özü, dinsel yönlendirmesiyle belirginleşir. Top­lumsal kötülükleri, bozuklukları göstererek insanları uyarmaya çalışır. Divan mazmunlarını eleştirir.

Divanından başka, Hayriye, Hayrâbâd adlı iki öğretici eseri, gezi notlarını içine alan Tuhfet–ül Harameyn, Münşeat (Mektuplar) adlı eserleri vardır.

 

NEDİM (Ahmet)

İstanbul doğumlu. Ölümü 1730. Kadı Mehmet Efen­dinin oğlu. İyi bir öğrenim görmüş, Nevşehirli Damat İb­rahim Paşa tarafından korunmuş, paşanın özel kitaplık memurluğunda bulunmuştur. Şiirleriyle Padişahın da be­ğenisini kazanan şair, birçok medresede müderrislik yapmıştır. Patrona Halil başkaldırısında Beşiktaştaki evi­nin çatısından düşerek ölmüştür.

Nedim, kendinden sonrakileri yönlendiren öncü bir şairdir. Dünyayı olduğu gibi, yapmacığa kaçmadan yan­sıtır. Adeta yaşadığı dönemin romanını yazar. Ayrıntıları çok iyi kullanmış, tablo yaparcasına betimlemeler yap­mıştır. Gazelleriyle dönemine tanıklık yapmış, yaşamdan zevk almaya bakmıştır. Soyut sevgili, Nedim'de yaşayan, gerçek biri olmuştur. Şarkı türünün en güzel örneklerini vermiştir. Şiiri yaşama sevinci ile doludur. Kasidelerinin övgü bölümlerinde başarısızdır. İstanbul Türkçesini, halk söyleyişini şiirinde incelikle kullanmasını bilmiştir. He­ceyle yazılmış bir de türküsü vardır. Kendinden son­raki sanatçıları etkileyen Nedim, Lâle Devri'ni göz ka­maştırıcı özellikleriyle yansıtmış, kasidelerinin nesip bö­lümleride de gazel ve şarkıları kadar başarılı olmuştur.

Divanı, Abdülbaki Gölpınarlı tarafından yayımlan­mış­tır.

 

ŞEYH GALİP (Mehmet Esat)

1757 – 1799 yılları arasında yaşamıştır. Babası Mustafa Reşit Efendi adlı bir mevlevidir. Mevlana'yı oku­yarak kendini yetiştirir. Bir ara Konya'da çileye girerse de çileyi Yenikapı Mevlevihanesinde tamamlar. Galata Mevlevihanesine şeyh olur. Mezarı mevlevihanenin tür­besindedir.

Divan edebiyatının son büyük şairi sayılır. Yeni imaj­larla bu şiiri canlandırır. Yoğun hayalleri, renkli be­timle­meleri, karmaşık dil yapısıyla Divan şiirini son çiz­gi­sine ulaştırır. Söyleyişi Sebk–i Hindi akımının etkisiyle ağır ve kapalıdır. Özellikle Hüsn ü Aşk (Nâbî ye karşı yazılmış) mesnevisinde yoğun bir benzetme örgüsü gö­rülür.

Eserde, Tanrı yoluna girmiş birinin karşılaşacağı güçlükler, engeller, imgelerle anlatılır.

 

DİVAN EDEBİYATINDA NESİR

1– ESKİ NESİR

2– YENİ NESİR

Başlangıçtan Tanzimata kadar süren dönemde geli­şen Divan edebiyatının başlıca nesir türleri tarih, mün­şeat, tezkirelerle bilim, din ve ahlâk konularında yazılan eserlerdir.

Bu nesir üç bölümde incelenir.

 

SADE NESİR

Halkın konuştuğu dili temel alır. Süslü nesirden az çok etkilenmesine karşın özde yalındır. Ahlâk ve siyaset kitaplarının çoğu bu nesirle yazılır. Ayrıca tefsir, hadis ki­tapları, din – tasavvuf konulu eserler, tarihler, mena­kıp­nâme, destan niteliği taşıyan ürünler, bu nesirle ve­rilmiş­tir. Evliya Çelebi'nin Seyahatnâme'si, Kâtip Çelebi'nin kimi eserleri, Peçevi Tarihi, Koçu Bey'in Arzları sade ne­sir içinde görülebilir.

 

SÜSLÜ NESİR

Türkçe sözcüklere çok az yer veren, Divan şiiri özel­liklerinden yararlanan, seciyi (nesirde uyak) temel alan nesirdir. Süslü, bağlaçlarla uzayıp giden cümlelerden oluşan bu nesre 'inşa' denir. Fatih döneminden başlaya­rak halktan kopmuş, kendi çizgisinde yavaş yavaş ge­lişmiştir. Birçok tarih, tezkire, dergiler (münşeat mecmu­aları) bu nesirle verilmiştir. Nergisi, Veysi süslü nesirde son durak sayılırlar.

Kul Mesut'un Kelile Dimne çevirisi, Aşıkpaşazâde Tarihi, Mercimek Ahmed'in Kaabusnâme çevirisi halk için açık bir dille yazlmıştır. Tazarrunâme, Maarifnâme yazarı, Tezkiret–ül Evliya'nın çeviricisi Sinan Paşanın süllü nesrin ilk temsilcisi olmasına karşın yine de dili an­laşılır. Süslü nesirde amaç öğretmek değil, sanat gös­termektir. Kimi sanatçı hem sade, hem süslü nesirle ürün verir; Lamii Çelebi'nin 'Münazara–i Bahar ü Şita' süslü nesre, 'Nefahat–ül Üns'ü sade nesre örnek gösteri­lebilir.

 

ORTA NESİR

Halkın konuştuğu dilden ayrılmış, yer yer süslü nes­rin özelliklerini taşımakla birlikte, anlaşılmayı amaçlayan nesirdir. Yabancı tamlama, söz oranı yazarlara göre de­ğişir. Bilim, kültür konularında eser veren öğretici nitelikli nesirdir. Naîmâ Tarihi, Kâtip Çelebi'nin kimi eserleri, Koçu Bey Risalesesi bu nesre örnek gösterilebilir.

 

DİVAN EDEBİYATI-5

(820 kelime)
(16 okuma)   



nbsp;

DİVAN NESİR TÜRLERİ

TEZKİRE

Pusula, tezkere. Belli uğraşı veren kişilerin yaşam öykülerinin (biyografya) toplandığı eserler. Çeşitli adlarla adlandırılırlar: tezkiretü'l–şuara (şairler tezkiresi), tezkire­tü'l evliya (evliya tezkiresi)...

Türk edebiyatında ilk tezkire Ali Şir Nevai'nin Mecâli­sü'n – Nefâis'idir.

MÜNŞEAT

Mensur yazıları, mektupları toplayan eserlerin genel adı. Sanatlı düzyazı 'inşa', yazarlar 'münşi', eserler 'mün­şeat' adını alır.

TARİH

Bilimsel anlayışla yansız yazılanları oldukça azdır. Çoğunlukla süslü nesirle yazılmşıtır. Saray tarihçiler (vakanüvisler) olayları oldukları gibi değil, olması isteni­len gibi verirler. Tarihsel eserlerin bir bölümü, bilimsel bir yöntemle yazılmamalarına karşın, gerçekleri olduklarına yakın bir yansızlıkla yansıtmayı başarabilmiştir: Naima, Aşıkpaşazâde...

SEFARETNÂME

Elçilerin gördüklerini, izlenimlerini, ülkeyle ilgili görüş­lerini yazdıkları eserlerdir. Bu tür eserlere XVIII. yüzyıl­dan sonra rastlanır. Bunlardan Yirmi Sekiz Çelebi Meh­met'in Fransa Sefaretnâmesi, Ahmet Haşim'in Viyana Sefaretnâmesi, Mustafa Sami'nin Avrupa Risalesi anıl­maya değer.

 

DİVAN EDEBİYATI NESİR YAZARLARI

SİNAN PAŞA

İstanbul'un ilk kadısı, dönemin ünlü bilginlerinden Hızır Bey'in oğlu, Öğrenimini tamamladıktan sonra çeşitli görevlerde bulunmuştur. Fatih'in huzurunda yapılan söyleşilere katılmıştır. Vezirlik, Sadrazamlık yapmıştır. Daha sonra bilinmeyen bir nedenle hapsedilmişti. Dö­nemin bilginleri duruma tepki gösterince Sivrihisar'a kadı olarak gönderilmiştir. Edirne'de öldüğü söylenmek­tedir (1486).

Korkusuz bir bilim adamı olan Sinan Paşa, kendin­den sonra gelişecek süslü nesrin öncüsü sayılır. Tazar­runâme, Nasihatnâme, Tezkiret–ül Evliya, Maarifnâme gibi eserleri vardır. 

MERCİMEK AHMET

XV. yüzyıl yazarlarındandır. Kaabûsnâme'yi çevir­miş, II. Murat'a sunmuştur. İranlı hükümdarlardan Kaykavûs­'un eseri olan Kaabûsnâme'de, hükümdarın oğluna ver­diği öğütler bulunur. XIV. yüzyıldan başlaya­rak beş kez Türkçe'ye çevrilen eserin Mercimek Ahmet Çevirisi, Nazmizade Murtaza tarafından gözden geçiril­miş, za­manın süslü diline uyarlanmıştır.

 

NAİMA

Tarihçi, 1655 – 1715 yılları arasında yaşamıştır. Ha­lep'ten İstanbul'a gelmiş, devlet görevlerinde bulun­muş, ikinci vakanüvis olmuş ve Mora savaşında ölmüş­tür.

1591 – 1656 yılları arasında olayları tarih sırasına göre düzenlemiş, yazmıştır. Tarafsız, gerçekçi davran­mış, gerektiğinde devletin tutumunu da eleştirmiştir. Be­timlemelerde başarılıdır. Anlatımı yer yer süslü olma­sına karşın çağına göre yalındır. Öyküleyici anlatımı olayları ayrıntılaması, ince nükteleri çok okunmasının nedeni sayılır.

Naima Tarihi dört kez basıldı. Altı cilttir.

 

EVLİYA ÇELEBİ

İstanbul'da doğmuştur (1611 – 1682). babası saray kuyumcubaşısı Derviş Mehmet Zilli Efendidir. Medrese öğreniminden sonraEnderun'a girer. IV. Murat'ın Bağdat seferinden önce sipahilere katılır. Seyahatlarını bir düşe bağlar. Rüyasında Peygamberi görmüş, şefaat dileye­cekken seyahat dilemiş, dileğikabul olduğundan yollara düşmüş, Anadolu dışında Suriye, Filistin'i görmüş, Melek Ahmet Paşa'yla Rumeli'ye gitmiştir. Van, Eflak, Boğdan, Viyana, Mekke, Suveyş, Mısır, Habeşistan'ı da gezen Evliya Çelebi'nin nerede, ne zaman öldüğü bilinmemek­tedir.

Seyahatnâme, tarih, coğrafya, dil, edebiyat, folklor gibi çeşili konularda kaynak bir eserdir. Gezdiği yerleri gördüğü insanları gözleyerek ayrıntılarıyla anlatmıştır. Kent ve kasabaları, yapı özelliklerini, sosyal – ekonomik yaşamlarıyla anlatırken, bir yandan da ünlülerini yaşam öyküleriyle verir. Seyahatnâme dil, anlatım özellikleriyle eşsiz bir eserdir. Konuşur gibi yazılmıştır. Cümleler kısa, anlatım canlı ve renklidir. Kişilerin konuşmalarını değiş­tirmeden aktarmış, gerektiğinde olayları abartmaktan kaçınmamıştır. Kişilerin gülünç yanlarını vererek eseri, anlatımca boyutlandırmıştır. Zengin öykü birikimi, geliş­miş bir öyküleme tekniğiyle ustaca verilmiştir.

On ciltlik Seyahatnâme yabancıların da dikkatini çekmiştir. Hammer gibi.

 

KÂTİP ÇELEBİ

Bilgin ve yazar. Asıl adı Mustafa Hacı Halife, Hacı Kalfa adlarıyla ünlendi. Çeşitli görevlerde bulundu, sefer­lere katıldı. Kendine kalan bir mirasla çok sayıda kitap alarak kendini çalışmalarına verdi. Mizanü'l–Hakk adlı eserinin yararına değin Şeyhülislâm fetva verince eko­nomik yönden rahatladı.

Arapça, Farsça dışında Latince, Fransızca da bilir. Çeşitli alanlarda yirmiyi aşkın eser vermiştir. Çalışmala­rı­nın genişliği ve zenginliği nedeniyle dönemi­nin önde bil­gini sayıldı. Batı'yla ilişkide bulunması, bilime değer ver­mesi sanatçının önemini daha da artırır. 1609'da do­ğan Kâtip Çelebi 1657'de ölmüştür, mezarı Zeyrek'tedir.

Eserleri: Fezleke (tarih), Cihanhüma (coğrafya), Keşf–üz Zünûn, Tuhfet–ül Kibâr fi Esfâr – il Bihâr, Mi­zan–ül– Hakk, Düstur–ül–Amel, Takvimü't–Tevârih...

 

 

 

 

 

 

DEDE KORKUT HİKAYELERİ

İslamiyet öncesi Oğuzlar zamanında geçen olayların anlatıldığı 12 hikayedir.15.yy.da yazıya geçirilmiş, dolayısıyla İslamî motifler vardır.Yazarı belli değildir.Orjinalleri Azeri Lehçesiyle yazılmıştır.Türk Edebiyatında önemli bir yeri vardır.Dede Korkut hikayelerin sonunu toparlamış yazıya geçirmiştir.Bu kitapların 10’u günümüze kadar gelmemiş diğer ikisinden birincisi Almanya Dressen kütüphanesinde ikincisi ise Vatikan (Roma) kütüphanesindedir.

1. Dirse Han Oğlu Boğaç Han       2. Salur Kaza 3. Kam Büre oğlu Bamsı Beyrek                            4. Kazan Beyoğlu Uruz Bey   5. Duha Kocaoğlu Deli Dumrul            6. Kanlı Kocaoğlu Kan-Turalı  7. Kazıklı Kocaoğlu Yigenek   8. Basat’ın Tepegöz’ü Öldrmesi         9.Begiloğlu Emre                                                                  10. Uşun Kocaoğlu Segrek                   11. Salur Kazanoğlu Uruz                   

12.Dış Oğuz’un İç Oğuzla Savaşı

 

 

 

 

 

Evliyâ Çelebi→Seyahatname

17.yy. mensur eser yazarıdır. Seyahatname 10 ciltlik bir eserdir. Son derece abartılı bir dille yazılmıştır.

Katip Çelebi→Cihannüma (Türklerin coğrafya kitabı)

Naima

Naima Tarihi (tarih kitabıdır.)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Namık Kemal:

Bütün ömrü inandığı değerler uğruna mücadele etmekle geçmiştir. Edebiyatın hemen her dalında eser vermiştir. Vatan ve hürriyet şair olarak bilinir. Toplum hayatımızda ; vatan, millet, hürriyet, hak-adalet... gibi kavramların yerleşmesi için uğraşmış, şiiri kelimelerle ve hayallerle oynanan bir oyun olmaktan çıkarmıştır. Şiirlerindeki coşkun söyleyişle millete yeni değerler aşılayan Namık Kemal; makale, tenkit, roman ve tiyatro türündeki eserleriyle siyasi düşüncelerin ortaya konmasında ve halkın eğitilmesinde sanatı bir araç olarak kullanmıştır.

Namık Kemal; edebiyatı ve gazeteyi halkın bilinçlenmesinde bir araç olarak gördüğü için dilin sadeleşmesi ve yazı dili ile konuşma dili arasındaki farklılığın kaldırılması gerektiğini ifade etmiş, fakat şiir ve nesirde bunu yeterince uygulayamamış ancak piyeslerinde nispeten sade bir dil kullanmaya çalışmıştır. Eserleri;

Romanları: İntibah, Cezmi

Tiyatro eserleri: Zavallı Çocuk, Vatan Yahut Silistre, Gülnihal, Akif Bey, Kara Bela, Celaleddin Harzemşah

Bu  oyunlardan Zavallı Çocuk’tan başka hepsi, ya yurtseverlik ülküsü ya zulme karşı bir tepki hikayesi   halinde yazılmışlardır.  Hepsi   kahramanlığı yüceltmek, bayağılığı korumak, halkı iyilik ve fazilete çağırmak için birer telkin aracı tarzındadır. Ona göre tiyatro bir eğlencedir fakat eğlencelerin en faydalısıdır.

Not: Namık Kemal, Cezmi romanını Osmanlılık ruhunu yeniden canlandırmak, yükselme dönemindeki ihtişamı düşünüp, devletin tekrar yükselmesini sağlamak amacıyla yazmıştır. Bu yükselmenin batıdan gelen yenileşmeyle desteklenerek sağlanabileceğini  düşünmüştür.

 

 

 

 

EDEBİYAT AKIMLARI

Rönesans’tan ve özellikle 17. yy.dan sonra batıda fikir hayatında, sosyal hayatta önemli gelişmeler olmuştur. Bu düşünceler ve gelişmeler yeni farklı bir bakış açısı ile ele alınıp değerlendirilmiştir. Bu fikir akımları yeni edebiyat tarzları geliştirmiştir. Bunlara edebiyat akımları diyoruz. Bu edebiyat akımları şunlardır:

KLASİSİZM:

Klasisizm akımının dünya görüşü; biri Yunanlı, biri Fransız iki büyük akılcı filozofa dayandırılmaktadır: Aristo(M.Ö. 384-322) ve Descartes(1596-1650) 17.yy.da doğmuştur. Filozof Descartes bu akımı akılcı felsefesi ile destekledi. Bu akımın içinde yer alan yazar veya esere klasik denir. Bu akımın kurallarını Boileau koymuştur. Belli başlı prensipleri şunlardır:

a.       İnsan duyguları, ihtirasları, arzuları, korkuları ile değil akıl ve irade ile ele alınır.

b.      Konu önemli değildir, önemli  olan konunun işlenişidir.

c.       Yazarlar şahsî düşüncelerini daima  gizlerler.

d.      Eserlerin kahramanları krallar, kraliçeler, asillerdir.

e.       Klasisizmde sağlam, açık ve akıcı bir dil kullanır.

f.        Sanatta  mutlaka uyulması kurallar vardır.

 

Klasisizm, en büyük edebî atılımı tiyatroda (trajedi ve komedi) göstermiştir. Ancak 17.yy. sanatçıları; fabl, deneme, roman, hitabet, özdeyiş ve mektup türlerinde de güçlü eserler vermişlerdir.

Trajedide; Corneille ve Racine, komedide; Moliere, fabl türünde; La Fontaine, denemede; Pascal ve La Bruyere, Rene Descartes, Blaise Pascal, romanda; Madame de La Fayette, Françoise De Fenelon, hitabette; Bossuet, özdeyişte; La Rochefourcauld, mektup türünde ise; Madame de Sevigne’dir.

 Fransız Edebiyatı:

Nicolas Boileau (1636-1711) : Satire, Şiir Sanatı

Pierre Corneille (1606-1684): Le Cid, Horace

Jean De La Fontaine (1621-1695): Fabl

Jean Racine ( 1630-1699): Thebaide, Alexandre, Adromaque,  Phedre, Iphigenie

Jean-Baptiste Moliere (1623-1673): Cimri, Kibarlık Budalası, Scarpin’in Dolapları

İtalyan Edebiyatı:

Carlo Goldoni

Alman edebiyatı:

Gotthold Ephraim Lessing

İspanyol Edebiyatı:

Miguel De Cervantes (1547-1616) Don Kişot

İngiliz Edebiyatı:

John Milton, Fraçoise Bacon

 

TÜRK EDEBİYATINDA KLASİSİZM

Yusuf Kamil Paşa’nın Fenelon’dan yaptığı Telemaque tercümesi, Ahmet Vefik Paşa Moliere’den oyunlar adapte etmiş (Zor Nikahı, Zoraki Tabip, Tabib-i Aşk, Dekbazlık, Meraki), Şinasi La Fontaine’den fabller (Tercüme-i Manzume), Recaizade Mahmut Ekrem Racine ve La Fontaine’den tercüler yapmıştır. Abdülhak Hamit Tarhan, Fransız klasiklerinin etkisinde  kalarak pek çok tiyatro eseri yazmıştır. ( Tarık, Eşber, Nesteren).

 

ROMANTİZM:

         Klasisizme tepki olarak 19. yüzyılın ilk çeyreğinde ortaya çıkmıştır. Bu akımın hazırlayıcıları arasında J.J. Rousseau, Goethe, Schiller, Lord Byron, Shelley gösterilebilir. Fransız şair ve yazar Victor Hugo “Cromwell” adlı piyesinin önsözünde romantizmin ilkelerini ortaya koymuştur.

a.       Klasik edebiyatın şekle ve konuya dayalı bütün kurallarını yıkıp değiştirmiştir.

b.      Klasisizmin akılcı felsefesine karşı duygu ve düşünceler ve heyecanlar ön planda tutulmuştur.

c.       Eserlerde edebi konular yerine insan ve toplum hayatı ile ilgili her şey konu alınmıştır.

d.      Toplumun her kesiminden herkes kahraman olabilir.

e.       Edebiyatçılar eserlerinde kendi düşüncelerine uzun uzun yer vermişlerdir.

f.        Tabiat, sanatkar için tükenmez bir ilham kaynağı olarak görülmüştür.

Romantizmde bilhassa şiir, tiyatro, roman, deneme, gezi, yazısı gibi edebi türler çok gelişmiştir.

Aklın kontrolünden kurtulmak, duygu ve ilhamlara sonsuz yer ayırmak lazımdır. Şiir coşkunluk, sezgi ve aşırı samimiyettir. Şair, hiçbir sınır tanımadan, kurallara boyun eğmeden içinden geldiği gibi yazmalıdır.

Romantizmin temel düşüncelerini kısaca şöyle sıralayabiliriz:

1.      Tabiat sevgisi

2.      Hrıstiyanlık duygusu

3.      Karşıtlık

4.       Karakter

5.      Marazilik (hastalık)

6.      Dramatizm

7.      Milli tarih ve milli motifler

8.      Tasvircilik

Romantizmin belli başlı sanatçıları ve eserleri

Fransız Edebiyatı:

Jean Jacques Rousseau (1712-1778): Emile, İtiraflar, İlim, Sanatlar Hakkında Nutuk.

Alphonse De Lamartine (1780-1869): Graziella, Bir Meleğin Dönüşü, Yeni Şiir Düşünceleri.

Victor Hugo (1802-1885): Sefiller, Notr Dam’ın Kamburu, Cromwell. 
Alexandre Dumas Pere (1802-1857): Üç Silahşörler, Monte Kristo Kontu

Alfre De Musset (1810-1857): Şamdancı, Fantasio, Bir Zamane Çocuğunun İtirafları.

Alfred De Vigny (1797-1863): Samson’un Hiddeti, Kurdun Ölümü, Çoban Evi, Zeytin Dağı.

Françoise Rene DE Chateaubriand (1768-1848): Atala, Mezar Ötesinden Anılar, Paris’ten Filistin’e Yolculuk.

George Sand (1803-1876): İndiana, Şeytan Havuzu, Clodie.

Alman Edebiyatı:

Johann Wolfgang von Goethe (1749-1832): Faust, Genç Werter’in Acıları, Şiir ve Hakikat.

Friedrich von Schiller (1759-1805): Haydutlar, Don Carlos, Baladlar ve Şiirler, Wilhelm Tell, İnsanın Estetik Eğitimi Üzerine Mektuplar.

İngiliz Edebiyatı:

Lord Byron (1788-1824): Korsan, Don Juan.

William Wordsworth (1770-1850)

Walter Scott (1771-1832).

 

TÜRK EDEBİYATINDA ROMANTİZM

Namık Kemal (İntibah’ı ve Celaleddin Harzemşah’ı), Ziya Paşa, Abdülhak Hamit Tarhan (tiyatrolarının bir kısmını), Ahmet Mithat Efendi (romanlarını), Recaizade Mahmut Ekrem (şiirlerini) bu akımın etksinde yazdılar. Halit Ziya Uşaklıgil, Halide Edip Adıvar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu başlangıçta romantizmden etkilenmişler fakat daha sonra da realist akımı benimsemişleridir.

 

REALİZM (GERÇEKÇİLİK)

Realizm, çevreyi, eşyayı ve olayları olduğu gibi çirkinliği ve güzelliğiyle birlikte anlatmaya çalışan ve 19. yy.ın ikinci yarısında Auguste Comte’un geliştirdiği pozitivizmin, Hyppolite Tanie’in  temsilcisi olduğu determinizmin etkisiyle romantizme tepki olarak doğmuştur.

Klasiklerin aklı, romantiklerin hayali ve tabiatın, eşyanın özüne gerçeğine ulaşmak, onu anlamak mümkün değildir. Aklın buldukları objektif değildir. Bizi yanıltabilir. Hayal ise gerçeğin zıddıdır. Her ikisinin verdiği sonuçlar yanlıştır. Bu yanlışlarla insanı ve toplumu doğru yakalamak mümkün değildir.

Bunun için yapılacak tek şey, ilmin metotlarını kullanmak, tabiatın ve toplumun gerçeklerini bir ayna gibi tarafsız olarak göstermektir.

Realizmin Temel Düşünceleri

1-     Çevrenin etkileri,

2-     Anketçilik,

3-     Gözlem,

4-     Karakter ve töre,

5-     Tasvir.

·        Eserler gözlemlere dayanılarak yazılır, gerçekleri anlatır.

·        Günlük hayat ve bu hayat içindeki gerçek şahıslar incelenir.

·        Çevre ve şahıs tasvirlerine geniş yer ayrılır.

·        Olaylar önemli değildir. önemli olan kahramanların çevre ile olan ilişkisidir.

·        Realizmin şiirdeki adı parnasizmdir.

 

REALİZMİN BAŞLICA TEMSİLCİLERİ

Fransız Edebiyatı:

Gustave Flaubert (1821-1880): Madam Bovary, Cehennem Yolcukları, Bir Delinin Hatıraları, Gönüller Şatosu.

Honore De Balzac (1799-1850): Eugenie Grandet, Goriot Baba, Kaybolan Hayaller, Vadideki Zambak.

Henry Beyle Stendhal (1793-1842): Kırmızı ve Siyah, Parma Manastırı.

Alphonse Daudet (1840-1897): Altın Beyinli Adam, taraskonlu Tartaren, Sapho, Değirmenimden Mektuplar.

Goncourt Kardeşler (Edmond ‘1822-1896’ Jules Hout De ‘1830-1870’) Gervaisais.

Alexandre Duma Fils (1824-1895): Kamelyalı Kadın, gençlik Günahları.

Guy De Maupassant (1850-1893): Bel Ami, Piere ile Jean, Bir Hayat Bir, Güzel Dost.

 

İngiliz Edebiyatı:

Charles Dickens (1812-1870): David  Copperfield, Büyük Ümitler, Oliver Twist, Antikacı Dükkanı.

William Thackeray (1811-1863), Thomas Eliot (1885-1965), George Edward Moore (1850-1928), George Bernard Shaw (1856-1950).

 

Rus Edebiyatı:

Lev Nikolayevich tolstoi (1828-1910): Harp ve Sulh, Anna Karenina, Diriliş, Krayer sonat, Hacı Murat, Yaşayan Ölü.

Fyodor Mihailovich Dostoyevsky (1821-1881): Suç ve Ceza, Karamazof Kardeşler, ecinniler.

Nikolai Vasilevich Gogol (1809-1852), İvan Sergeyevich Turgenyev (1818-1883), Alexi Maksimovich Gorky (1868-1936).

 

TÜRK EDEBİYATINDA REALİZM

Samipaşazade Sezai (Sergüzeşt), Nabizade Nazım (Zehra, Karabibik), Mizancı Murat (Turfanda mı Turfa mı?), Recaizade Mahmut Ekrem (Araba Sevdası), Beşir Fuat, Halit Ziya, Yakup Kadri, Hüseyin Cahit Yalçın, Hüseyin Rahmi, Ömer Seyfettin, Reşat Nuri, Ebubekir Hazım Tepeyran, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Sabahattin Ali, Kemal Tahir, Fakir Baykurt, Tarık Buğra

 

NATÜRALİZM

Bu akım, 19.yy.2ın sonlarında (1860-1890) Fransa’da Emile Zola ile ortaya çıkmıştır. Deneye önem, determinizm anlayışını romana sokan bir akımdır. Realizmin aşırı boyutlarda devamıdır.

Determinizm: Belirlenimcilik, bir kavramın anlamının, içeriğinin, yapısının ve sınırlarının tam olarak belirlenmesi işi, gerektirim. Her olayın başka olayların gerekli ve kaçınılmaz bir sonucu olduğunu ileri süren öğreti, gerekircilik.

Pozitif bilimlerin metot ve sonuçlarını sanata uygulayarak gerçeği bütün cepheleriyle (hatta en bayağı ve en adi yönleriyle) tam bir tarafsızlıkla yeniden yaratmaya çalışan bir edebiyat akımıdır.

“Aynı şartlar altında aynı sebepler hep aynı sonucu doğurur.” Bu sosyal olaylarda da böyledir. Bunun için deneye ve determinizme dayanmayan sanat eserleri boşa gitmiş bir emeğin ürünü sayılırlar.

Natüralizmi realizmden ayıran bazı özellikleri vardır:

1-     Soya çekim

2-     Ruhun fizyolojiye bağlılığı

3-     Huy (iç güdü)

4-     Deney.

 

Natüralizmin belli başlı sanatçıları ve eserleri

Fransız edebiyatı:

Emile Zola (1840-1902): Theres Raquin, Marsilya’nın Esrarı, İkinci İmparatorluk Devrinde Bir Ailenin  Tabiî ve sosyal Hayatı, Nana, Meyhane, Germinal, Toprak, Bozgun.

Henry Cerard (1851-1924): Güzel Bir Gün, Deniz Kıyısında Satılık Arazi.

Paul Alexis (1847-1901): Evlenilmeyecek Kadın, Savaştan Sonra, sevmek İhtiyacı, Madam Meuriot.

George Charles Huysmans (1848-1907): Marthe, Le Cathedrale.

 

TÜRK EDEBİYATINDA NATÜRALİM

Ahmet Mithat Efendi’nin (1844-1913): Müşahedat, Taaffüf, Hüseyin Rahmi’nin Mürebbiye, Hayattan Sayfalar, Ben Deli miyim? Ve Beşir Fuat. Cumhuriyetten sonra pek çok romancımız bu akımdan etkilenmiştir.

 

PARNASİZM

Şiirde mutlak güzelliği bulma anlayışı. 19. yy.’ın ikinci yarısında (1860-1885) Theofil Gautier ve Leconte De Lisle ile Fransa’da doğmuştur.

Parnasizm, plastik güzelliğe önem veren, dış alemin tasviriyle egzotik güzelliklere ve geleneklere ilgi duyan bir edebiyat akımıdır. Bu akım, edebiyatı ve sanatı, toplum hayatından uzaklaştırmış, bunların ancak sanat için yapılabileceğini kabul etmiştir. Şiire duygu değil, manzara, dış âlem hâkim olmalıdır. Kısaca şiirden amaç, yeni ve özel bir klasizme dönmek, saf şiir yaratmak ve mükemmelliğe ulaşmaktır.

Duygusuzluğu, tabiatı ve şekil mükemmelliğini esas alan parasizmin temel görüşleri şunlardır:

1-     Pastoral güzellik,

2-     Egzotik şeylere ilgi,

3-     Tarihî olaylara özlem,

4-     Dış yapı sağlamlığı.

Temsilcileri:

Theofil Gautier (1811-1872): Mineler, İşlemeli Akik.

Leconte De Lisle (1818-1894): Poemes, Antiques, Poemes Tragiques.

Theodor Banville (1823-1891): Les Cariatides, Le Sang de la Coupe, Gringoire, Odes Funalbulesques.

Jose-Maria De Heredia (1842-1907): Ganimetler (Les Trophées).

Française Coppée (1842-1908): Les Humbles, Le Passant, Le Luthier de Cremone.

 

Sonradan sembolist olanlar:

Paul Verlaine (1844-1896): Sonbahar Şarkısı, Sözsüz Şarkılar, Mutluluk Üzerine Şarkılar. Stephane Mallerme (1842-1898): Yalnızlık, Yıldız, Eski Tanrılar.

 

TÜRK EDEBİYATINDA PARNASİZM

Tevfik Fikret, Cenap Şahabettin, Yahya Kemal’in Fransa’dan döndükten sonraki şiirlerinde.

 

SEMBOLİZM

Duyguları sembollerle anlatma anlayışı. 19.yy.ın ikinci yarısında parnasizme tepki olarak Fransa’da Charles Baudelaire’in öncülüğünde başlamıştır.

Sembolizm kelimelerin musikisi ve sembollerin yardımıyla duyguların en küçük parçasına inmeye çalışan bir akımdır.

Romantikler coşkun duyguların, realistlerin bilimin sert, katı kurallarının, natüralistler soya çekimin, parnaslar eşyanın kuru güzelliğinin peşinden gittiler. Romantikleirn dışında hepsi eşyayı dıştan seyretti, özüne girmedi, ondaki güzelliği ortaya çıkaramadı. Ayrıca güzellik parnasların dediği gibi her zaman plastik değildir. bu güzellik bile duygu yardımıyla anlaşılır. Güzeli güzel kabul eden de duygudur.

Sembollerle anlatılan şiiri yorumlamak okuyucuya aittir. Herkes ne anlıyorsa, şiirin vermek istediği odur.

Sembolizmin Temel Düşünceleri

1-     Hayal,

2-     Sessizlik,

3-     Lirizm,

4-     Öznellik,

5-     Musikili anlatım.

Sembolizmin belli başlı sanatçıları ve eserleri:

Charles Baudelaire (1821-1867): Elem Çiçekleri, Aşk Üzerine Özdeyişler, İşte Kalbim, Yapma Cennetler.

Paul Verlaine (1844-1896): İyi Şarkı, Sözsüz Romanlar, Mutluluk Üzerine Şarkılar.

Stephane Mallerme (1842-1898): Herodiade, Yalnızlık,Yıldız, Eski Tanrılar.

Arthur Rimbaud (1854-1891): Cehennemde Bir Mevsim, Kolej Mısraları, Esinler.

Oscar Wilde (1856-1900): Anılar, İdeal Bir Koca, Önemsiz Bir Kadın, Narlı Ev, Mutlu Prens

Stefan George (1868-1933): Hayatın Halısı, Yedinci Yüzük.

Knut Hamsun (Norveç Edebiyatı): Açlık, Son Bahar Yıldızları Altında, Dünya Nimeti, Victoria.

TÜRK EDEBİYATINDA SEMBOLİZM

CENAP Şahabettin, Ahmet Haşim, ahmet hamdi Tanpınar ve Ahmet Muhip Dıranas.

 

EMPRESYONİZM (İzlenimcilik)

19.yy.ın sonlarında önce güzel sanatlarda, sonra edebiyatta kendini göstermiştir. Eski sembolistlerden Arthur Rimbaud ve Paul Verlaine bu akımın önemli temsilcileridir.

Dış ait gözlemleri, iç dünyada meydana gelen ruh hallerine göre yansıtmaya ve manzaranın sert gerçeğini silik renkler altında gidermeye çalışan bir akımdır.

Bir gerçeği olduğu gibi gösterme, tasvir veya analiz etme yerine, onun insan üzerinde bıraktığı izlenimleri anlatır. İzlenimler sanatçılara göre değiştiği için ortaya konan sanat eserleri de onu yaratanın tam kişiliğini verir.

İzlenimler, çevreye ilgisiz kaldılar ve içlerine döndüler. Bunların belli bir şekil ve ahlak kaygısı yoktur. “Bir amaca hizmet eden edebiyat” anlayışını reddettiler. Tek amaç vardır, o da tabiatı algılamaktaki estetik olgunluktur dediler.

 

 

Empresyonizmin Temsilcileri:

James Joyce, Gerard Manley Hopkins, Rainer Maria Rilke. Resimde; Degas, Gauguin, Cezanne ve Renoir.

·        Türk edebiyatında Ahmet Haşim ve Cenap Şahabettin’in şiirlerinde bu akımın etkileri görülür.

 

KÜBİZM (Üç boyutçuluk)

1910 yılında Avrupa’da İspanyol Pablo Picasso ile ortaya çıkan, sonra Guillaume Apollainare’in öncülüğünde şiire geçen (1919) bir akımdır. Empresyonizme bir tepki olarak doğan bu akım, 1930’lara kadar devam etmiştir.

Bir insanı duruşuyla, görünüşüyle değil, aklından geçenleriyle, günahı ve sevabıyla tabloya getirmeye çalıştılar. Ayrıca kişinin çehresine istedikleri anlamı vermekte serbest davrandılar. Resmi tabiattan ve dış alemden uzaklaştırdılar.

Kübistlerin bütün amaçları, yerleşmiş dış gerçek anlayışını yıkmaktı. “Eserlerimizi halkın anlamaması olağandır. Çünkü onları biz de anlamıyoruz” dediler.

Kübizmin Belli Başlı Temsilcileri:

Guillaume Apollainare, Andre Salmon, Max Jacob, Jean Cocteau, Pierre Reverdy.

 

·        Bu akım Türk edebiyatına pek etki etmemiştir.

 

SÜRREALİZM (Gerçeküstücülük)

20.yy.ın başlarında Fransa’da Andre Breton tarafından Dadaizm’in kalıntıları üzerine kurulmuş sanat ve edebiyat akımıdır. 

Sürrealizm realizmden daha ileri giderek düşüncelerin gerçek işleyişini, dayanaklarını, hiçbir baskı altında kalmadan, ahlak kurallarıyla sınırlamadan, sanatçının yaratıcı gücüne yer vermeden gösterebilme çabasıdır.

İnsanı yalnız akıl ve zekayla anlamak imkansızdır. İnsanı bütünüyle anlamak için şuuraltı, rüya, hayal gücü, cinsiyet gibi kaynaklara da eğilmek lazımdır.

Sigmund Freud’a göre; “Akla ve törelere başkaldırmak lazımdır. Aklın ve törenin dar sınırlarından kurtulmakla sanatçı gerçeğe ulaşabilir. Akıl gerçeği inkar edilmeyecek, yalnız bu gerçeğin sınırları genişletilecektir. Şuuraltı, rüya, hayaller, sanrılar, hatta uyku ve buhran hali de gerçeğe ulaşmanın malzemeleridirler.”

Sürrealizmin Temel Düşünceleri:

1-     Çağrışım,

2-     Otomatik  yazı

Temsilcileri:

Andre Breton, Paul Eluard, Louis Aragon, Benjamin Peret, antonin Artaud, philippe Soupault, Robert Desnos, Rene Crevel, Michel leiris, Jacques Prevet.

Türk edebiyatında sürrealizmciler:

İkinci Yeniler,  İlhan Berk, Cemal Süreyya, Edip Cansever, Turgut Uyar, Sezai Karakoç, ece Ayhan, Ferit Edgü, Demir Özlü. Ahmet Hamdi Tanpınar, Abdullah Efendi’nin Rüyaları adlı kitabında rüya ve fantaziden geniş olarak faydalanmıştır. Sait Faik  Abasıyanık’ın Alemdağda Var Bir Yılan adlı hikaye kitabı bizde gerçeküstücülüğün ilk örneklerinden sayılabilir.

 

EGZİSTANSİYALİZM (Varoluşçuluk)

Alman filozofu Martin Heideger’in 1927 yılında ortaya attığı bir felsefî görüştür. II. Dünya Savaşı yıllarında ve sonrasında Jean Paul Sartre’ın bu görüşü benimsemesi ve Les Temps Moderns adlı dergide edebiyata uygulamasıyla yaygınlaşmıştır.

İnsan önce dünyaya gelir, var olur. Sonra özünü kendisi meydana getiri, olmak istediği gibi olur. “İnsan Tabiatı” diye önceden belirlenmiş değerler yoktur. İnsan kendi değerlerini kendisi kazanır insana dünyada kendisinde yol gösteren başka bir şey yoktur. Onun için özgür olmaya mahkûmdur ve her işinden de sorumludur. Buna rağmen insan çevresini saran dünyayı bir türlü anlayamaz. Bu yüzden umutsuzdur, karamsardır, yaşamayı tatsız ve anlamsız bulur.

Varoluşçuluğun Temel Düşünceleri:

1-     Seçim,

2-     Hürriyet,

3-     Karakter,

4-     Pişmanlık,

5-     Duygu,

6-     Bunalım,

7-     Eylem,

8-     Akılcılık,

9-     Çağdaşlık.

 

Temsilcileri:

Frierich Nietzsche, Karl Jaspers, Martin Heidegger, Jean Paul Sartre, Simon De Beauvoir, Gabriel Marcel.

 

EKSPRESYONİZM (Anlatımcılık veya dışavurumculuk)

20.yy.ın ortalarında Almanya’da doğmuş; dış görünüşlerden çok hayalle, iç gerçeğin anlatılmasına önem vermesi, anlatımın bütün imkanlarını zorlamasıyla romantizmin değişik bir şekli kabul edilir.

Eanst Ludwig Kirchner başkanlığında bir grupla başlamış ve empresyonizme ve Cezanne’in resim anlayışına tepki olarak doğmuştur. Almanya’da bütün sanat dallarında etkili olmuş ve toplumun benimsediği biçim ve geleneklere bir başkaldırı kabul edilmiştir.

Önemli olan iç alemde doğan duyguları anlatmaya çalışmaktır. Sanatçının görevi, dış alemin anlamsızlığına anlam kazandırmaktır. Onu için özün derinliklerine inilmelidir. Özün kavranılması için de aklın kontrolünden çıkarak özü görme yeteneğine ulaşmak lazımdır.

Temsilcileri:

Eugene O’Neil, Franz Kafka, august Stringberg, Thomas Eliot, Samuel Beckett.

 

 

DADAİZM

I. Dünya Savaşı yıllarında (1916) İsviçre’de Tristan Tzara adlı bir Rumen tarafından başlatılmıştır. Aşırı hürriyetçilikten doğan yıkıcılığı, bozgunculuğu, yerleşik düzene karşı ayaklanmayı yeğlediler. İyi, asil ve yüce olan her şeyi kokuşmuş saydılar. Yıkıcı, bozguncu ve alaycı Dadalar, görüşlere oturtamadılar. 1922 yılında sönüp gittiler. Ama gerçeküstücülüğe zemin hazırladılar.

 

 

FÜTÜRİZM (Gelecekçilik)

20.yy.ın başlarında İtalya’da doğan bir sanat ve edebiyat akımıdır. Kübizme   benzeyen bu akım, “Tablo ve şiirde bir kişinin geçmiş, şimdiki ve geleceğe ait bütün duyumları yansıtmaya, makineyi, makineyi, gürültüyü ve sanata sokmaya çalışan bir akımdır” şeklinde tanımlanır.

Temel Düşünceleri:

1-     Şiirde kuralsızlık esastır.

2-     Kemeler özgürce kullanılmalıdır.

3-     Makine hız, savaş tutkusu yüceltilmelidir.

 

Temsilcileri:

Filippo Tommaso Marinetti, Vlademir Mayakovsky, Boris Pastemak

 

Türk edebiyatında; Nazım Hikmet’in bazı şiirlerinde görülür. Ayrıca Garipçiler tarafından da benimsenmişti.

 

 

 

 

 

 

 

 

BATI ETKİSİNDE GELİŞEN TÜRK EDEBİYATI (1860-1923)

 

 

1-Tanzimat dön.           2-Edebiyat-ı Cedide    3-Fecr-i Âtî        4-Millî Edb.        5-Millî Mü.Dön.

   (1860-1896)                (1896-1901)           (1909-1911)        (1911-1918)       (1918-1923)

 

 

Klasik Edb.tan                  Şairler                       Şairler                   Şairler           

Ayrılma Dön.I              Tevfik Fikret                Ahmet Haşim          M.Emin            H.Edip Adıvar

Şinasi, Ziya Paşa          Cenap Şahabettin      Süleyman Nazif                     Yakup Kadri

Namık Kemal                                                                                                           

 

 

 

Tanzimat Devri    Yazarlar                       Yazarlar               Yazarlar   

Türk Edb.II                 Halit Ziya                     Tahsin Nahid      Ömer Seyfettin

Abdülhak Hamit           Mehmet Rauf               Ş. Süleyman         Ahmet Hikmet

R.M.Ekrem                                                                                   Ziya Gökalp

S. Sezai

 

 

 

Bağımsızlar                  Bağımsızlar                                                 Bağımsızlar

Ahmet Mithat               Ahmet Rasim                                               M.A.Ersoy

Muallim Naci               H.Rahmi Gürpınar                                     Yahya Kemal

A.Vefik Paşa

 

 

 

 

TANZİMAT  DEVRİ  TÜRK EDEBİYATI

Tanzimat düzenleme anlamına gelir. 1839’da Gülhane Hatt-ı Hümayunu adı verilen yeni kanunlar çıkarıldı. Tanzimat Fermanı da denilen yeni kanunlar, Osmanlıların batıya yönelişinin ilk resmî belgesidir.

Bu dönemde iki resmi gazete çıkarıldı. 1831’de Takvim-i Vekâyi, 1840’da Ceride-i Havadis yayımlandı. Tanzimat dönemi kendi içinde üç döneme ayrılır:

a. Hazırlık Dönemi                      b. I.Dönem                                               c. II. Dönem

 

Osmanlı İmparatorluğu'nun Batı karşısında güçsüz­lüğü XVIII. yüzyıl başlarında belli olmaya başlar. Batı'da ge­rekli sermaye birikiminin sağlanması, sanayi devriminin gerçekleşmesi yeni bir düzeni de kendiyle birlikte getirir (kapitalizm). Güçlenen Batı karşısında açmazlara giren Osmanlı İmparatorluğu, yeni pazarlar arayan bir taze gücün etkisine girmeye başlar. 1838'de İngilizlerle imza­lanan ticaret anlaşmasıyla imparatorluk, bir açık pazar durumuna getirilir. 1839'da Reşit Paşa'nın ilân ettiği 'Gülhane Hatt–ı Hümyun'uyla yabancı sermayenin gü­venliği sağlanır. Azınlıkların can, mal güvenlikleri garan­tiye alınır, iç gümrükler kaldırılır, özel mülkiyet hukuku yerleştirilir.

Çok önceden, yenilgileri yeniçerilerin yetersizliğine bağlayan yetkililer, Batı'yı örnek alarak bir ordu kurmak isterler. Yenileşmenin tam kavranamaması, girişimlerin yüzeysel oluşu, yeniliği besleyecek altyapının olmaması bu girişimleri çıkmaza sokar. Devlet eliyle birçok alan­larda (eğitim, askerlik, yönetim, adalet) yapılan düzen­lemeler sonuç vermez. Halk yığınlarını etkilemeyen; Batı­'yı kılık, kıyafet, ev düzenlemesi, saray köşk olarak algı­layan özentiler, yalnızca dar bir çevrede 'alafrangalık' olarak yaşama geçirilir.

Tanzimatla, kültürde değişimler de gündeme gelir. 

HAZIRLIK DÖNEMİ

Yaklaşık olarak 19. yüzyıl başlarında 1860'a kadar süren, çevirilerle belirginleşen bu dönemde, Tanzimat'ı olgunlaştıran ilk verilere rastlanılır. Bu veriler, yeni dönem sanatına dil ve düşüncede taban hazırlar.

Sözlük, düzyazı alanında Mütercim Âsım, gezi ma­ka­lede Sadık Rıfat Paşa, Mustafa Asım Efendi; çeviride Münif Efendi, Yusuf Kâmil Paşa; şiirde Âkif Paşa, Ethem Pertev Paşa hazırlık dönemini belirleyen önemli sanatçı­lardır.

Yeni edebiyatın başlamasını simgeleyen bu sanatçı­ları, herhangi bir düzeneğe yerleştirmek olanaksızdır. Di­van, Halk, Batı edebiyatlarından izler taşımalarına karşın bir dizgeye (sistem) oturtulamazlar. Sanata yeni görüş; eski yeni mazmun ve serbest buluşlarla katılırlar.

Kısacası bu dönemde: Dilin kitlesel işlevi kavranıyor, halk edebiyatına bir eğilim başlıyor. Çevirilerde gelece­ğin serbest şiir düzenini koşullayan yenilikler görülüyor. Konu bütünlüğüne gidiliyor, en azından ilk örnekler veri­liyor.

Ethem Petrev Paşa, Şinasi, J.J. Rousseau, Victor Hugo, La Martine gibi Fransız şairlerinden ilk şiir çeviri­lerini yapıyor; Yusuf Kâmil Paşa, ilk roman çevirisi Tele­mak'ı (fenelon) veriyor, ilk gazeteler Takvim–i Vakayi (1831) ve Ceride–i Havadis (1840) bu süreçte baslıyor. Böylece Tanzimat'ı yen bir düşünce ve sanat anlayışıyla oluşturacak ilk ürünler tek tek görülmeye başlanıyor. 

BİRİNCİ DÖNEM TANZİMAT EDEBİYATI

       Birinci dönem sanatçıları Batıcı, yenilikçi, iler­leme, bilim yanlısıdırlar. İmparatorluğu içinde bulunduğu zor durumdan kurtarmaya çalışırlar.

       Fransız kültürüyle yetiştiklerinden onlar için Batı, Fransa'dır. Çoğunluğu Fransızcayı kendi çabalarıyla öğ­renir. Düzenli bir eğitim görmediklerinden kendi kendile­rini yetiştirmişlerdir (otodidaktik). Romantizmin etkisin­dedirler.

       Sanattan çok düşünce, amaç peşindedirler. 18. yüzyıl 'aydınlık dönemi' sanatçılarından etkilenirler. Montesquieu, J.J. Rousseau, Voltaire gibi zulme, hak­sız­lığa savaş açarlar. Vatan, millet, hürriyet, adalet kav­ram­larını yürekten savunurlar.

       'Sanat toplum içindir' görüşüne bağlıdırlar. Halka inmeye, halkı aydınlatmaya çalışırlar. Herkese sesle­ne­bilmek için dilde sadeleşmeyi savunurlar.

       Divan şiirini iyi bilirler, yıkmaya çalışırlar. Bu ede­biyatın soyut, halktan uzak oluşunu yerer; kadercili­ğini, rintliğini eleştirir, toplumcu, savaşçı bir edebiyatı benim­serler.

       Çok yönlüdürler. Hemen hemen her türde eser verirler. Amaç, halkı bilgilendirmek olduğundan belli bir türde, teknikçe yetkin eser vermek yerine yararlı olanı yeğlerler; bu nedenle Tanzimatçıların verdikleri eserler çoğunlukla yetersizdir.

       Yüksek ailelerden gelirler. Çoğu başkaldırı grup­larına katılır, hapse girer, yurt dışına kaçar.

Tanzimat Şiiri biçiminden çok, özde değişiklik gös­terir. Bireyci, süslü, içerikçe kof eski şiire, yeni dönemde toplumcu, sade, halkı yönlendirmeye çalışan bir işlev yüklenir. Sarayı karşısına alır.

       Aşk, içki, ayrılık gibi çok işlenmiş konuların yerine toplumsal konular işlenir.

       Eski şiir türlerini (gazel, kaside...) kullanmalarına karşın yaptıkları yenilik, konu bütünlüğü sağlamadır. Ka­sideyi hem konu, hem biçim yönünden değiştirerek bu türde serbestlik, yenilik sağlamışlardır.

       Ölçü, hece denemeleri dışında genellikle aruzdur. Türkçe'yi aruza uydurma çabalarına Tanzimatçılar hayli zorlanır.

       Uyak, zengin uyaktır, ikinci dönemde divanın 'hem göz, hem kulak için uyak' görüşüne karşı çıkılır. Re­caizâde Mahmut Ekrem'in çabalarıyla 'kulak için uyak' görüşü yaygınlaşmaya başlar.

       Dilde yalınlaşma istenir, halk diline, konuşma di­line eğilim başlar; ancak koşulların olgunlaşmamış oması nedeniyle sonuca varılamaz. Şiiri, düzyazı gibi yazmak amaçlanır. Ayrıca, eski sözcük ve tamlamalar kullanılsa da yeni beklentilerin, yeni bir anlatımı zorladığı görülür.

       Benzetme örgüsü, Divan şiirinden büsbütün ay­rılmasa da farklılaşır. Fransız şiirine özgü benzetmeler görülür. Benzetmesiz, süssüz şiir anlayışı gittikçe güç­le­nir.

       Divan konuları yerine toplumsal, sosyal, bilimsel konular işlenir. Güncel konular ağırlık kazanmaya baş­larken, sanat gitgide yaşamla bütünleşir.

       Tanzimat'ta düzyazı, şiire oranla daha belirleyi­cidir. Düşünceler yenilenmiş, yeni kavramlar kullanılmış, bütün bunlar düzyazıyı büsbütün değiştirmiştir.

       Yeni türler bu dönemde edebiyatımıza girmiştir; roman, öykü, eleştiri, makale, söylev gibi. Bunlarla düz­yazı gelişmiş, anlatım olgunlaşmıştır.

       Sade dile özenerek, açık yazmaya çalışmalarına karşın, çok azı bunda başarılı olmuştur. Muallim Naci sa­delikte, Ahmet Mithat halka inmede başarılı sanatçı­lardır.

       Eskiye oranla düşünce önem kazanmış, süslü­lüğe karşı çıkılmış, öğretmek amaçlanmış, cümle öz­leş­miş ve kısaltılmıştır. Gereksiz söze yer verilmemiştir. Seci hemen hemen hiç kullanılmamıştır. Kestirmeden konuya girilmiş, alışılagelmiş girişler yazıdan atılmıştır.

       Roman : Telemak çevirisiyle (Yusuf Kâmil Paşa) edebiyata girer.Bundan hemen sonra Sefiller, bir gaze­tede yayımlanır; Robenson, Arapça çevirisinden Türkçe­'ye aktarılır. İlk Türk romanları şunlardır:

Taaşşuk–u Talât ve Fitnat (Şemsettin Sami – 1872)

Hasan Mellâh (Ahmet Mithat – 1874)

İntibah (Sergüzeşt–i Ali Bey) (Namık Kemâl – 1876)

Tanzimat roman ve öyküleri abartılıdır. Yazar iyilerin yanında yer alır, olayın akışına karşıdır. İyi, kötü uçlar­dadır. Rastlantıya çok yer verilir. Kadın kahramanlar ak­raba, cariyelerdir. Betimlemeler çoğu kez sıradan, abar­tılıdır. 

       Öykü : Tanzimat döneminde yayımlanan Süheyl–i Nadiri, Muheyyelat, Müsâmeretnâme gibi yapıtlar eski 'hikâye' geleneğini sürdürür. Batılı anlamda ilk öykü ör­neği Ahmet Mithat'ın Letâif–i Rivayet'i'dir. Kısa öykünün ilk başarılı örneği Samipaşazâde Sezai'nin Küçük Şey­leri'dir. Nâbizâde Nâzım, Kara Bibik'le klâsik öykü­nün en yetkin örneğini verir. 

       Tiyatro : İslâmlıktan sonra görülen, bugüne dek sürüp gelen sözlü tiyatro (meddahlık, karagöz, orta­oyunu) geleneğinin dışında Tanzimatla çıkar. Geleneksel tiyatro dışında ilk eser Vakayi–i Acibe ve Havadis–i Ga­ribe–i Keşger Ahmet (Papuççu Ahmet'in Garip Olayları ve Sergüzeştleri)dir. İkinci oyun, 1844'de Hikaye–i İbra­him Paşa ba İbrahim–i Gülşeni adıyla yazı­lan oyundur. Yazarı Hayrullah Efendi'dir.

Batılı anlamda ilk önemli eser Şinasi'nin Şair Evlen­mesi'dir.

Birinci dönemde Ahmet Vefik Paşa, Âli Bey, Ahmet Mithat, Namık Kemâl eserleriyle bu türe katkıda bulunur­lar. Toplumu eğitmek amacıyla, çoğunlukla ahlâki sonuç­lara varırlar. Dil yalındır. Yerel söyleşiler görülmeye baş­lanır. Tiyatro eseri, oynanmak için yazılır. Tanzimat tiyat­rosu Şinasi, Ahmet Vefik Paşa'nın uyarmaları nede­niyle başlangıçta klâsizmin etkisindedir. Zamanla dram dola­yısıyla romantizmin etkisinde kalır. 

       Gazete : Tanzimat'la birlikte önem kazanır. İlk Türkçe gazete Takvim–i Vekayi (1821)'dir. Asıl önemli değişiklikler Ceride–i Havadis'le başlar (1840). Tercü­man–ı Ahval, Tavsir–i Efkâr yenileşmenin önemli aşama­larıdır. Yeni türler, haberler, bu gazetelerle görül­meye başlanır.

Halk için, halkı aydınlatmak için yazılır. İlk kadroların bilinçlenmesinde gazetenin katkısı büyüktür. Fransız devrimiyle gelişmiş kavramların yalın bir dille halka an­la­tılmasını özendirmiş, yazarları buna zorlamıştır. 

       Makale, eleştiri türleri birinci dönemde görülür. Gazetelerde topluma ulaşma, toplumu aydınlatma ama­cıyla kullanılır.

       Birinci dönem sanatçıları, Şinasi, Ahmet Vefik Paşa dışında romantizmin etkisindedirler.

 

İKİNCİ DÖNEM TANZİMAT EDEBİYATI

       1878 sonrasıdır. Toplumsal konulardan uzaklaşı­lır. Bireyci, tekçi veriler görülmeye başlanır.

       Şiirin tek amacı güzelliktir. Güzellikse doğa ve in­sandadır. Bu nedenle her şey şiire konu olabilir.

       Şiir öz ve biçimiyle bir bütün olduğundan ko­nuşma dilinden uzaklaşılır. Özel bir dil oluşturur. Bu dil eskiye oranla ağırdır.

       Beyit anlayışı yerine anlam bütünlüğü yerleşir. Biçim tutsakılğı kırılır. Abdülhak Hâmit dil kurallarına da aldırmaz. Önemli olan duygu ve düşüceleri anlatmaktır.

       Birinci dönemdeki 'sanat toplum içindir' görüşü bı­rakılır. Sanat sanat için yapılır. Bu nedenle teknikçe güçlü eserler görülmeye başlanır. Fizik ötesi konularla ilgilenilir.

       Realizm ve natüralizmden etkilenirler. Gerçekçi, teknikçe güçlü ilk köy öyküsü Karabibik (Nâbizâde Na­zım) bu dönemde yayınlanır.

       Bir taraftan günlük konular, öte yandan yabancı ülkeler, efsaneler işlenir (A. Hamit).

       Tiyatro, ikinci dönemde geriler; oynanmak için değil okunmak için yazılır. Dil özentili, ağırdır.

       Uyak, bu dönemde başlayan tartışmalarla yeni bir uygulama konusu olur. Göz için değil yalnızca kulak içindir. Aruz Türkçe'ye uydurulur. Eski ibçimler kırı­lır,yenilere yer hazırlanılır.

       Bu dönem sanatıları: Recaizâde Mahmut Ekrem, Abdülhak Hâmit Tarhan, Nabizâde Nazım, Samipaşa­zâde Sezai, Muallim Naci...

 

 

 

 

 

 

 

 

a. Hazırlık Dönemi: (1839-1860) Bu dönemde Âkif Paşa, Sadullah Paşa, Münif Paşa ve Ethem Pertev Paşa batı edebiyatından tercümeler yaptılar. Yusuf Kamil Paşa, Fransızcadan Telemaque adlı romanı çevirdi. Bu edebiyatımızdaki ilk çeviri romandır.

 

b. I.Dönem:(1860-1880) İlk özel gazete Şinasi tarafından 1860 yılında çıkarılan Tercüman-ı Ahval’dir. bunedenle 1860 Tanzimat Edebiyatının başlangıcı sayılır. 1862’de Tasvir-i Efkâr yayımlandı. İlk gazete ile birlikte makale, roman, piyes, fıkra, kısa öykü gibi türler edebiyatımıza girdi. Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa, Şemsettin Sami, Ahmet Cevdet Paşa, Ahmet Vefik Paşa, Ali Suavi, Ahmet Mithat Efendi I.Dönem sanatçılarıdır.

Bu dönemde toplum için sanat yapılmıştır. Fransız edebiyatı örnek alınmıştır. Şiirin konusunda değişiklik yapılmıştır. Kanun, adalet, eşitlik, özgürlük, uygarlık konuları işlenmiştir. Nazım biçimlerinde pek değişiklik yapmamışlardır.

c. II. Dönem:(1880-1896) Abdülhak Hamit Tarhan, Recaizade Mahmut Ekrem, Şemsettin Sami, Muallim Naci, Samipaşazade Sezai, Nabizade Nazım bu dönemin başlıca sanatçılarıdır. Bu sanatçılar kişisel konuları işlemişler ve sanat için sanat anlayışını benimsemişlerdir. Şiirde kişisel konuların yanı sıra biçim değişiklikleri de yapmışlardır.

Tanzimat Edebiyatını Genel Özellikleri:

1.                Batı etkisinde gelişen bir edebiyattır. Dönemin sanatçıları uygar, yenilikçi, ilerici, bilimsel gelişmelere açık aydınlardır.

2.                Hemen hepsi Fransız kültüründen etkilenmiş, Montesquieu, J.J. Rousseau, Voltaire gibi düşünürleri örnek almışlardır.

3.                Roman, öykü, tiyatro ve gazete yazıları gibi türlerin ilk örnekleri verilmiştir.

4.                Edebiyatımıza vatan, ulus, eşitlik, hürriyet gibi toplumsal kavramlar girmiştir.

5.                Tanzimat sanatçıları, edebiyat yoluyla ulusu aydınlatmaya, sorunlara çözüm bulmaya çalışırlar. Divan edebiyatıyla halka gidilemeyeceği, topluma yararlı olunamayacağı inancındadırlar.

6.                Genelde Klasik Türk şiirinin biçim özelliklerine bağlı kalmakla birlikte, şiirin içeriğinde yenilikler yapmışlardır. Zaman zaman da hem biçim, hem de içerik yönünden yeni şiirler yazmışlardır.

7.                Birinci dönem sanatçıları toplumsal konulara yönelirken, ikinci dönem sanatçıları bireysel konuları işlemişlerdir.

8.                Birinci dönemde klasisizm ve romantizm akımlarının etkileri görülürken, ikinci dönemde realizm akımının etkisi görülmüştür.

 

İBRAHİM  ŞİNASİ (1826-1871)

 Tanzimat edebiyatının kurucularından sayılan Şinasi, birçok alanda ilk ve başarılı örnekler vermiştir. İlk şiir çevirisi, ilk tiyatro, ilk özel gazete onun eseridir. Batı edebiyatını tanıdıktan sonra şiirin konusunu genişletmiş, bu değişiklik daha sonra biçime de yansımıştır. Parça güzelliği yerine bütün güzelliğine önem vermiştir. Gazeteciliğini de tıpkı edebiyat gibi halkı aydınlatmak için kullanmıştır.

Eserleri: Tercüme-i Manzume, Şair Evlenmesi, Müntehebât-ı Eş’ar (Seçilmiş Şiirler), Durubu-ı Emsâl-i Osmaniyye (Osmanlı Atasözleri). Kâmus-ı Osmanî adını verdiği sözlüğünü tamamlayamamıştır.

 

NAMIK KEMAL (1840-1888)

         Biçim olarak eski, içerik olarak yeni şiirler yazar. Daha sonra hem şekil hem konu bakımından yeni şiirler yazar. Aruz ölçüsü kullanmıştır, hece ile yazdığı şiirleri sayılıdır. Eserlerinde vatan, özgürlük, adalet, meşrutiyet, bağımsızlık gibi konuları işler. Sanat toplum içindir görüşünü benimser. Romantizm akımına bağlıdır.

            Romanları: İntibah, Cezmi.

            Tiyatroları: Vatan -yahut- Silistre, Zavallı Çocuk, Akif Bey, gülnihal, Celaleddin Harzemşah, Kara Bela.

            Tarih Yazıları: Devr-i İstilâ, Barika-i Zafer, Evrak-ı Perişan, Kanije, Osmanlı Tarihi.

            Eleştiri Yazıları: Tahrib-i Harabat, Takip, İrfan Paşaya Mektup, Celal Mukaddimesi, Renan Müdafaanamesi.

           

ZİYA PAŞA (1829-1880)

            Ziya Paşanın eserlerinde klasik Türk şiirinin yanı sıra mahallileşme akımının, aşık tarzının ve Avrupa edebiyatının etkileri görülür. Sosyal ve siyasî konuları işlediği eserlerinde realizme yaklaşmış, kişisel konuları işlediği eserlerinde romantizmin etkisinde kalmıştır.

            Eserleri: Eş’ar-ı Ziya, Harâbât, Zafername, Şiir ve İnşâ, Rüya, Arz-ı Hâl, Veraset Mektupları, Rüya ...

 

Tercümeleri: Endülüs Tarihi, Engizisyon Tarihi, Emil, Tartüf...

 

            ABDÜLHAK HAMİT TARHAN (1852-1937) (Şair-i Âzam ‘Yüce Şair’)

            Klasik şiir geleneğini yıkmaya başlar. Fransız şiirinin de etkisiyle yeni biçimler kullanır. I.dönem Tanzimat edebiyatçılarının içerikte yaptıkları yeniliklere, Hamit biçimde yaptığı yenilikleri ekler. Aşk, doğa, ölüm ve metafizik konularında lirik, epik ve felsefi şiirler yazar.

            Şiirleri: Sahra, Divaneliklerim (Belde), Makber, Ölü, Bunlar Odur, Hacle ...

            Tiyatroları: Macera-yı Aşk, sabr ü Sebat, İçli Kız, Duhter-i Hindu, Eşber, Finten, Tarık ...

           

            AHMET MİTHAT EFENDİ (1844-1912)

            Dönemin en popüler yazarı olarak kalemini halkın eğitimi, bilgilenmesi için kullanmıştır. Çok sayıda eser vermesi eserlerinin sanat yanını olumsuz yönde etkilemiştir.

            Hikâyeleri: Kıssadan Hisse, Letaif-i Rivayet (24 cilt).

            Romanları: Hasan Mellah –yahut- Sır İçinde Esrar, Dünyaya İkinci Geliş, İstanbul’da Neler Olmuş, Hüseyin Fellâh, Felatun Bey ile Rakım Efendi, Karı-Koca Masalı, Henüz On Yedi Yaşında

            Oyunları: Eyvah, ahz-ı Fâr, Çarkaz Özdenler, Çengi, Avrupa’da Bir Cevalan.

            Mektup: Muhaberat ve Muhaverat.

            Anı: Menfa

 

            MUALLİM NACİ (1850-1893)

            Klasik şiirin son temsilcilerinden olan Naci, Fransız şiirinden tercümeler yapmıştır. Eski-yeni tartışmasında yeninin yanında olan Recaizade’nin Zemzemesi’ne Demdeme ile karşılık vermiştir.

            Şiirleri: Ateş-pare, Şerare, Füruzan ...

            Nesirleri: Demdeme, Istılahat-ı Edebiyye, Lügat-i Naci ...

 

            AHMET VEFİK PAŞA (1823-1891)

            Fransızca ve İngilizce’siyle batı; Arapça ve Farsça’sıyla  doğu kültürünü yakından tanımıştır. Tarih ve dil alanında çalışmalar yapmıştır. Oyunlarında halk dilini kullanır. Atasözleri derlemesi yapmış, Moliere’den 16 oyun tercüme etmiştir.

            Eserleri:

            Oyun: Adamcıl, Kadınlar Mektebi, Kocalar Mektebi, Zoraki Tabip, Merakî, Azarya.

            Tarih ve Dil Alanında: Mütehabât-ı Durub-ı Emsal (Atasözlerinden Seçmeler), Ebulgazi bahadır Han’dan çevrilen Şecere-i Türkî, Fezleke-i Tarih-i Osmanî, Lehçe-i Osmanî.

 

EDEBİYAT-I CEDİDE (SERVET-İ FÜNUN)

            Servet-i Fünun, Recaizade Mahmut Ekrem’in eski öğrencisi Ahmet İhsan Beyin 1891’de çıkarmaya başladığı bir derginin adıdır. Fenleri serveti anlamına gelir.

            Tevfik Fikret, Cenap Şahabettin, Hüseyin Siret, Hüseyin Suat, Ali Ekrem, Süleyman Nazif, Faik Ali, Celal Sahir, Halit Ziya, Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit, Ahmet Hikmet, Ahmet Şuayip, Seffer Ziya.

            Genel Özellikleri:

1.      Batı edebiyatından alınan sone, terzerima gibi nazım şekilleri kullanılmıştır.

2.      Klasik şiirin nazım biçimi olan müstezadı alıp Fransız şiiriyle karıştırarak “serbest müstezat” adı verilen bir nazım biçimi oluşturmuşlardır.

3.      Şiirlerinde genellikle aruz ölçüsünü kullanmışlardır.

4.      Şiirin konusunu genişleterek çevrelerinde gördükleri her konuyu şiirde işlemişlerdir. Kişisel duygu ve hayaller, aile hayatı, aşk ve doğa en çok işlenen konulardır.

5.      Parnasizm ve sembolizmin etkileri ile şiirde yeni bir duygu, yeni bir hayal, yeni bir estetik anlayış meydana getirmişlerdir. Dizelerde biçimciliğe, ritm ve ahenge önem vermişlerdir.

6.      Mevcut Osmanlıca’yı  yeterli bulmamış, yeni kelimeler, yeni deyimler ve tamlamalar kullanarak dili sadelikten uzaklaştırmışlardır.

7.      Servet-i Fünun yazarları, hikâye ve roman alanında daha başarılı eserler vermişlerdir.

8.      “Sanat  sanat içindir.” İlkesini benimsemişlerdir.

9.      Şiiri düz yazıya yaklaştırmışlardır. Düşünce dizelerde bitmez, diğer dizelere taşar.

 

SERVET-İ  FÜNUN NESRİ

 

 

TEVFİK FİKRET (1867-1915)

Nazmı nesre yaklaştırmış, aruzu Türkçe’ye başarıyla uygulamıştır. Çocuklara yazdığı “Şermin” adlı şiirinde hece ölçüsü kullanmıştır. “Sanat sanat içindir” anlayışından hareket etmiş, bireysel duyguları, doğayı, hayt sahnelerini konu edinmiştir. 1901’den sonra da toplumsal konulara yönelmiştir. Şair, bu dönemde  yurt ve ulus sevgisi, toplum sorunları gibi konulara ağırlık vermiştir. Tasvire çok önem verir. Resimle şiiri birleştirir. Şiiri düz yazıya yaklaştırır. Üslupçu ve biçimcidir. Parnasizm akımının etkisinde kalmıştır.

Eserleri: Rubab-ı Şikeste, Haluk’un Defteri, Rubabın Cevabı, Tarih-i Kadim, 95’e Doğru, Şermin.

 

 

HALİT ZİYA UŞAKLIGİL (1866-1945)

Roman, hikâye, anı, tiyatro, makale gibi değişik türlerde eserler vermiştir. Balzac, Stendhal, Flaubert, Zola gibi Fransız realist ve natüralistlerinden etkilenmiştir. Romanlarında aydın çevreleri, hikâyelerinin büyük bölümünde halkın günlük hayatını işler. Ağdalı bir dille eserler veren Halit Ziya, dilde sadeleşme harketine karşı çıkmasına rağmen daha sonra eserlerini sadeleştirmiştir.

Romanları: Nemide, Sefile, Bir Ölünün Defteri, Ferdi ve Şürekası, Mai ve Siyah, Aşk-ı Memnu, Kırık Hayatlar.

Hikâyeleri: Bir Yazın Tarihi, Bir Muhtıranın Son Yaprakları, Hepsinden Acı, İhtiyar Dost, Bir İzdivacın Tarih-i Muaşakası, Bu muydu?, Solgun Demet, Onu Beklerken, Kadın Pençesi...

Anıları: Kırk Yıl, Saray ve Ötesi, Acı Hikâye.

Oyunları: Kâbus, Füruzan, Fare

Mensur Şiir: Mensur Şiir, Mezardan Sesler.

 

MEHMET RAUF (1875-1931)

Fransız Paul Bourget (Pol Burje)’den etkilenmiştir. Romanlarında seçkin aileler arasında geçen aşkı konu alır. Romanları, genelde İstanbul ve çevresinde geçer. İnsan ruhunu tasvir ederken başarılıdır. Dili ve üslubu sadedir. Mensur şiirler de yazmıştır.

Romanları: Eylül, Ferdâ-yı Garam, Genç Kız Kalbi, Karanfil ve Yasemin, Böğürtlen, Halas.

Öykü: Kadın İsterse, İntizar, Son Emel.

Tiyatroları: Pençe, Yağmurdan Doluya, Cidal.

Mensur Şiir: Siyah İnciler

 

DÖNEMİN BAĞIMSIZ İSİMLERİ

AHMET RASİM(1864-1932)

Batıdan gelen yeniliklerle mahallî hayat ve millî zevkleri birleştirmeyi başarır. Yaşadığı dönemdeki İstanbul’u ve hayat tarzını canlı, renkli ayrıntılı bir şekilde ve sade Türkçe ile anlatır. Anı, gezi ve incelemeye dayanan eserlerinin yanı sıra hikâye ve romanları da vardır.

A. Rasim’in başlıca amacı, Türk milletine okumayı sevdirmek, halkımızın ufkunu genişletmektir.

Eserleri: Şehir Mektupları, Muharrir Şair Edip, Gülüp Ağladıklarım, Gecelerim, Falaka, Ramazan Sohbetleri, Menakıb-ı İslâm, Eşkâl-i Zaman, Küçük Tarih-i İslâm, Osmanlı Tarihi, Romanya Mektupları ...

 

HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR (1864-1944)

Ahmet Mithat’ın “ Halk için roman” geleneğini sürdürmüştür. Realizm ve natüralim akımlarının etkisi altında kalmıştır. Hemen hemen bütün eserleri bir gözlem ürünüdür. Roman ve hikâyelerinde kendi yaşadığı, okuduğu, duyduğu olayları konu almıştır. Bütün eserleri halkı eğitme amacı güttüğü için “sanat toplum içindir” görüşünü savunur. Sade, doğal bir anlatımı vardır.

Romanları: Şık, İffet, Mürebbiye, Metres, Tesadüf, Nimeşinas, Şıpsevdi, Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç, Gulyabani, Ben Deli miyim?, Hakka Sığındık.

Hikâyeleri: Kadınlar Vaizi, Katil Buse, Gönül Ticareti, Melek Sanmıştım Şeytanı, Meyhanede Hanımlar, Namusla Açlık Meselesi, Tünelden İlk Çıkış

 

FECR-İ ÂTİ TOPLULUĞU

II.Meşrutiyet’in ilanından sonra genç sanatçılar bir beyanname ile 20 Mart 1909 tarihinde kendilerini tanıtmışlardır. Bu beyanname edebiyat tarihimizde tek örnek olması bakımından önemlidir.

Hamdullah Suphi, Ali Canip, Celal Sahir’in Genç Kalemler’e katılmasından sonra, 1912’de Topluluk tamamen dağıldı. Bu bakımdan Fecr-i Âti Topluluğu, Edebiyat-ı Cedide ile Millî Edebiyat arasında bir köprü görevi görmüştür.

  Fecr-i Âti şairleri, 1909-1912 yılları arasında şiirde genellikle aşk ve doğa temalarını işlemişlerdir. Aruz ölçüsünü ve serbest müstezat biçimini yaygın olarak kullanmışlardır. Topluluğun şiir alanındaki temsilcileri; Tahsin Nahid, Mehmet Fuat, Faik Ali, Mehmet Behçet, Emin Bülent, ve Ahmet Haşim’dir. Şiirde parnasizm, sembolizm ve empresyonizm akımlarının etkileri görülür.

Hikâye ve romandaki temsilcileri; Refik Halit, Yakup Kadri’dir. Bunlar Servet-i Fünun yazarlarının devamı olmuşlar, realist ve natüralist akımlarının etkisinde kalmışlardır.

Tiyatro türünde eser veren başlıca sanatçılar; Müfit Ratip, Tahsin Nahid, Şahabettin Süleyman ve Ali Süha’dır.

 

AHMET HAŞİM (1883-1933)

Şiirleri, çeşitli yorumlara uygun, sözden çok musikiye yakındır. Sembolist ve emprestonist akımlarından etkilenmiştir. Hemen hemen bütün şiirlerinde derin bir melankoli, anlaşılmazlık, uzak ve bilinmeyen diyarlara duyulan özlem ve çok defa psikolojik yorumlara dayanan renkler ve musiki hissedilir.

Şiirlerinde çocukluğuna ait anılar, anne sevgisi ve güneşten kaçıp çöle hayat veren geceye sığınma, hastalık, ölüm gibi bilinç altında gizlenmiş duyguların izlerini bulmak mümkündür.

Nesirleri son derece açık, sade ve nüktelidir. Nesirlerinde “fikir adamı” olmaktan çok fikirler ve hayallerle oynamayı yeğlemiştir.

Şiirlerinde yalnız aruzu kullanmıştır. Şiirlerindeki dil, Servet-i Fünun diline benzemektedir. 1921 yılından sonra yazdıklarında konuşma diline yaklaşır. En çok serbest müztezat nazım biçimini kullanmıştır.

Şiirleri: Göl Saatleri, Piyale.

Nesirleri: Bize Göre, Gurebahane-i Laklakan, Frankfurt Seyahatnamesi.

 

MİLLÎ EDEBİYAT AKIMI

Genel Özellikleri:

XIX. yüzyılın ikinci yarısında ülkeyi içinde bulunduğu kötü durumdan kurtarmayı amaçalayan çeşitli akımlar görülür: Osmanlıcılık, Batıcılık, İslamcılık. Hristiyan toplumlarının bağımsızlıklarını elde etmesi Osmanlıcılığı, Türk olmayan Müslümanlar arasında filizlenen milliyetçilik de İslamcılığı olumsuz yönde etkiler. II. Meşrutiyet ve sonrasındaki gelişmeler, milliyetçilik akımının güçlenmesine neden olur.

Ahmet Vefik Paşa, Şemsettin sami, Süleyman Paşa gibi aydınların dile getirdikleri Türklük kavramı, Türkler arasında milliyetçilik düşüncesinin doğmasına neden olur. Türk Derneği, Türk Yurdu, Türk Ocağı gibi kuruluşlar ve bunların yayın organları milliyetçilik akımının güçlenmesine yol açar.

Millî Edebiyat Akımı, Ali Canip Yöntem, Ziya Gökalp ve Ömer Seyfettin’in 1911’de Selanik’te çıkardıkları Genç Kalemler dergisi ile başlar. Balkan Savaşları ve sonrasındaki gelişmeler akımın güçlenmesine sebep olur.

Millî Edebiyat  Döneminin Temel İlkeleri:

1.      Dil sade olmalıdır.

2.      Şiirde aruz yerine hece ölçüsü kullanılmalıdır.

3.      Ülke sorunları işlenmeli, Anadoluculuk ve millî konular öne çıkarılmalıdır.

4.      Dilde, işte, fikirde birlik sağlanmalıdır.

 

Genç Kalemler’in 1912’de kapanması, akımın etkilerine ortadan kaldırmaz. Bu akım, Cumhuriyet dönemi Türk Edebiyatını da etkiler. Hecenin beş şairi olarak bilinen Faruk Nafiz Çamlıbel, Halit Fahri Ozansoy, Orhan Seyfi Orhon, Yusuf Ziya Ortaç, Enis Behiç Koryürek akımın şiirdeki ilkelerini Cumhuriyet Dönemine de taşırlar.

Millî Edebiyat Akımı’nın hikâyedeki temsilcisi Ömer Seyfettin’dir. Cumhuriyetten önce yazılar yayımlayan Yakup Kadri, Halide Edip, Reşat Nuri, Refik Halit, Ahmet Hikmet Müftüoğlu’nun Cumhuriyet’in ilanından sonra yazdıkları eserlerinde de Millî Edebiyat Akımı’nın etkileri görülür.

 

MEHMET EMİN YURDAKUL (1869-1944)

Millet ve vatan sevgisini esas alan bir milliyetçiliği benimseyen şair, “Türkçe Şiirleradlı ilk şiir kitabını yayımlar. Servet-i Fünuncularla aynı dönemde yaşamış olamsına rağmen tamamen başka bir yol tutturur; hece ölçüsü ve sade Türkçe ile millet için sosyal temalı şiirler yazar. İlk defa millî konuları işleyen şair, kendisinden sonra gelen birçok şaire öncülük etmiştir.

Eserleri: Türk Sazı, Ey Türk Uyan, Ordunun Destanı, Dicle Önünde, Turana Doğru, Zafer Yolunda, İsyan ve Dua, Türk’ün Hukuku.

 

ÖMER SEYFETTİN (1884-1920)

Edebiyatımızda kısa hikâyenin ilk büyük ustasıdır. Realist hikâyeciliğin temsilcisidir. Eserlerinin konusunu çocukluk ve askerlik hatıraları, yaşadığı olaylar, tarihî menkıbeler oluşturur.

Eserleri:

Eski Kahramanlar, Efruz Bey, Yüksek Ökçeler, Beyaz Lale, Harem, İlk Düşen Ak, Bomba, Gizli Mabet, Bahar ve Kelebekler, Balkon, Yalnız Efe, Topuz, Başını Vermeyen Şehit, Diyet.

Roman: Açık Hava Mektebi.

Tiyatro: Mahcupluk İmtihanı.

 

AHMET HİKMET MÜFTÜOĞLU (1870-1927)

II. Meşrutiyet’ten sonra Türkçülük hareketlerinin kurucuları arasında yer almıştır. Türk Derneği, Türk Ocağı gibi Türkçü kuruluşlarda görevler yapmıştır.

Eserleri:

Haristan ve Gülistan, Çağlayanlar, Gönül Hanım.

 

ZİYA GÖKALP (1876-1924)

Fransız sosyolog Emil Durkheim’den etkilenir. İlk Türk sosyoloğu olarak tanınır. Makale, inceleme ve şiir türünde eserler kaleme alır.

Cumhuriyet’in fikir ve kültür temellerini atan düşünce adamlarında biridir. Kendisini türk sayan herkesin Türk olduğu tezini savunur. Ona göre Türkçülüğün gayesi, Türk milletini yükseltmektir. Şiirlerinde hece ölçüsü kullanmıştır.

Eserleri:

Türkçülüğün Esasları, Türkleşmek-İslamlaşmak-Muasılaşmak, Türk Medeniyeti Tarihi.

Şiirleri: Kızıl Elma, Yeni Hayat, Altın Işık.

 

DÖNEMİN BAĞIMSIZ İSİMLERİ

1908 sonrası edebiyatımız içinde hiçbir akıma girmemiş fakat sanatıyla toplumu etkilemiş güçlü sanatçılar yetişmiştir. Bunlar arasında özellikle Yahya Kemal ve Mehmet Akif anılmaya değerdir.

Mehmet Akif millî ve dinî konularda toplumu aydınlatmak amacıyla eserler vermiştir. Aruzu ustaca kullanmıştır. Sokak konuşmalarını aruzla ifade edebilmiştir. Çalışmanın, bilim ve tekniğin önemini vurgular.

Yahya Kemal, Millî Edebiyat Akımı’nın ilkelerini benimsemekle birlikte kendine özgü bir sanat ve edebiyat anlayışına sahiptir. Neoklasisizm diyebileceğimiz bir yolu benimser. Tarihe, toprağa ve millete önem veren bir sanat anlayışına sahiptir. Hem klasik, hem de modern şiirler yazar.

1908 sonrası bağımsız olarak çalışmalarına devam eden şair ve yazarlar arasında; Ahmet Haşim, Yakup Kadri, Refik Halit, Reşat Nuri ve Faruk Nafiz gelir. Bu şair ve yazarlardan bazıları, daha sonraki edebî topluluklara da katılmışlardır.

 

YAHYA KEMAL BEYATLI ( 1884-1958 )

Yahya Kemal’e göre “şiir fikirle değil sözcüklerle yazılır.” Klasik Türk şiirini modernize ederek biçim yönünden mükemmelliği esas alan şiir anlayışını benimsemiştir. Fransız şiirinden de sone biçimini almıştır. Şiirlerinde aruz ölçüsünü kullanmıştır. Sadece “OK” adlı şiirinde hece ölçüsü kullanmıştır.

Anlatımda ritmi öne çıkarmıştır. Uyaksız şiiri yoktur. Ona göre her şey şiirin konusu olabilir. Tarih, vatan, millet, İstanbul sevgisi, aşk, ölüm onun şiirlerinin başlıca konularıdır. O, “Türkçe ağzımda annemin sütü gibidir.” Görüşü ile eserlerini kaleme almıştır.

Şiirleri: Kendi Gök Kubbemiz, Eski Şiirin Rüzgarıyla, Rübailer ve Hayyam Rübailerini Türkçe Söyleyiş.

Düz Yazı: Aziz İstanbul, Eğil Dağlar, Siyasî Hikâyeler, Siyasî ve Edebî Portreler, Edebiyata Dair, Çocukluğum, Gençliğim, Siyasî ve Edebî Hatıralarım.

 

MEHMET AKİF ERSOY (1873-1936)

Safahat adlı eseri yedi bölümden oluşur. 1. Safahat, 2. Süleymeniye Kürsüsünde, 3. Hakkın Sesleri, 4. Fatih Kürsüsünde, 5. Hatıralar, 6. Asım, 7. Gölgeler.

 

 

MİLLÎ MÜCADELE DÖNEMİ EDEBİYATI

Mondros Mütarekesi ile başlayıp 9 Eylül 1922’de Yunanlıların İzmir’de denize dökülmesi ile biten döneme Millî Mücadele Dönemi denir.

Bu kısa dönem başlı başına bir edebiyat akımı oluşturmaz. Başta Millî edebiyat olmak üzere diğer edebiyat akımların etkisi devam eder. Fakat aydınımızın ve edebiyatçılarımızın çoğu, millî ruhu uyandırmak ve ne pahasına olursa olsun bağımsızlığı kazanabilmek için destansı edebiyat eserleri ortaya koyarlar. Adeta bütün aydınlar ortaklaşa bir ruhla edebiyat ürünleri verirler.

Mehmet Akif’in İstiklal Marşı ve Bülbül, Faruk Nafiz’in Kahraman, Kemaleddin Kamu’nun Dumlupınar Yolunda, Necmettin Halil Onan’ın Bir Yolcuya, Orhan Şaik Gökyay’ın Bu Vatan Kimin, Fazıl Hüsnü’nün Üç Şehitler Destanı, Halide Nusret’in İstiklal Şehitleri, Ceyhun Atuf Kansu’nun Sakarya Meydan Savaşı, Cahit Külebi’nin Atatürk Kurtuluş Savaşında adlı manzum eserler bu dönemi anlatan destansı şiirlere örnek olarak verilebilir.

Halide Edip’in,Ateşten Gömlek, Dağa Çıkan Kurt, Himmet Çocuk, Peyami Safa’nın Süngülerin Gölgesinde, Aka Gündüz’ün Dikmen Yıldızı, Yakup Kadri’nin Sodom ve Gomore, Yaban, Ergenekon, Refik Halit’in Çete adlı yapıtları ise bu dönemi anlatan mensur eserlerdir.

 

KURTULUŞ SAVAŞINI KONU ALAN ROMANLAR

Vurun Kahpeye Ateşten Gömlek – Halide Edip Adıvar

Yaban, Ankara, Sodome Gomore – Yakup Kadri Karaosmanoğlu

Dikmen Yıldızı – Aka Gündüz

Halas -  Mehmet Rauf

Sözde Kızlar, Biz İnsanlar – Peyami Safa

Üç İstanbul – Mithat Cemal Kuntay

Esir Şehrin İnsanları , Esir Şehrin Mahpusu, Yorgun Savaşçı - Kemal Tahir

Kalpaklılar, Doludizgin – Samim Kocagöz

Hükümet Meydanı, Vatan Tutkusu – İlhan Tarus

Küçük Ağa, Küçük Ağa Ankara’da – Tarık Buğra

Toz Duman İçinde, Vatan Dediler – Talip Apaydın

Kurtlar Sofrası, Sırtlan Payı – Atilla İlhan

Kutsal İsyan – Hasan İzzet Dinamo

Yüzbaşı Selahattin’in Romanı – İlhan Selçuk

 

HALİDE NUSRET ZORLUTUNA (1901-1984)

Hem aruz, hem hece, hem de serbest ölçüyle şiirler yazar. Şairin birçok şiiri didaktiktir.

Şiir kitapları: Geceden Taşan Dertler, Yayla Türküsü, Yurdumun Dört Bucağı, Ellerim Bomboş.

Romanları: Küller, Sisli Geceler, Gülen Kim, Beyaz Selvi, Büyükanne, Aydınlık Kapı, Aşk ve Zafer.

Hatıraları: Benim Küçük Dostlarım, Bir Devrin Romanı.

 

HALİDE EDİP ADIVAR (1884-1964)

Yazdığı hikâyelerini Harap Mabetler’de toplar. Hemen hemen bütün eserlerinde aşk temasını işlemiştir. Ayrıca 1908 Meşrutiyetinden sonra ortaya çıkan milliyetçilik düşüncesini, Kurtuluş Savaşının hareket ve heyecan dolu yıllarını, Cumhuriyetle birlikte başlayan eski-yeni çatışmalarını işlemiştir. Sade ve anlaşılır bir dil kullanmıştır.

Romanları: Seviye Talib, Handan, Kalp Ağrısı, Ateşten Gömlek, Vurun Kahpeye, Zeyno’nun Oğlu, Sinekli Bakkal, Tatarcık.

Hatıraları: Mor Salkımlı Ev, Türk’ün Ateşle İmtihanı.

Tiyatroları: Kenan Çobanları, Maske ve Ruh.

Hikâyeleri: Harap Mabetler, Dağa Çıkan Kurt, İzmir’den Bursa’ya, Kubbede Kalan Hoş Seda.

 

RUŞEN EŞREF ÜNAYDIN (1892-1959)

Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal’le Mülakat, Geçmiş Günler, Ayrıntılar, Damla Damla, Boğaziçi Yakında, Atatürk’ün Hastalığı ...

 

      FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL (1898-1973)

Dili ve anlatımı oldukça sadedir. Açık ve seçici bir söyleyişi vardır.

Eserleri:

Şiir: Han Duvarları, Dinle Neyden, Gönülden Gönüle, Çoban Çeşmesi, Bir Ömür Böyle Geçti, Akıncı Türküleri.

Oyunları: Canavar, Akın, Yayla Kartalı.

Roman: Yıldız Yağmuru.

 

AHMET KUTSİ TECER (1901-1967)

Duygusal yönü ağır basan memleket şiirlerini, içtenlikle ve ince bir söyleyiş güzelliği ile yazmıştır.

Eserleri:

Şiir: Şiirler.

Oyunları: Orta oyunu teknikleriyle yazdığı Köşe Başı, Bir Pazar Günü, Satılık Ev, Koç Yiğit Köroğlu (Manzum Piyes).

 

 

CUMHURİYET SONRASI TÜRK ŞİİRİ

Yurt genelinde yapılan yenilikler Anadolu insanını, Türk köylüsünü sanata yöneltmiş; toplumun her kesiminden, her bölgeden sanatkarlar yetişmiştir. Halk evlerinin açılmasıyla folklorik çalışmalar artırılmış, folklor ürünleri dönem sanatçılarına kaynaklık etmiştir. Başlangıçta romantik duyguların hakim olduğu şiirimiz, gün geçtikçe realist bir çizgiye oturmuştur.

Şairler, şiir anlayışına uygun dergiler çıkarmış ve gruplar oluşturmuşlardır.

 

1. Atatürk Dönemi (1923-1939)                           2. 1940 Sonrası Dönem

a. Memleketçiler                                                        a. Birinci Yeniciler ( Garipçiler)

b. Beş Hececiler                                                        b. Hisarcılar

c. Yedi Meş’aleciler                                                   c. Maviciler

                                                                                 d. İkinci Yeniciler

                                                                                 e. Toplumsal Gerçekçiler

                                                                                  f. Bağımsızlar

 

 

ATATÜRK DÖNEMİ 81923-1939)

1.                 Memleketçiler: Mehmet Emin Yurdakul, Ahmet Kutsi Tecer, Ömer Bedrettin Uşaklı, Kemalettin Kamu. Bu sanatçılar Anadolu’yu yeniden keşfetme çabasına yönelerek ülke sorunlarını ele almışlar; folklorumuzu tanıtmaya çalışmışlardır.

2.                 Beş Hececiler: Orhan Seyfi, Faruk Nafiz, Halit Fahri, Enis Behiç, Yusuf Ziya’dan oluşan bir edebî topluluktur.  Cumhuriyetten önce şiire başlayan bu şairler, Cumhuriyetin ilanından sonraki ulusal coşku nedeniyle romantizme yönelmişler, bu nedenle gerçekçilikten uzaklaşmışlardır.

3.                 Yedi Meş’aleciler: Yaşar Nabi, Muammer Lütfi, Kenan Hulusi, Sabri Esat, Cevdet Kudret, Vasfi Mahir ve Ziya Osaman’dan oluşan bu topluluk, Millî Edebiyatçıların, özellikle de Beş Hececilerin gerçekçilik ve içtenlikten uzak şiirlerine tepki olarak doğmuştur. Bu topluluk şiirde içtenliği savunan yedi gençten oluştuğu için bu adı almıştır.

 

 

b. 1940 Sonrası Dönem:

1.      Birinci Yeniciler (Garipçiler) : 1941 yılında Orhan veli Kanık, Melih Cevdet Anday ve Oktay Rıfat Horozcu adlı sanatçıların oluşturduğu bir edebî topluluktur. Şiirde sürüp giden basmakalıplığa, şairaneliğe ve aşırı duygusallığa başkaldırmışlardır. Şiirle ilgili düşüncelerini Garip adlı kitapta dile getirmişlerdir.

Garipçiler:

a.       Esin kaynağı olarak batıyı almışlar; Valery, Picasso, Rimboud gibi sanatçılardan etkilenmişlerdir.

b.      Ölçü, uyak ve sanatlı söyleyiş gibi gelenekleri tümüyle reddetmişler, serbest şiiri esas almışlardır. Dizeci anlayış ve biçim kaygısı gereksizdir.

c.       Gülmece ve ince yergi şiirin temel öğesi olmuş; sıradan kişi ve olaylar şiire girmiştir.

d.      Dilde sadeliğe önem vermişler, sürrealizm akımını izlemiş ve ondan etkilenmişlerdir.

e.       Toplumda görülen aksaklıkları, şiirin doğal akışını bozmadan vermek gerekir.

f.        Sıradan söyleyişler ve halk ağzı şiire girmelidir.

 

2.      Hisarcılar: Mehmet Çınarlı, İlhan Geçer, Gültekin Samanoğlu, Mustafa Necati Karaer, Nuzhet Erman, Nevzat Yalçın, Yavuz Bülent Bakiler, İbrahim Minnetoğlu, İsmail Geçeksöz, Ayla Oral, Bahattin Karakoç gibi sanatçıların topluluktur. Bu sanatçılar, düşüncelerini “Sanatçı Bağımsız olmalıdır. Ulusal olmayan bir sanatın sınırları aşacağı düşünülemez. Sanatçının dili yaşayan dildir.” 

3.      Maviciler: Atilla İlhan, Orhan Duru, Ferid Edgü’nün Mavi Dergisi çevresinde toplanmasıyla oluşmuştur. Bu sanatçılar, garip Akımına ve Orhan Veli’ye karşı çıkmış, şairane bir sanat anlayışının temsilcisi olmuşlardır.

4.      İkinci Yeniciler: (1950-1955) Bu topluluk, Kemal Özer, Ece Ayhan, Sezai Karakoç, Cemal Süreyya, Özdemir İnce, İlhan Berk, Refik Durbaş, Edip Cansever, Turgut Uyar, Ülkü Tamer gibi adlardan oluşmuştur.

Bu topluluk, garipçilerin şiir anlayışına tepki olarak doğmuştur. Onlara göre Garipçiler, hayal gücünden yoksundur. “Şiir için şiir” anlayışında eserler vermişler, konuşma dilinden ayrı bir dil kullanmışlardır. Bu topluluğun şiirlerine “Anlaşmazlığın Şiiri” de denmiştir. Bir çeşit kaçış şiiri sayılan be dönem eserleri, devrin siyasal ve toplumsal baskı ortamının ürünleri olmuştur.

İlkeleri:

a.       Şiirde öyküleyici anlatım yolu terk edilmelidir. Çünkü şiir öykü değildir. kapalı ve soyut bir anlatım vardır.

b.      Söyleyiş, anlatımdan daha önemli olmalıdır.

c.       Şiirin üslubu, konuşma dilinden uzak ve mantık dokusundan arındırılmış olmalıdır. Özgün olmalıdır.

d.      Şiir felsefî yaklaşımlar ve mutlak gerçeği arama, çözüm üretme yeri değildir.

e.       Ahlaksal değerler, erdem, gerçek ve toplum gibi temel ögeler şiirin amacı olmamalıdır.

f.        Şiir bir görüntü sanatıdır.

g.       Ölçü, kafiye ve biçim unsurlarıyla ahenk sağlamak yerine musuki ve anlatım zenginliği olmalıdır.

5.      Toplumsal Gerçekçiler: Nazım Hikmet’in öncülüğünde başlayan bu hareket, Rıfat Ilgaz, Cahit Irgat, Enver Gökçe, Ömer Faruk Toprak, Arif Damar, Ahmet Arif ve Şükran Kurdakul gibi sanatçılarla devam etmiştir. Bu topluluk şiiri sosyal gerçeklerin anlatımında bir araç gibi görmüş, insanı üretim-tüketim ilişkisi içinde ele almıştır. Serbest tarzda şiirler yazarak ölçü, uyak gibi öğelerden uzak kalmışlardır.

6.      Bağımsızlar: Necip Fazıl, Cahit Sıtkı, Arif Nihat Asya, Ahmet Hamdi, Behçet Necatigil, Ömer Zeki Defne, Asaf Halet Çelebi, Fazıl Hüsnü, Cahit Külebi, Ahmet Muhip Dranas,  gibi sanatçılar, herhangi bir topluluğa bağlı kalmaksızın eser vermişlerdir. Bu sanatçılar, yurt sorunlarını, bireysel duyarlılıkları şiirlerinde ele almışlardır.

 

 

CAHİT SITKI TARANCI (1910-1956)

Fransız şair Baudeleire’in etkisi altında kalmıştır. Orhan Veli ve arkadaşları tarafından başlatılan serbest şiir akımı ve söyleyiş ilkelerine aynen katılmamış; şiirde biçim öğelerine yer vermiştir. Şiirlerinde Türkçe’nin sıcaklığını ve akıcılığını bulmak mümkündür. Şiirlerinde etkili bir lirizm vardır.

Eserleri: Ömrümde Sükut (1933), Otuz Beş Yaş (1946), Düşten Güzel (1952), Sonrası (1957), Ziya’ya Mektuplar.

 

FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA (1914-  )

Kurtuluş Savaşı ile ilgili yazdığı lirik ve epik şiirleri ile tanınır. Sürekli kendini aşmaya çalışmıştır. Bireysel yaklaşımlardan, toplumsal anlayışa doğru yönelmiştir. Bu yönelimi şairi ulusaldan evrensele ulaşan özlü ve sağlam bir söyleyişe götürür. Biçimsel açıdan da önceleri ölçülü, uyaklı şiirler yazan şair, daha sonra serbest şiire yönelmiştir.

İnsandaki davranış çatışmalarını başarıyla anlatmıştır.

Eserleri: Havaya Çizilen Dünya, Çocuk ve Allah, Çakırın Destanı, Özgürlük Alanı, Aylam Dört Kanatlı Kuş, Nötron Bombası, Arkaüstü Aylam, Dişiboy, Takma Yaşamlar Çağı, Batı Acısı, Türk Olmak, Dildeki Bilgisayar, Vietnam Körü, Kubilay Destanı, Dışarıdan Gazel, Balina ile Mandalina, 19 Mayıs Destanı.

 

ZEKİ ÖMER DEFNE (1903-1992)

Kendine özgü şiir anlayışlarıyla yeni halk şiiri arasına bir köprü kurmak eğilimindedir. Halk şiirinden ve halk ağzı söyleyişlerinden etkilenen şair, günlük olaylardan uzak bir dünyanın güzelliklerini anlatır.

Eserleri: Denizden Çalınmış Ülke, Rüyalar’dır, Sessiz Nehir, Kardelenler.

 

AHMET MUHİP DRANAS (1909-1980)

Şiirinde Ahmet Hamdi’nin ve Faruk Nafiz’in etkisi vardır. Önceleri Baudelaire sembolizminden etkilenmiştir. Şiirinde ses ahengine, şekil olgunluğuna önem vermiştir.

Toplumsal konulardan, günün sorunlarından çok, duyguların sonsuzluğuna yönelmiştir.

Şiir: Şiirler (1974)

Yazılar: O Böyle İstemezdi (1948)

Oyun: Gölgeler (1947)

 

 

 

 

 

AHMET HAMDİ TANPINAR (1901-1962)

Doğu ve batı kültürlerinden sentez yapmayı başaran yenilikçi şair, yazar ve düşünce adamıdır.

Eserlerinde yer tutan en büyük kavram “zaman”dır. Ölüm, tarih ve felsefe üzerine düşünceleri hep zaman kavramı üzerinde şekillenir.

Şiirlerinde söyleyiş güzelliğine ulaşmayı amaçlayan şair, genelde bireye özgü temaları işler.

Eserleri:

Öykü: Abdullah Efendi’nin Rüyaları, Yaz Yağmuru.

Roman: Huzur, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Sahnenin Dışındakiler, Mahur Beste, Aydaki Kadın.

Deneme: Beş Şehir, Yahya Kemal.

Şiir: Bütün Şiirler.

Ayrıca, Edebiyat Üzerine Makaleler ve XIX. Yüzyıl Türk Edebiyatı Tarihi adlı eserleri de vardır.

 

NECİP FAZIL KISAKÜREK (1905-1983)

Şiirlerinde insanın evrendeki yerini araştırarak, iç dünyasının tutku ve duygularını dile getirmiştir.

Şiirleri: Örümcek Ağı, Kaldırımlar, Ben ve Ötesi, Sonsuzluk Kervanı, Çile

Tiyatro: Tohum, Bir Adam Yaratmak, Künye, Sabır Taşı, Ahşap Konak

Öykü: Birkaç Hikâye Birkaç Tahlil, Ruh Burkuntusundan Hikâyeler, Hikâyelerim

Roman: Aynadaki Yalan, Kafakağıdı.

 

ARİF NİHAT ASYA (1904-1975)

Herhangi bir edebî topluluğa katılmamış, bağımsız bir sanatçı olarak edebiyatımızdaki yerini almıştır. Şiirlerinde hece ve aruz ölçüsü kullanmıştır. Şair geçmişle geleceği kaynaştırmaya çalışmıştır. Eserlerinde; tarihimizi, ulusal değerlerimizi, insanlarımızı anlatmıştır. Şiirlerinde vatan, millet, bayrak, kahramanlık, aşk ve doğa temalarını işlemiştir.

Şiirleri: Heykeltıraş, Yastığımın Rüyası, Bir Bayrak Rüzgar Bekliyor, Kökler ve Dallar, Dualar ve Aminler, Aynalarda Kalan.

Özdeyiş: Kanatlar ve Gagalar.

Düz Yazı: Enikli Kapı.

Rubaî: Rubaîyat-ı Arif, Kıbrıs Rubaîleri, Nisan, Kova Burcu, Avrupa’dan Rubaîler.

 

ORHAN VELİ  KANIK (1914-1950)

Şiiri; birtakım kalıp ve klişelerden, şairanelikten ve yıpranmış benzetmelerden kurtaran şair, serbest şiirin en güzel örneklerini vermiştir. İstanbul’u, denizi, kadını, günlük yaşamın içindeki insanları yalın bir dille ele almıştır. 1945’ten sonra sosyal konulara yönelmiş; sıradan insanların sorunlarını ön plana çıkaran hiciv ve esprilere dayanan şiirler yazmıştır.

Eserleri:

Garip (Oktay Rıfat ve Melih Cevdet’le beraber 1941), Vazgeçemediğim, Destan Gibi 1946, Yenisi 1947, Karşı 1949, Bütün Şiirleri 1951.

Düz yazıları (Çeviri türünde): La Fontaine masallarını nazım türünde çevirmiştir. Nasrettin Hoca Fıkralarından bazılarını nazma çevirmiştir.

Bütün Yazıları 1,2.

Çeviri Şiirler.

 

HALİT FAHRİ OZANSOY (1891-1971)

Şiirlerinde; aşk, ölüm, yaşlılık temalarını işlemiştir.

Şiir: Paravan, Balkonda Saatler, Sulara Dalan Gözler, Sonsuz Gecelerin Ötesinde, Hep Onun İçin

Oyun: Nedim, Hayalet.

Anıları: Edebiyatçılar Çevremde, Eski İstanbul’un Ramazanları.

 

BEHÇET NECATİGİL (1916-1979)

Açık ve anlaşılır yazmaya çalışmıştır. Dış dünyadan içe yansıyan evrensel konuları işlemiştir. Klasik şiirimizin yöntemlerinden yararlanırken dolaylı bir anlatımı benimsemiştir. Büyük kent insanının sıkıntı ve kaygılarını anlatmıştır

Şiirlerinde; evi aile, yakın çevre üçgeninde, hayal ile gerçeği, orta halli bir yurttaşın başından geçebilecek durumları, başarıyla anlatmıştır.

Eserleri:

Şiirleri: Kapalı Çarşı, Çevre, Evler, Eski Toprak, Divançe, Zebra, İki Başına Yürümek, Kareler Aklar, Yaz Dönemi En/Colm, Sevgilerde, Beyler, Söyleriz.

Radyo Oyunları: Yıldızlara Bakmak, Gece Aşevi, Üç Turunçlar, Pencere

İncelemeleri: Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü, Edebiyatımızda Eserler Sözlüğü, Küçük Mitoloji Sözlüğü.

 

ATİLLA İLHAN (1925-   )

Toplumsal gerçekçidir. Değişik çizgilerde, öz ve biçim yönünden farklı şiirler yazmıştır. Şiire çok yönlü bir birleşim kazandırmıştır. Barış, özgürlük, insan sevgisi, gelecek inancı gibi toplumsal temaları işlediği gibi, bunalım, yalnızlık, aşk, umutsuzluk, ölüm gibi bireysel temaları da işlemiştir. Şiirlerinde zengin bir imge örgüsüne, lirik bir söyleyişe, kimi zaman da destansı bir anlatıma sahiptir.

O, ülke gerçeğini çarpıcı bir gözlem ve gerçekçi bir yaklaşımla işler. Dilindeki yabancı sözcükler, kültürel dokusunu iyi yansıttığı için yadırganmamaktadır.

Eserleri:

Şiirleri: Duvar, Sisler Bulvarı, Yağmur Kaçağı, Ben Sana Mecburum, Bela Çiçeği, Yasak Sevişmek, Tutuklunun Günlüğü, Böyle Bir Sevmek, Elde Var Hüzün, Korkunun Krallığı.

Romanları: Sokaktaki Adam, Kurtlar Sofrası, Bıçağın Ucu, Sırtlan Payı, Yaraya Tuz Basmak, Fena Halde Leman, Dersaadette Sabah Ezanları, Haco Hanım Vay, O Karanlıkta Biz.

Gezi: Abbas Yolcu, Batı’nın Deli Gömleği.

Deneme, anı türü: Hangi Sol, Hangi Batı, Hangi Sağ, Faşizmin Ayak Sesleri, Gerçeklik Savaşı, Hangi Atatürk, İkinci Yeni Savaşı, Sağım Solum Sobe, Yanlış Erkekler, Yanlış Kadınlar, Hangi Edebiyat, Hangi Küreselleşme, Aydınlar Savaşı, Kadınlar Savaşı, Hangi Laiklik.

Senaryoları: Kartallar Yüksek Uçar, Yarın Artık Bugündür, Yıldızlar Gece Büyür, Sekiz Sütuna Manşet.

Fıkra:Yanlış Erkekler, Yanlış Kadınlar, Sağım Solum Sobe, Batı’nın Deli Gömleği.

 

COŞKUN ERTEPINAR (1914-    )

Kendine özgü bir anlatımı vardır. Şiirleri ölçülü ve kafiyelidir. Şiirlerinde; memleket sevgisi, barış, kardeşlik ve dostluk önemli yer tutar.

Şiirleri: Dönülmez Zaman İçin, Tek Adam, Kaderden Yana, Mevsimlerin Ötesinden, Şu Dağlar Bizim Dağlar, Güzel Dünya, Zaman Bahçesinde Tek Adam, Destan Atatürk, Küçük Dünyanın İçinden, Dorukta Rüzgar Var, Çocuklar Ve Papatyalar, Yunus Bahçesinde Açan Gül, Sevginin Yedi Rengi, Şiir İkileminde, Bir Ömür, Şiir Dünyasındaki Yerim Üzerine.

 

 

DÜZ YAZI TÜRLERİ

HİKÂYE (ÖYKÜ)

Yaşanmış ya da yaşanması mümkün olan olayları veya durumları yer ve zaman kavramlarına bağlayarak ele alan düz yazı türüdür.

Dünya edebiyatında Rönesans’tan sonra G. Boccacio, Dekameron Öyküleri isimli eseriyle öykü türünün ilk örneğini vermiş, çağdaş öykücülüğün başlatıcısı olmuştur.

18. yüzyılda Voltaire öykü türünde ürünler verir. İnsan dışı yaratıkları ve olmayacak olayları da öykülere karıştırır.

Gerçek öykü devri 19. yüzyıl sonlarında realistlerle başlar. Alphons Daudet, Guy de Maupassant gibi Fransız yazarlar öykü örnekleri vemişlerdir.

Yine 19. yüzyıl sonunda yetişen Stevenson, Rudyard Kipling gibi İngiliz öykücüler gözlemlere, serüvenlere ve bol şiirli anlatımlara başvurmuşlardır.

Mizahî öyküleri ile Mark Twain, O. Henry daha sonra John Steinbeck, Anton Çehov gibi sanatçılar öyküleri ile ün kazanmışlardır.

Bizde batılı anlamda öykü 1870’ten sonra başlar. İlk öykü denemesi, Emin Nihat’ın Müsameretnâme’sidir. (1973) 12 parçadan oluşan bu eser, uzun kış gecelerinde eş ve dostun anlattığı öyküler biçimindedir. Bu yönüyle Binbir Gece Masalları ve Dekameron Öyküleri’ni anımsatır.

Batılı anlamda ilk öykü örneklerini Ahmet Mithat Efendi, Letaif-i Rivâyât (1880-1890) adlı eseriyle vermiştir. Samipaşazade Sezai Küçük Şeyler ile Nabizade Nazım da Karabibik adlı eseriyle bu türün ilk örneklerini vermişlerdir.

Batı tarzı öykünün ilk olgun örneklerini Servet-i Fünûncular vermiştir. Halit Ziya, Hüseyin Cahit, Mehmet Rauf gibi yazarlar, Maupassant tarzında öyküler yazmışlardır.

Ömer Seyfettin, Yakup Kadri, Refik Halit, Reşat Nuri, Hüseyin Rahmi bu türü devam ettirmişler. Ayrıca; Memduh Şevket, Sabahattin Ali, Sait Faik, Halikarnas Balıkçısı, Sevinç Çokum, Orhan Kemal, Bekir Yıldız, Kemal tahir, Fakir Baykurt, Mustafa Kutlu, Necati Cumalı, Adalet Ağaoğlu, Tarık Buğra gibi sanatçılar öykü türünde eserler vermişlerdir.

 

HİKÂYE ÇEŞİTLERİ

Öyküler, oluşumlarında kullanılan teknik açısından ikiye ayrılır.

Olay Öyküsü:  Bu tarz öykülere klasik vak’a öyküsü de denir. Olaylar zinciri kişi, zaman, yer ögelerine bağlıdır. Bu teknik Fransız yazar Guy de Maupassant tarafından geliştirildiği için bu tür öykülere Maupassant tarzı da denir. Bizde en önemli temsilcisi, Ömer Seyfettin’dir.

 

Durum Öyküsü: Bu tür öykülerde merak ögesi ikinci planda kalır. Kişisel ve sosyal düşünceler, duygu ve hayaller ön plana çıkar. Kişilerin yaşam koşumları, zaman ve yer anlatılmaktan çok sezdirilir. Bu tür Rus yazar Anton Çehov tarafından geliştirildiği için bu türe Çehov tarzı da denir. Bizde en önemli temsilcisi Sait faik Abasıyanık’tır.

 

HİKÂYENİN UNSURLARI

Kişiler, olay (durum öykülerinde olay yok denecek kadar belirsizdir. Yazar olaydan çok, gözlem ve izlenimlerini anlatır.), zaman, yer, dil ve anlatım.

 

Hikâye Tahlil Metodu

A. Biçim İncelemesi (Dış Yapı) 

·        Öykünün adı

·        Öykünün alındığı kitap ya da derginin adı

·        Öykünün yazarı

·        Öykünün basım yeri ve tarihi

·        Yazarın bağlı olduğu edebiyat akımı

 

B. İçerik İncelemesi (İç Yapı)

* Konu Yönünden:

Ø      Öykünün özetlenmesi

Ø      Öyküde ele alınan konu nedir?

Ø      Yazar, konuyu hangi açıdan ele almıştır?

Ø      Öykünün serim, düğüm, çözüm bölümleri nereleridir?

Ø      Öyküde ulaşılan ana düşünce nedir?

* Kişileri Yönünden:

Ø      Eserin belli başlı kahramanları kimler ya da nelerdir?

Ø      Kahramanların ruhsal ve fiziksel özellikleri nelerdir?

Ø      Kahramanlar gerçek yaşamda da karşımıza çıkabilecek tipler midir?

Ø      Kahramanlar arasındaki ilgi nedir?

* Yer ve Zaman Yönünden:

Ø      Öykü nerede geçmektedir? Bu yerin belli başlı özellikleri nelerdir?

Ø      Kahramanların sosyal, kültürel yapılarıyla olayın geçtiği yer arasında bir uyum var mıdır?

Ø      Olay ya da durum hangi zaman diliminde geçmektedir?

Ø      Olay ya da durum ortaya konurken zamana göre bir düzenlilik yapılmış mıdır?

* Dil ve Anlatım Yönünden:

Ø      Eserin dili anlaşılır nitelikte midir? Bu gün canlılığını yitirmiş sözcükler var mıdır?

Ø      Yazar konuşmalarda ve anlatımlarda dili nasıl kullanmıştır?

Ø      Anlatımda öznellik mi, yoksa nesnellik mi ağır basmaktadır?

Ø      Yazar nasıl bir anlatım yolu izlemiştir?

Ø      Anlatım kaçıncı kişi ağzından yapılmaktadır?

Ø      Dil ve anlatım yaşanan döneme uygunluk gösteriyor mu?

SONUÇ: Yazar, bu değerlendirmeye göre öyküde başarılı olmuş mudur? Niçin?

 

TANZİMAT ÖNCESİ TAHKİYELİ ESERLERİMİZ

Tahkiyeli anlatım, öyküleyici anlatımdır. Türk edebiyatında öyküleyici anlatım geleneği Tanzimat öncesinde de vardır.

·        Dede Korkut Öyküleri

·        Halk Öyküleri

Ø      Köroğlu Destanı

Ø      Masallar

Ø      Kerem ile Aslı Öyküsü

·        Mesneviler

 

Dede Korkut Öyküleri, destandan halk öyküsüne geçişin en önemli örneğidir. Destanın yerini alan halk öyküsü, Anadolu’da sözlü halk geleneği içinde varlığını sürdürür. Bu öykülerde toplumsal çelişkiler, kahramanlık, aşk vb. konular işlenir. Olaylar nesir biçiminde anlatılır. Ancak araya yer yer türküler de serpiştirilir. Halk öykülerinde olağanüstülüklere de yer verilir. Asuman ile Zeycan, Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre, Arzu ile Kamber gibi aşk öykülerinin yanında Köroğlu gibi destansı öyküler de bu türün içinde yer alır.

Hem dinsel, hem destansı özellik taşıyan öyküler de vardır. Battal Gazi’nin, Hz. Ali’nin cenklerini anlatan menkıbeler bu özelliği taşır.

Taklitlerle, öykü ve fıkralarla halkı eğlendiren meddahların anlattığı meddah öyküleri daha gerçekçi öykülerdir. Meddah öykülerinde olağanüstü olaylara ve kahramanlara pek yer verilmez.

Dil, günlük yaşamda konuşulan dildir.

Tanzimat öncesi öyküleyici anlatımla oluşturulan ürünlerden biri de halk masallarıdır. Halk masalları; toplumun geleneklerini, düşünce tarzını, zevkini sözlü olarak kuşaktan kuşağa aktarır. Masallarda tekerlemelere de yer verilir.

Klasik Türk şiirinde çokça yer tutan mesnevîler de öyküleyici anlatımla oluşturulan eserlerdendir. Halk arasında daha çok aşk mesnevileri yaygın olmakla birlikte, mesnevilerde, kahramanlık, din ve tasavvuf gibi konular da işlenir.

 

 

MASALLAR

Masallar; efsaneler, destanlar ve diğer sözlü halk ürünleri gibi, bir ulusun kültürünü yansıtan önemli anlatımlardır.

Masallar: 1. Halk Masalları,        2. Sanatlı Masallar olmak üzere ikiye ayrılır.

1.                        Halk Masalları: Kaynağı, yaratıcısı bilinmeyen masallardır. Toplumun geleneklerini, düşünüş tarzını, zevkini sözlü olarak kuşaktan kuşağa bildirir.

2.                        Sanatlı Masallar: Yazarı, yaratıcısı bilinen masallardır. Bir düşünceyi ortaya koymak, yermek, toplumun aksaklıklarını belirtmek için yazarlar bu türden yararlanır.

Masalların Ögeleri

Olay, kişiler, yer, zaman,dil ve anlatım.

 

·        Bir masalda üç bölüm bulunur:

Ø      Döşeme: Masala giriş bölümüdür.

Ø      Olay: Giriş, gelişme ve sonuç bölümlerini içine alır.

Ø      Dilek: Masalın bir sonuca bağlandığı bölümdür.

 

      MESNEVÎLER

Mesnevî: Klasik Türk şiirinde kullanılan nazım biçimlerindendir. Mesnevîler, manzum öykülerdir. Mesnevîlerde beyit sayısı sınırlı değildir. her beytin dizeleri kendi arasında uyaklıdır. Mesnevîlerde aruzun kısa kalıpları kullanılır. Beş  mesnevî yazan şaire hamse sahibi denir.

 

Konularına Göre Mesnevîler:

1.      Aşk konulu

2.      Dinî konulu

3.      Didaktik

4.      Savaş ve kahramanlık

5.      Bir şehrin güzelliğini konu edinen

6.      Mizahî

 

Türk Edebiyatında Tanınmış Mesnevîler

Yusuf Has Hacip → →             Kutadgu Bilig,

Ahmet Fakih → →                    Çarhname,

Aşık Paşa →                        Garipname,

Mevlana Celaleddin-i Rumî →       Mesnevî,

Yunus Emre →                      Risaletü’n Nushiyye,

Şeyhî → →                           Harname,

Süleyman Çelebi →                   Mevlid,

Fuzulî →                            Leyla ile Mecnun,

Keçecizade İzzet Molla →            Edirne Şehrengizi,

Nâbî →                             Hayriyye, Hayrabat,

Şeyh Galip →                        Hüsn ü Aşk..

 

 

 

 

 

 

MODERN TÜRK HİKÂYECİLİĞİ

Cumhuriyet Öncesi Türk Edebiyatı:

Ahmet Mithat Efendi, Halit Ziya, Hüseyin Rahmi, Ahmet Hikmet, Ömer Seyfettin, Halide Edip 

 

Cumhuriyet Dönemi Türk Edbiyatı (1940 yılana kadar)

 

MEMDUH ŞEVKET ESENDAL ( 1883-1952)

Öykülerinin temelinde derin bir insan sevgisi yatmaktadır. En acı olayları bile okuyucuyu umutsuzluğa düşürmeden işlemiştir. Yazar, köylünün, şehirlinin çeşitli sorunlarını bilgiçlik taslamadan, yapmacıktan uzak, süse kaçmadan açık ve yalın bir anlatımla eserlerini kalemealmıştır. Halka yönelmiş gözlemci bir yazardır.

Eserleri:

Öykü: Hikâyeler (Hikâyeler I,  Hikâyeler II), Temiz Sevgiler, Ev Ona Yakıştı.

Roman: Miras, Ayaşlı ve Kiracıları, Vassaf Bey (basılmamıştır.)

 

REFİK HALİT KARAY (1885-1965)

Güzel, akıcı, açık ve yalı bir dili vardır. Yazar, hikâyelerini gözlemci bir anlayışla yazmıştır.

Eserleri:

Hikâyeleri: Memleket Hikâyeleri, Gurbet Hikâyeleri.

Romanları: İstanbul’un İç Yüzü, yezidin Kızı, Çete, Sürgün, Anahtar, Nilgün, Yer Altında Dünya Var, Bugünün Saraylısı, Kadınlar Tekkesi, Karlı Dağdaki Ateş, İki Cisimli Kadın, Dört Yapraklı Yonca, Sonuncu Kadeh.

Oyun: Kanije Müdafaası, Deli.

Hiciv ve Mizah: Guguklu Saat.

Anı: Üç Nesil, Üç Hayat.

 

Son Dönem Türk Edebiyatı:

SAİT FAİK ABASIYANIK (1906-1954)

A. Çehov ve Guy de Maupassant’dan etkilenmekle birlikte kendi çizgisini geliştirmiştir. Şiirsel bir anlatımla eserlerini kaleme almıştır. Türk öykücülüğünün en büyük yazarlarındandır. Öyküleri biçim, teknik, dil ve anlatım özellikleri açısından “Olay öykücülüğü”nden ayrılır. Çünkü eserlerinde olaydan çok yaşamdan alınan kesitler vardır.

Öykülerinde İstanbul’u ve Adalar’ı, denizi, balıkçıları, kimsesiz insanları, sarhoşları... konu olarak seçmiştir. Öykülerindeki en önemli ana düşünceler; “Bir insanı sevmekle başlar her şey.” şeklinde söylediği sözlerinde gizlidir. İnsan sevgisi adeta onun öykülerinin ayrılmaz parçasıdır.

Eserleri:

Hikâyeleri: Semaver, Lüzumsuz Adam, Mahalle Kahvesi, Tüneldeki Çocuk, Şahmerdan, Sarnıç, Havada Bulut,  Kumpanya, Hanım Başı, Son Kuşlar, Alemdağda Var Bir Yılan, Az Şekerli, Mahkeme Kapısı.

Romanları: Kayıp Aranıyor, Medar-ı Maişet Motoru.

 

HALDUN TANER (1916-1986)

Yazar, sanat yaşamımızı epik tiyatro ile buluşturmuştur. Öykülerde gözlem gücünü, konu ve plan yönünden gülmece ve yergi becerisiyle birleştirmiştir.

Eserleri:

Hikâyeleri: Yaşasın Demokrasi, Tuş, Şişhaneye Yağmur Yağıyor, On İkiye Bir Var, Konçinalar, Sancho’nun Sabah Yürüyüşü.

Oyunları: Günün Adamı, Keşanlı Ali Destanı, Lütfen Dokunmayınız, Sersem Kocanın Kurnaz Karısı.

Fıkraları: Deve Kuşuna Mektuplar.

Sözlük: Tiyatro Terimleri Sözlüğü.

Portreler: Ölür ise Ten Ölür Canlar Ölesi Değil.

Söyleşi: Hak Dostum Diye Başlayım Söze

Tiyatroları: Dışardakiler, Fazilet Eczanesi, Huzur Çıkmazı, Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım, Vatan Kurtaran Şaban.

 

ORHAN KEMAL (1914-1970)

Asıl adı Mehmet Reşit Öğütçü’dür. Birçok eseri filme dönüştürülmüştür. Kenar semtlerin acılarını, sancılarını, yoksul çocukları,ekmek kavgası veren küçük çocukları, Çukurovalı emekçileri, kırsal yöre insanının töresel sıkıntılarını ve işçi ailelerini kısa, çarpıcı, etkileyici bir dille anlatır.

Eserleri:

Hikâye ve Romanları: Ekmek Kavgası, Sarhoşlar, 72. Koğuş, Grev, Babil Kulesi, Dünyada Harp Vardı, İşsiz, Önce Ekmek, Baba Evi, Avare Yıllar, Murtaza, Cemile, Bereketli Topraklar, Üzerinde, Suçlu, Devlet Kuşu, Vukuat Var, Gavurun Kızı, Küçücük Dünya Evi, El Kızı, Hanımın Çiftliği, Eskici ve Oğulları, Gurbet Kuşları,  Sokakların Çocuğu, Mahalle Kavgası, Kanlı Topraklar, Bir Filiz Vardı, Müfettişler Müfettişi, Yalan Dünya, Evlerden Biri, Arkadaş Islıkları, Sokaklardan Bir Kız, Üç Kağıtçı, Kötü Yol, Tersine Dünya.

Oyun: 72. Koğuş, İspinozlar.

Anı: Nazım Hikmetle Üç Buçuk Yıl.

İnceleme: Senaryo Tekniği.

 

SABAHATTİN KUDRET AKSAL (1920-1973)

Şiirlerinde insanı ve yaşama sevincini ele alan, bireysel bağlamda mutluluğu işleyen Aksal, daha sonraları felsefî konulara eğilim duymuştur.

Eserleri:

Şiirleri: Elinde, Duru Gök, Gün Işığı, Çizgi, Bir zaman Düşü, Bir Sabah Uyanmak, Şarkılı Kahve, Buluşma.

Öyküleri: Gazoz Ağacı, Yaralı Hayvan.

Oyunları: Şarkıcı, Bir Dalda Üç Ayna, Kral Üşümesi, Bay Hiç, Önemli Adam...

Deneme: Geçmişle Gelecek.

 

 

ROMAN

 

Yaşanmış ya da yaşanabilecek olayları yer ve zaman göstererek ele alan uzun düz yazı biçiminde yazılmış eserlerdir.

Bugünkü roman ve öyküyü anımsatan ilk eser Rönesans’tan sonra yazılmıştır. Bu eser Giovanni Boccacıo’nun yazdığı yüz küçük öyküden oluşan Dekameron’dur.

Roman türünün ilk en önemli örneği diyebileceğimiz eser de 16. yüzyıl sonlarına doğru İspanya’da Miguel De Cervantes’in yazdığı Don Kişot olmuştur.

17. yüzyılda Klasik akım içinde yetişen tek romancı Mademe De La Fayette’in Princesse De Cleves adlı eseridir.

Romen türü, edebiyatımıza Tanzimat döneminde çeviri yoluyla girmiştir. Yusuf Kamil Paşa’nın Fenelon’dan çevirdiği Tercüme-i Telemak, Victor Hugo’nun Mağdurin Hikâyesi, Daniel Defoe’nin Hikâye-i Robinson adlı eserleri ilk çevrilen eserlerdendir.

İlk Türk romanları yayım tarihine göre şöyledir:

Taaşşuk-ı Talat ve Fıtnat, Şemsettin Sami (1872)

Hasan Mellah, Hüseyin Fellah, Ahmet Mithat (1875)

İntibah (Sergüzeşt-i Ali Bey), Namık Kemal (1876)

Sergüzeşt, Sami Paşazade Sezai (1889)

Araba Sevdası, Recaizade Mahmut Ekrem (1889)

Mai ve Siyah, Halit Ziya Uşaklıgil (1896)

Aşk-ı Memnu, Halit Ziya Uşaklıgil (1899)

 

ROMAN ÇEŞİTLERİ

Romanlar, konusuna, temasına; sanatçının bağlı olduğu edebî akıma göre çeşitlere ayrılır.

 

A.     Konu ve Temalarına Göre:

* Sosyal Roman: Sosyal romanlar, toplumun sorunlarını işleyen romanlardır. Bu çeşit romanlarda, ekonomik bunalımlar, sınıflar arası çatışmalar, rejim değişiklikleri, esaret,köylerden kentlere göç gibi konular işlenir.

Sosyal romanlar iç yapısına göre, töre romanı ve tezli roman olarak ikiye ayrılır. İlk örnek Victor Hugo’nun SEFİLLER adlı romanıdır.

Türk edebiyatında Namık Kemal’in; İntibah, Ahmet Mithat’ın; Felatun Beyle Rakım Efendi, Samipaşazade Sezai’nin; Sergizeşt, Recaizade Mahmut Ekrem’in; Araba Sevdası, Nabizade Nazım’ın, Zehra adlı romanları sosyal içerikli romanlardır.

 

* Tarihî Roman: Konularını tarihteki olaylardan, kişilerden veya yaşadığı varsayılan hayalî kişilerin serüvenlerinden alan romanlardır. Bu tür romanlarda yazar, tarihî gerçekleri kendi hayal gücü ile birleştirerek anlatır. Böylece bir gerçekler sahnesi olan tarih, okuyucu için ilgi çekici bir hale gelir.

Tarihî roman türünün ilk büyük yazarı Walter Scott’tır. Romantiklerden Victor Hugo, “ Norte Damın Kamburu” adlı romanıyla bu türün güzel örneklerinden birini vermiştir.

Namık Kemal’in yazdığı Cezmi, ilk tarihî romanımızdır.

 

* Macera (Serüven) Romanı: Günlük yaşamda ender rastlanan, şaşırtıcı, gizemli olayları sürükleyici bir anlatımla ele alan romanlardır. Bu tür romanlarda “olay” her şey demektir. Olayların akışına uygun olarak çevre zengin, çeşitli ve değişkendir. Kahramanlar da sürekli hareket halindedir.

Polisiye romanlar ve bilinmeyen ülkelerde geçen egzotik romanlar, macera romanlarına benzeyen iki roman türüdür.

18. yüzyıl macera romanı yazarları arasında İngiliz yazar Daniel Defoe, Robinson Crusoe romanıyla, 19. yy.’da Amerikalı Femere Cooper, Casus ve Çizmeli Adam romanıyla, Rudyard Kipling, Çengel Kitabı ve Kim romanıyla dünya edebiyatında önemli yer tutar.

 Egzotik romanın en büyük yazarı, Fransız Piere Loti’dir.

Ahmet Mithat’ın, Hasan Mellah ve Dünyaya İkinci Geliş adlı romanları macera romanlarının bizdeki ilk örnekleri sayılır.

 

Tahlil (Çözümleme) Romanı: Görünen olaylardan çok, olayların kişi üzerindeki etki ve yansımalarını konu edinen romanlardır. Bu tür romanlarda ruhun derinliklerine inilir ve bilinç altındaki gizemli istekler açığa vurulmaya çalışılır.

Madame De Le Fayette, La Princesse De Cleves adlı romanıyla tahlil romanının ilk örneğini vermiştir.

Geothe, Paul Bourget, Dostoyevski, Marcel Proust, Franz Kafka, Andre Gide, Albert Camus tanınmış tahlil romancılarıdır.

Mehmet Rauf’un, Eylül adlı romanı Türk edebiyatının ilk tahlil romanıdır. Halit Ziya, Peyami Safa, Abdülhak Şinasi Hisar bu türde eser vermiştir.

 

B.     Edebî Akımların etkisine Göre Roman Çeşitleri:

·        Klasik Roman: Biçim kusursuzluğuna, akla ve sağduyuya dayanan romanlardır.

·        Romantik Roman: Duyguların ve hayallerin egemen olduğu romanlardır.

·        Realist Roman: Gerçekçi romanlardır. Yazarlar, eserlerinde kişiliklerini yansıtmazlar.

·        Natüralist Roman: Dünyayı daha gerçekçi bir anlayışla ele alır. Natüralist sanatçıya göre dünya bir araştırma laboratuarı, insan da denektir.

 

ROMANIN UNSURLARI:

Kişiler ya da kahramanlar, olay (konu), zaman, mekan, dil ve anlatım.

Kişiler ya da Kahramanlar:

TİP: Belli bir sınıfı ya da belli bir insan eğilimini temsil etmek için yaratılan kişidir. Tip evrenseldir, geneldir. Sevecen tip, alıngan tip, kıskanç tip, içe dönük ve dışa dönük tip vb.

Karakter: Romanda olumlu olumsuz yönleri ile verilen, belirli bir tip özelliği göstermeyen kişilerdir. Karakterler kendine özgüdür, temsil özelliği göstermez.

MODERN TÜRK ROMANCILIĞI

Bizde roman çeviri ile başlar. Yusuf Kamil Paşanın Fenelon’dan yaptığı Telemague, daha sonra Victor Hugo’dan Hikaye-i Mağdurin (Sefiller), Daniel Dofoe’den Robenson Crusoe çevirileri ile başlamıştır.

Türk edebiyatında Batılı anlamda ilk başarılı roman örneklerini Servet-i Fünun sanatçısı Halit Ziya vermiştir.

Aynı dönemde Mehmet Fauf ve Hüseyin Rahmi de roman türünde eserler vermişlerdir.

II. Meşrutiyet ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında Yakup Kadri, Halide Edip ve Reşat Nuri, Türk toplumunun sıkıntılarını, memleket ülküsünü, toplumda kadının yerini, insan sevgisini işleyen romancılarımızdır.

1940’larda yurt ve köy sorunlarına yöneliş başlar. Nurullah Ataç’la  dil sadeleşir. Her türlü konuda, çağdaş insanın sorunlarına eğilen yazarlarımız; Ahmet Hamdi, Refik Halit, Abdülhak Şinasi, Memduh Şevket, Peyami Safa, Kemal Tahir, Tarık Buğra, Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Halikarnas Balıkçısı, Necati Cumalı, Oktay Akbal vb.

köye yönelen sanatçılarımız; Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Samim Karagöz, Kemal Bilbaşlar, Abbas Sayar vb.

günümüzde ise; Vedat Türkali, Adalet Ağaoğlu, Atilla İlhan, Oğuz Atay, Pınar Kür, Selim İleri, Mehmet Eroğlu, Erdal Öz, Ferit Edgü, Orhan Pamuk, Sevinç Çokum, Buket Uzuner, Ayla Kutlu, Ahmet Altan vb. sanatçılarımızı sayabiliriz.

 

SAMİPAŞAZADE SEZAİ (1860-1936)

Eserlerinde Namık Kemal’in etkisi ile romantizmin izleri görülmekle birlikte daha çok realist bir bakış açısı ve anlatımı vardır.

Eserleri:

Roman: Sergüzeşt.

Öykü: Küçük Şeyler.

Şiir: Oyun.

Sohbet, anı ve gezi: Rumuzu’l Edeb.

Mektup: İclal.

 

RECAİZADE MAHMUT EKREM (1847-1914)

Eski edebiyata karşı, yeni edebiyatı savunan yazar, eserlerinde ölüm, doğa ve sevgi gibi konuları ele almıştır.

Araba Sevdası ilk realist romanımızdır. Talim-i Edebiyat adlı eseri edebiyatla ilgili ilk ders kitabıdır.

Eserleri:

Roman: Araba Sevdası.

Öykü: Muhsin Bey, Şemsa.

Tiyatro: Afife Anjelik, Vuslat, Çok Bilen Çok yanılır.

Şiir: Zemzeme I-II-III, Pejmürde, Nijat Ekrem, Nefrin.

 

REŞAT NURİ GÜNTEKİN (1889-1956)

Romanlarında duygusal ve sosyal konuları işleyen sanatçı, küçül öykülerinde mizaha da yer vermiştir.

Eserleri:

Romanları: Çalıkuşu, Gizli El, Damga, Dudaktan Kalbe, Akşam Güneşi, Bir Kadın Düşmanı, Yeşil Gece, Acımak, Yaprak Dökümü, Kızılcık Dalları, Gökyüzü, Eski Hastalık, Ateş Gecesi, Değirmen, Miskinler Tekkesi, Harabelerin Çiçeği, Kavak Yelleri, Son Sığınak.

Öykü: Tanrı Misafiri, Sönmüş Yıldızlar, Leyla ile Mecnun, Olağan İşler.

Gezi: Anadolu Notları,

Tiyatro: Balıkesir Muhasebecisi, Tanrı Dağı Ziyafeti, Hülleci, Taş Parçası, Hançer.

 

YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU (1889-1974)

Eserleri:

Romanları: Yaban, Kiralık Konak, Nur Baba, Hüküm Gecesi, Sodom ve Gomore, Ankara, Sürgün, Erenlerin bağından.

Öykü: Bir Serencam, Rahmet, Millî Savaş Hikâyeleri.

Monografi: Ahmet Haşim, Atatürk.

 

PEYAMİ SAFA (1899-1961)

Türk edebiyatında psikolojik roman yazarı olarak bilinir.

Eserleri:

Roman: Sözde Kızlar, Mahşer, Şimşek, Biz İnsanlar, Fatih Harbiye, Dokuzuncun Hariciye Koğuşu, Bir Tereddüdün Romanı, Matmazel Noralya’nın Koltuğu, Yalnızız, Atilla.

Öykü: Siyah Beyaz Hikâyeler, Aşk Oyunları, Ateş Böcekleri, Süngülerin Gölgesinde, İstanbul Hikâyeleri, Gençliğimiz, Karanlıklar Kralı, Bir Mekteplinin Hatıratı.

 

KEMAL TAHİR (1910-1973)

Konularını Anadolu’dan, köy hayatından, Kurtuluş Savaşı yıllarından, Cumhuriyet’in ilk yıllarından, Osmanlı tarihinden seçerek töre romancısı özelliği göstermiştir.

Eserlerinde yakın tarihimizin siyasî olaylarını, eşkıya öykülerini, tarihî, iktisadî ve sosyal olaylarını anlatmıştır.

Eserleri:

Roman: Sağırdere, Esir Şehrin İnsanları, Rahmet Yolları Kesti, Köyün Kamburu, Yorgun Savaşçı, Devlet Ana, Kurt Kanunu, Yol Ayrımı, Kelleci Memet, Hür Şehrin İnsanları.

Öykü: Göl İnsanları.

Mektup: Kemal Tahir’den Fatma İlhan’a Mektuplar. 

 

TARIK BUĞRA (1918-1994)

Tarık Buğra’nın güzel bir Türkçesi, akıcı ve sürükleyici bir anlatımı vardır. Üslubu şiirseldir.

Eserleri:

Öyküleri: Oğlumuz, Yarın Diye Bir Şey Yoktur, Hikâyeler, İki Uyku Arasında.

Romanları: Küçük Ağa, Küçük Ağa Ankara’da, İbişin Rüyası (TRT Ödülü), Firavun İmanı(1978 Millî Kültür Vakfı Roman Ödülü), Gençliğim Eyvah, Dönemeçte.

Fıkra: Gençlik Türküsü, Düşman Kazanmak Sanatı, Bu Çağın Adı.

Gezi: Gagaringrad (Moskova Notları) 1962.

Oyun: Ayakta Durmak İstiyorum, Üç Oyun, Güneş ve Aslan, Dört Yumruk.

  

HÜSEYİN NİHAL ATSIZ (1905-1975)

Eserleri:

Romanları: Deli Kurt, Bozkurtlar Diriliyor, Ruh Adam, Bozkurtların Ölümü.

Şiir: Yolların Sonu.

Araştırma, İnceleme: Edirneli Nazmi, Türk Edebiyatı tarihi, Evliya Çelebi Seyahatnamesinden Seçmeler 1,2.

 

YAŞAR KEMAL (1922- )

Asıl adı Kemal Sadık Gökçeli’dir. Romanlarında yer olarak Çukurova, Toroslar ve Anadolu’nun kırsal yörelerini seçmiştir. Köy romanlarına alışılmışın dışında bir bakış açısı getirir. Romanlarında kahramanlarını anlatırken, aldığı toplumsal kültürü göz ardı etmez. Halka önem verdiği oranda doğaya da aynı anlayış ve sorumlulukla yaklaşır. Roman kahramanlarını şiirsel ve yöresel bir dille konuştururken toplumun nabzını tutar.

Eserleri:

Roman: İnce Memed, Teneke, Orta Direk, Yer Demir Gök Bakır, Deniz Küstü, Kale Kapısı, Ölmez Otu, Çakırcalı Efe, Yılanı Öldürseler, Baldaki tuz, Demirciler Çarşısı Cinayeti, Yusufçuk Yusuf, Al Gözüm Seyreyle Salih.

Efsane: Üç Anadolu Efsanesi, Ağrı Dağı Efsanesi, Binboğalar Efsanesi, Yanan Ormanlarda Elli Gün, Peri Bacaları.

Hikâye: Sarı Sıcak, Çukurova Yana Yana, Bir Bulut Kaynıyor.

Fıkra: Taş Çatlasa.

Röportaj: Bu Diyar Baştan Başa.

Makale: Ağacın Çürüğü.

Konuşma: Filler Sultanı ile Topal Karınca.

 

 

TİYATRO

İnsan yaşamını, sahnede izleyiciler önünde canlandırma sanatına tiyatro denir. Tiyatro sözcüğü ayrıca, tiyatroda oynanmak için yazılan eser; tiyatro eserinin oynanması için düzenlenmiş yapı veya yer anlamında da kullanılır.

Günümüzdeki tiyatronun başlangıcını eski Yunan’da Bağ Bozumu Tanrısı Dionysos adına yapılan dinsel törenlere dayanmaktadır. Thespis adında bir şair, M.Ö. 6.yy.da koronun karşısına bir oyuncu (aktör) çıkararak diyalogu başlattı. Daha sonra Aiskhylos ikinci oyuncuyu, Sophokles üçüncü oyuncuyu sahneye çıkardı. Böylece koro giderek önemini yitirdi ve modern tiyatronun ilk oluşumları başlamış oldu.

Türk toplumunda tiyatronun ne zaman başladığı kesin olarak bilinmemektedir. Fakat ozanların; yuğ, sığır, şölen adları verilen dinsel törenlerdeki gösterileri Türk tiyatrosunun temeli sayılmaktadır.

Şinasi’nin 1859’da yazmış olduğu bir perdelik Şair Evlenmesi Batılı anlamda ilk tiyatro eseridir.

TRAJEDİ (TRAGEDYA)

En eski tiyatro türüdür. Eski Yunan kaynaklıdır. Se­yirci korku, acındırma, heyecan yoluyla etkilemeye çalışı­lır. Değişmez kurallara bağlıdır.

      Beş perdelik oyunlardır.

      Eski Yunan Trajedileri 3–6 bölümden oluşur.

      Perde arası yoktur; bir bölümden diğerine koroyla geçilir.

      Bölümleri: Giriş (prologas), uzun bir tirad (parados), bitiş (ekzodos).

      Kişiler tanrı, tanrıça, kral, kraliçe, prensesler ya da soylulardır. Bunların arasındaki çatışmalar anlatılır.

      Yiğitlik, incelik övülür; çirkinlik, bayağılıktan ka­çı­nılır. Soylu yüce olmayan şeyler seyirciye gösterilmez. Kanlı, üzücü eylemler sahne arkasında olur; yalnızca seyirciye duyurulur.

      Geçmiş zamanlar anlatılır. Destanın sahneye bir tür uygulanışıdır.

      Üç birlik kuralı benimsenir: olay, zaman, çevre birliği.

      Olay tektir, ayrıntıya girilmez, gerisini koro anlatır.

      Zaman, bir güneş devridir; olay yirmi dört saatte başlar, biter.

      Çevre, tek kentin bir yöresidir, olay orada olur, orada sona erer.

      Anlatım gösterişlidir. Kaba, çirkin sözcükler kul­la­nılmaz. Dizeler anlamlı, derindir. Monolog (tek kişinin ko­nuşması), tirat (oyuncuların birbiriyle söyleşmesi) çok çok kullanılır.

      Kadere, töre, geleneklere önem verilir. Alınyazı­sının değişmeyeceği işlenir.

ÇAĞDAŞ TRAJEDİ üç birlik kuralına uymaz. Soylu kişiler, Tanrı, tanrıçalar yerine sıradan kişiler işlenir. Koro yoktur. Konu günlük yaşamdan alınır. Anlatım şiirsel, süslü değildir; günlük konuşma dili kullanılır.

KOMEDİ (KOMEDYA)

Klâsik komedinin kuralları Eski Yunan'da bağlanmış­tır. Kişi, olay, törelerin gülünç, eğlendirici yönlerini gös­te­rir. Seyircinin hoşça zaman geçirmesini amaçlar, iki­yüzlü, korkak, cimri, dalkavuk insanların saplantılarını abartarak sahneye koyar. İnsanları güldürerek eğitmeye çalışır.

      Konular günlük yaşayıştan alınır.

      Üç birlik kuralına uyar.

      Kişiler rasgele kişilerdir. Salt yermek için ünlüler de işlenir.

      Anlatım sıradandır. Bayağı, çirkin sözler kullanı­labilir. Kelime oyunlarına, cinas ve imâlara, sık sık rast­la­nır.

ÇAĞDAŞ KOMEDİ bağlayıcı kuralları önemsemez.

Komedinin, günümüzde şu türleri görülür:

KARAKTER KOMEDİSİ: Kişin aksaklıklarını belli tiplere aktararak veren komedi türüdür. Tartuffe, Cimri (Moliere).

TÖRE KOMEDİSİ: Toplum, insanın bozuk yönlerini vermeyi amaçlayan komedi türüdür. Hastalık hastası (Moliére).

 

 

Tiyatronun Ögeleri:

Tiyatro Eseri (oyun, piyes): Sahnede oynanmak amacıyla yazılmış eserlere denir. Tiyatro eseri olayları oluş halinde gösterir. Bir tiyatro eserinde olay, konu, kişiler, perdeler ve tablolar vardır. Her tiyatro eseri perde ve sahnelerden oluşur.

 

Tiyatro Terimleri:

 

Tiyatro Çeşitleri:   

Trajedi ve komedinin ayırıcı özelliklerini Aristotales ilk kez Poetika adlı eserinde belirtmiştir.

Trajedi ve komedinin ilk örnekleri Antik Yunan’da görülür. Daha sonra Yunan ve Latin edebiyatlarının örnek tutulduğu klasisizm akımı devrinde özellikle Fransa’da yeniden canlanarak 19. yüzyılın ortalarına kadar sürmüştür.

19. yüzyılda romantizm akımına bağlı sanatçıların trajedi ve komedinin klasik kalıplarını kırması ve bir ölçüde bunları kaynaştırmasıyla dram doğmuştur.

Komedi türünde yazanlar özellikle Moliere’den etkilenmişler, zaman zaman geleneksel oyunlarımızdan da yaralanmışlardır. Şinasi’nin yanı sıra Teodor Kasap, Ali Bey, Ahmet Vefik Paşa komedi türünde eserler vermişlerdir.

Dram türünde Namık Kemal, Abdülhak Hamit gibi yazarlar, romantizmin etkisiyle aşırı duygusallığa kapılmışlar, konuşma dilinden uzaklaşma, olay örgüsüne ve oyun tekniğine önem vermeme yüzünden pek başarılı olamamışlardır.

Meşrutiyet’ten bu yana eser veren bazı sanatçılarımız şunlardır: Müsahipzade Celal, Vedat Nedim Tör, Reşat Nuri, Faruk Nafiz, Nazım Hikmet, Necip Fazıl, Oktay Rıfat, Haldun Taner, Turgut Ökakman, Sermet Çağan, Güngör Dilmen.

TİYATRO ÇEŞİTLERİ

TRAJEDİ                                                                                                            KOMEDİ

 

                                                                 DRAM

 

 

MÜZİKLİ  TİYATRO                                                                 ÇAĞDAŞ  TİYATRO

Opera                                                                                          Absürd Tiyatro

Operet                                                                                         Epik Tiyatro    

Opera-Komik

Bale

Revü

Skeç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

NECATİ CUMALI (1921-    )

Ayrılık, özlem, acı, kız kaçırma, gibi konuları işlemiştir. Gündelik yaşam ve toplumu eserlerine yansıtmıştır.

Eserleri:

Şiirleri: Kızılçullu Yolu, Harbe Gidenin Şarkıları, Mayıs Ayı Notları, Güzel Aydınlık, Denizin İlk Yükselişi, İmbatla Gelen, Güneş Çizgisi, Yağmurlu Deniz, Başaklar Gebe, Ceylan Ağıdı, Aç Güneş, Yarasın Beyler, Tufandan Önce, Aşklar Yalnızlıklar, Kısmeti Kapalı Gençlik.

Hikâye: Yalnız Kadın, Değişik Gözle, Susuz Yaz, Ay Büyürken Uyuyamam, Mekedonya, Dila Hanım, Revizyonist, Yakup’un Koyunları, Aylı Bıçak.

Roman: Tütün Zamanı, Yağmurlar Ve Topraklar, Acı Tütün, Aşk Da Gezer, Uç Minik Serçem, Viran Dağlar.

Oyunlar: Boş Beşik, Ezik Otlar, Vur Emri, Tehlikeli Güvercin, Yeni Çıkan Şarkılar, Nalınlar, Masallar, Kaynana Ciğeri, Derya Gülü.

 

AHMET TURAN OFLAZOĞLU (1932-     )

Çok sayıda ünlü yapıtı çevirerek dilimize kazandırmıştır.

Eserleri:

Oyun: Kezban, Allah’ın Dediği Olur, Deli İbrahim, IV. Murat, Sokrates Savunuyor, Genç Osman, Elif Ana, Kösem Sultan, Fatih, Bizans Düştü, III. Selim, Sinan, Gardiyan, Cem Sultan.

Çeviri: Rilke’den Seçme Şiirler, Duino Ağıtları, Shakespeare, Moliere.

Şiirleri: Sevgi Hakanı, Fetih.

Senaryo: Topkapı, Mütakereden Büyük Taarruza.

 

RECEP BİLGİNER (1922-    )

Eserlerinde konu olarak toplumdaki aksaklıkları seçer. Köylülerin sorunlarını anlatır.

Eserleri: Gazeteciden Dost, İsyancılar, Ben Devletim, Parkta Bir Sonbahar Günüydü, Utanç Dünyası, Yunus Emre.

Anı: Hapisliğim.

Roman: Politikada Bir Sarı Çizmeli.

Şiir: Bir Zamanlar.

 

REFİK ERDURAN (1928-     )

Toplumla ilgili bozuklukları oyunlarında başarıyla işlemiştir.dramatik oyunlarında ahlakî değerlere önemli bir yer ayırır.

Eserleri:

Oyun: Yağmur Duası, Deli, Bir Kilo Namus, Cengiz Han’ın Bisikleti, Karayar Köprüsü, Turp Suyu, Canavar, Tamirci.

Anı: Gülerek.

 

GEZİ

Bu tür yazılar; gezilip görülen yerlere ilişkin bilgi vermek, o yerlerin güzelliklerini ve görülmeye değer yanlarını göstermek amacı taşır.

Dünya edebiyatında bu türde eser verenlerin başında Heodotos, Marco Polo ve İbni Batuta gelir.

Türk edebiyatında, 16. yy.da Babür Şah’ın Doğu Türkçesi ile yazdığı Babürnamesi ve Seydi Ali Reis’in Mir’atül Memalik adlı eserleri gezi türünün ilk örnekleri sayılır.

17.yy.da Evliya Çelebi’nin yazdığı Seyahatname adlı eser gezi türünün önemli eserlerindendir.

18.yy.da, Yirmisekiz Çelebi Mehmet ve Resmî Ahmet Efendi tarafından yazılan sefaretnameler de gezi türünün örneklerindendir.

Tanzimat’tan sonra Namık Kemal, Ali Suavi, Ziya Paşa gibi sanatçılar yurt dışı gezilerini yazmışlardır.

Ahmet Mithat Efendi, Avrupa’da Bir Cevelan (1891), Direktör Ali Bey Seyahat Jurnalı (1897), Ahmet İhsan Tokgöz Avrupa’da Ne Gördüm (1892), Cenap Şahabettin Hac Yolunda, Afak-I Irak, Avrupa Mektupları, Mehmet Akif Ersoy Berlin Hatıraları, Ahmet Haşim Bize Göre, Frankfurt Seyahatnamesi, Falih Rıfkı Atay Denizaşırı, Zeytin Dağı, Taymis Kıyıları, Yolcu Defteri, Selehattin Batu Romancero, İsviçre Günleri, Reşat Nuri Güntekin Anadolu Notları, Azra Erhat Mavi Yolculuk, Haldun Taner Düşsem Yollara Yollara, Oktay Akbal Hiroşimalar Olmasın, Atilla İlhan Abbas Yolcu, Erdal Öz Allı Turnam.

  HATIRAT (ANI)

Edebiyat türleri içinde en içten olanlardan biridir. Yaşanmışı konu alır, tarihsel gerçeklerin öğrenilmesine katkı sağlar, tarihçilere ışık tutar. Gelecek kuşaklara ders vermek, tarih ve kamuoyu karşısında hesaplaşmak amacı vardır.

Anı yazıları; siyasî, edebî, askerî ve sosyal içerikli olabilir.

Anının kesiştiği başka yazı türleri vardır. Bunlar; günlük, otobiyografi, gezi yazısı gibi yazılardır.

İslamiyet öncesi dönemde yazılan Göktürk Yazıtlarını edebiyatımızın ilk anı örnekleri saymak mümkündür.16.yy.da Babür Şahın Babürname’si anı türünün ilk önemli örneklerindendir. Ebûl Gazi Bahadır Han’ın 17.yy.da yazdığı Şecere-i Türk adlı eseri de anı türündedir. Osmanlı İmparatorluğunda resmî tarihçi olan vak’snüvislerin eserlerinde (vak’aname) anı niteliği taşıyan yazılara rastlanır. Ayrıca sefaretnameler, özellikle Fransa ve Avusturya sefaretnameleri başta olmak üzere, anı özelliği taşır.

Tanzimat yıllarında yazılmış ilk anı Akif Paşa’nın Tabsıra adlı eseridir. Ziya Paşa’nın Defter-i Amal, Namık Kemal’in Magosa Hatıraları, Ahmet Mithat’ın Menfa, Muallim Naci’nin Ömer’in Çocukluğu adlı eserler Tanzimat döneminde yazılmıştır.

Ahmet Rasim Eşkal-i Zaman, Falaka, Halit Ziya Kırk Yıl, Saray Ötesi, Hüseyin Cahit Edebî Hatıralar, Ruşen Eşref Atatürk’ü Özleyiş, Falih Rıfkı Çankaya, Yakup Kadri Gençlik ve Edebiyat Hatıraları, Yahya Kemal Çocukluğum, Gençliğim, Siyasî ve Edebî Hatıralarım, Yusuf Ziya Ortaç Portreler, Samet Ağaoğlu Babamın Arkadaşları, Ahmet Hamdi Tanpınar Kerkük Anıları, Mehmet Kemal Acılı Kuşak, Nadir Nadi Perde Aralığından, Olur Şey Değil, Oktay Akbal Şair Dostlarım, Salah Birsel Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu, Vedat Nedim Tör Yıllar Böyle Geçti.

 

BİYOGRAFİ (Yaşam Öyküsü)

Bilimsel bir konuyu veya bir kimsenin yaşamını, kişiliğini, eserlerini ayrıntılı olarak inceleyen eserlere monografi denir.

 

 
 
   
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol