EDEBİYAT NOTLARI
Edebiyat (Yazın):
Duygu, düşünce ve hayallerin bilgi, gözlem ve tecrübelere dayalı olarak güzel ve etkili bir şekilde yazılı ya da sözlü anlatılması sanatıdır.
İnsanın özlemleri, düşünceleri, istekleri veya duyguları edebiyatın konusu olabilir. Kısaca edebiyatın konusu insandır. Edebiyattaki konular bir bakıma ham maddedir. Bu ham maddenin ele alınıp işlenmesinde kullanılan üslup(biçim), tür, hedefler edebiyatın muhtevasını oluşturur.
Muhteva ( öz, içerik) :
Edebiyat, yüzyıllardan bu güne kadar her dönemin toplumsal ve kültürel özelliklerine paralel dünyayı, insanlığı, insan değerlerini ele almış ve anlatmıştır. İnsanı, tabiatı ve kendisine konu olan bütün unsurları insanca ve insana göre anlatması edebiyatın yöntemini (metodunu) oluşturur.
Edebî Eser: Okuyucunun duygu, düşünce ve hayallerini, zevklerini, eğilimlerini, heyecanlarını estetik bir yapı içinde harekete geçiren edebiyat ürünlerine edebî eser denir.
Edebî Eserin Özellikleri:
a- Güzel bir üslŭpla meydana gelmiştir.
b- İnsanda güzel duygular, zevkler ve hayaller uyandırır.
c- Belli bir zaman içinde, belli bir okuyucu kesiminin zevk ve eğilimlerine hitap eder.
d- Öncelikle ait olduğu toplumun ve meydana getirdiği dönemin sosyal ve kültürel yapısını yansıtır
Edebiyat Tarihi ve Önemi:
Edebiyat tarihi bir milletin çağlar boyunca yansıttığı edebî eserlerin ve onları meydana getiren şahsiyetlerin, bilimsel araştırmalara dayanarak tarihsel gelişim ve değişimleri ile inceleyen bilim dalıdır. Edebiyat tarihi, çeşitli devletlerdeki sanat ve edebiyat anlayışının ve bu husustaki görüşlerin metotlu bir şekilde incelenmesini sağlar.
Dil Kültür ve Edebiyat İlişkisi:
Edebiyat dile dayanır. Bir şiirde, öyküde de, romanda, tiyatroda bize heyecan veren kafamızın içinde bir dünya yaratan hayaller ve tasvirler varlığını dile borçludur. Müzikte ses, resimde boya, mimaride taş ne ise edebiyatta da dil odur.
Edebiyatın Faydalandığı Diğer Dallar:
Bilindiği gibi edebiyatın malzemesi dildir. Dili araç olarak kullanan edebiyata diğer bilimlerin, felsefenin, psikolojinin, sosyolojinin ve diğer sanatların yakından ilişkisi vardır.
Edebiyat araştırmalarında özellikle tarih biliminin ilkeleri temel alınır. Edebiyat insanı ele aldığına göre, insanın ruhsal yönünü inceleyen psikoloji ve toplumun sosyal yönünü inceleyen sosyoloji ile adeta iç içe sayılır.
TÜRK EDEBİYATI’NIN DEVİRLERİ
1.İslamiyet Öncesi Türk Edb. 2.İslamiyet Devri Türk Edb. 3.Batı Etkisinde Gelişen Türk Edb.
- Tanzimat Edb - Servet-i Fünün Dön.
Sözlü Edb. Yazılı Edb. Halk Edb. - Divan Edb. (Edebiyat-ı Cedide)
-Sagular -Orhun Yazıtları -Anonim Halk Edb - Fecr-i Ati Dön. -Koşuklar -Dini (tasavvufi) Halk Edb. - Milli Edb. Akımı
-Savlar -Aşık Tarzı (din dışı) Halk edb. - Cumhuriyet Dön.
-Destanlar (Son Dönem T. Edb.)
1.1940 Yılına Kadar
2. 1940 Sonrası T.E.
1. Başlangıçtan 11. yüzyıla kadar sürer.
2. 11.yüzyıldan 19. yüzyılın ortalarına kadar sürer.
3. 19. yüzyılın ortalarından günümüze kadar süren edebiyattır.
1.SÖZLÜ EDEBİYAT
Yazının kullanılmadığı dönemlerden süregelen edebiyattır. Bu coşkun veriler “Şaman, Kam, Baksı, Ozan” adı verilen kişilerce “kopuz” eşliğinde üretilir. Ozanların dinsel önderlik, hastalıkları iyileştirme, ruhları yönlendirme gibi görevleri de vardır.
Türkler av törenlerini “sığır”, genel eğlenceleri “şölen”, yas törenlerini “yuğ” lar düzenleyerek, bunlara uygun ürünler üretirlerdi.
SAGU: İslamiyet’ten önceki devirde “yuğ” adı verilen ölüm törenlerinde, ölen yiğitlerin arkasın-dan söylenen, onların üstünlüklerini, yaptıkları faydalı işleri dile getiren eserlerdir. Halk edebiyatında ağıt, divan edebiyatında mersiye adını almıştır.
KOŞUK: Türk edebiyatının İslamiyet’ten önceki sözlü ürünüdür. Eski Türk şiirinde tabiat, aşk, yiğitlik, savaş gibi konuları işleyen manzumelerdir. Hece ölçüsü ile yazılır. Kafiye düzeni vardır. Nazım birimi dörtlüktür. İçerik bakımından zengin olup genelde o dönemin göçebe hayatından esintiler vardır. Bunlar da diğer edebiyat ürünleri gibi anonimdirler.
SAVLAR: Günümüzdeki karşılığı atasözüdür. İslamiyet öncesinin sözlü edebiyat ürünlerindendir. Anonimdirler. Savlar; kalıplaşmış kısa ve özlü sözlerdir. Az kelime ile çok şey anlatılır. Savlar; çeşitli toplumsal olayları, töreleri, deneyimleri, inanışları kısaca hayatın felsefesini yansıtırlar. Uzun zaman içerisinde meydana gelen eserlerdir.
DESTANLAR: Toplumların savaş, kahramanlık, doğal afetler, göç gibi önemli olaylarını konu alan uzun manzumelerdir. Destanlarda olağan ve olağanüstü olaylar hikâye edilir. Toplum hayatını yakından ilgilendiren birtakım önemli gelişmeler halkın hayal gücü ile zenginleşerek ve genişleyerek ağızdan ağza dolaşarak nesilden nesle aktarılır. Bir süre sonra ilk söyleyenleri unutulur ve halkın ortak malı haline gelir.
Türk milletinin diğer milletlerde olduğu gibi derlenmiş, yazıya geçirilmiş baştan sona bir bütün olan destanı yoktur. En azından elimizdeki belgelerden bunu söyleyebilmek mümkün değildir. Ancak Türklerin eski devirlerde tam bir destan hayatı yaşadığını ve bu devirlere ait birçok destanı bulunduğunu biliyoruz.
Destanların Oluşması - Destanlar üç dönemde oluşur:
1. Oluş Dönemi: Destanın meydana gelmesi için halkta derin iz bırakmış olaylar ve bu olayları yaratan kahramanların olması gerekir. Zamanla kuşaktan kuşağa aktarılan olaylar değişikliğe uğrar, olağanüstü özellikler kazanır.
2. Yayılma Dönemi: Halk, destan konusu olayları ağızdan ağza, nesilden nesle aktarır.
3. Toplama-Derleme Dönemi: Büyük bir halk şairi çıkarak olayları nazma döker ve bir sıraya koyar. Böylece millî bir destan ortaya çıkar.
DESTAN ÇEŞİTLERİ
1. Doğal Destan: Halkın meydana getirdiği destanlardır. Oğuz Kağan Destanı, Firdevsî’nin
Şehnamesi, Homeros’un İlyada ve Odysseia’sı doğal destandır.
2. Yapma Destan: Bazı şair ve yazarlar, kendi milletlerinin tarihinden çıkmış olaylara kendi duygu ve düşüncelerini de katarak destanlaştırırlar. Nazım Hikmet’in Kurtuluş Savaşı Destanı, Yazıcıoğlu’nun (XV. yy.) Selçukname’si, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Üç Şehitler Destanı, Yedi Memetler Destanı, İnönüler; Ceyhun Atuf Kansu’nun – Sakarya Meydan Savaşı... yapma destanlardır.
TÜRK DESTANLARI
A. İslamiyet Öncesi Türk Destanları B. İslamiyet Sonrası Türk Destanları
1- Yaratılış Destanı 1. Manas Destanı
2-Saka Türkleri Destanı 2. Cengiz Han Destanı
a.Alp Er Tunga Destanı b.Şu Destanı 3. Timur Destanı
3-Hun – Oğuz Destanları 4. Seyyit Battal Gazi Destanı
a.Oğuz Kağan Destanı b.Atilla Destanı 5. Danişment Gazi Destanı
4-Göktürkler Destanı 6. Köroğlu Destanı
a.Bozkurt Destanı b.Ergenekon Destanı
5-Siyenpi Destanları
6- Uygur Türkleri Destanları
a.Türeyiş Destanı b.Mani Dininin Kabulü Destanı
c. Göç Destanı
SAKA TÜRKLERİ
ALPER TUNGA DESTANI: Türk İran savaşlarını anlatır. Konusu Saka hükümdarı olduğu sanılan Alper Tunga ve ile İranlıların savaşlarını konu alır.
ŞU DESTANI: Destan kahramanı Şu ile Makedonya kralı İskender'in savaşlarını anlatır. Eserle ilgili bilgiler Divan ü Lügat’it Türk’e dayanır.
HUN TÜRKLERİ
OĞUZ KAĞAN DESTANI: Hun hükümdarı Mete'nin yaşamını, Hun İmparatorluğu’nun kuruluşunu anlatır. Destanın bütünü bulunamamıştır.
GÖKTÜRK DESTANLARI
BOZKURT DESTANI: Bir savaşta yok edilen Türklerden geriye kalan yaralı bir askerle dişi bir kurttan Türklerin türeyişini anlatır.
ERGENEKON DESTANI: Türklerin dağlarda çoğalıp demir bir dağı eriterek çıkmalarını anlatır. Türklerin madeni işlediklerini vurgulaması bakımından önemlidir.
UYGUR TÜRKLERİ
GÖÇ DESTANI: Destanda, Uygurların Çin'in Kansu eyaletinden Doğu Türkeli'ne göçleri anlatır. Beş Balığ kentinin kuruluşu, toprağa verilen önem vurgulanır.
TÜREYİŞ DESTANI: Kızlarının sıradan bir evlilik yapmalarını istemeyen bir Türk hakanının serüvenlerini anlatır. Hakan, kızlarını yüksek bir kuleye yerleştirir. Kızların göksel bir kurtla ilişkilerinden Dokuz Oğuz, On Uygur boyları türer.
DÜNYA DESTANLARI
1- Gılgamış Destanı: Bilinen en eski destanlardan biridir. Tahminen M.Ö.3 veya 4. y.y. da oluşmuş bir
Hitit destanı olduğu sanılmaktadır.
2- Ramayana Destanı: Bir Hint destanıdır. 24000 kıtadan oluşmuştur. Hint kahramanı Rama’nın hayatını
anlatır.
3- Şehname Destanı: İran milli destanıdır.Firdevsi tarafından kaleme alınmıştır. Konu İran tarihidir.
4- İlyada ve Odiesse Destanı: Eski Yunan destanlarıdır. Troya Savaşı’nı ve sonrasını anlatır. Homeros’un
eseridir. Oluşumdan uzun bir süre sonra derlenmiştir.
5- Kalevela Destanı: Finlilerin milli destanıdır. Lönnrot tarafından kaleme alınmıştır. Uygar
toplumlarda, yaşayan destan parçalarından derleniştir.
Not: Bu arada Almanlara ait Nibelungen (oluşum döneminde derlenip yazıya geçirilmiştir.) ve Gunrud destanları, Fransızlara ait Chanson De Roland, Henri Ade (Voltaire, yapma), İtalyanlara ait Çılgın Orlando (Aristo, yapma), Kurtarılmış Kudüs (T. Tasso, yapma), Latin edebiyatı Xeneis (Viriilius, yapma), İngilizlerin Kaybolmuş Cennet (Milton, yapma) Rusların İgor, Japonları Şinto destanları da vardır.
YAZILI EDEBİYAT
Türklerde, sözlü edebiyat gibi yazılı edebiyatın da kesin olarak ne zaman başladığı bilinmemektedir. Elimizdeki en eski yazılı belgeler Yenisey Yazıtları ve 8. yüzyılda Göktürk Abideleri (Orhun Yazıtları)’dır.Bu abideler Türklerde yazılı edebiyatın başlangıcı sayılır. Halen Kazakistan topraklarında bulunan Orhun Yazıtları üç ayrı dikili taştır. Bunlardan birincisi Bilge Kağan tarafından 732 yılında kardeşi Kül Tigin adına diktirilmiştir. İkinci yazıt 735 yılında Bilge Kağan adına oğlu tarafından diktirilmiştir. Üçüncü yazıt Vezir Tonyukuk adına 720-725 yıllarında diktirilmiştir.
Anıtlar 18. yüzyıl ortalarında bulunmuş, pek çok çalışmalara konu olmuştur. 1893'te Danimarkalı bilgin Thomsen tarafından okunmuştur. Anıtlar dil ve edebiyat tarih için ne denli önemliyse tarih, sosyoloji, etnografya… için de o denli önemlidir.
TÜRKLERİN KULLANDIĞI ALFABELER
Göktürk Alfabesi: İlk ulusal alfabedir. Sağdan sola, yukarıdan aşağıya yazılır. Otuz sekiz harflidir. Yirmi altı sessiz, dört sesli, sekiz birleşik harften oluşur. Oldukça kullanışlıdır.
Uygur Alfabesi: IX. yüzyıldan sonra kullanılır. On biri sessiz, üçü sesli on harften oluşur. Daha çok dinsel metinlerin yazımında kullanılmıştır.
Arap Alfabesi: İslamiyet’in benimsenmesinden sonra kullanılmaya başlanmıştır.
Latin Alfabesi: Cumhuriyetle birlikte Arap alfabesinin yerini alır.
TÜRK LEHÇELERİ
Göktürklerin Uygur egemenliğini tanımalarıyla Göktürkçe Uygurca’ya dönüşür (XI yy.). Türkler İslamiyet’i benimseyerek yeni bir kültür alanına girerler. Bu değişim sonucu Türkçe doğu ve Batı lehçelerine ayrılır.
DOĞU LEHÇESİ: İlk Müslüman Türk devleti Karahanlıların lehçesine HAKANİYE denilir. İlk İslamî ürünler bu lehçeyle verilir. XIV. yy.dan sonra Çağatayca adını alır.
BATI LEHÇESİ: Oğuzlar, XI. yüzyılda Doğu Anadolu’da Selçuklu Devletini kurarlar. Oğuzca Anadolu, İran, Azerbaycan'a yayılır. İlk Oğuzca ürünlere XIII. yüzyılda rastlanılır. Osmanlı egemenliğinin başlamasıyla Oğuzca, Anadolu ve Azeri lehçelerine ayrılır. Anadolu Türkçesi Halk, Divan edebiyatı olmak üzere iki koldan eserler verir.
İSLÂMÎ DEVİR TÜRK EDEBİYATI
1.GEÇİŞ DÖNEMİ
a.Türk Kültürü ve İslâmiyet Arasındaki İlişkiler
Türkler, Müslüman olmadan önce de yüksek bir kültür seviyesine ulaşmışlardı. Şehirde yaşayanların sayısı azdı. Genellikle göçebe bir hayat yaşıyorlardı. İnsanlar arasındaki ilişkinin temeli sevgi ve saygıya dayanıyor ve geleneğe bağlı olarak sürüyordu.
İslamiyet’ten önce Türkler arasında Budizm ve Maniheizm yaygınlaşmaya başlamıştı.
751 yılında Çinlilerle Müslümanlar arasında geçen Talas Savaşı’nda Türkler, Müslümanların tarafını tuttu ve savaşı Müslümanlar kazandı.
920’de Saltuk Buğra Hanın, Müslümanlığı kabul etmesiyle Karahanlıların tümü Müslüman oldu ve böylece ilk Müslüman Türk devleti kuruldu.
b.İslamiyet ve Türk edebiyatı
Türkler, İslamiyet’i kabul etmeden önce yaşadıkları hayata bağlı olarak bir edebiyat geliştirmişlerdi. Bu edebiyat yabancı etkilerden uzaktı ve bütünüyle milli özellikler göstermekteydi.
Türkler İslamiyet’i kabul ettikten sonra Türk edebiyatında konular İslâmî bir hüviyet kazanırken aydınların oluşturduğu klasik edebiyat, İran ve Arap edebiyatlarından etkilendi.
İslamiyet ile birlikte yeni tür ve şekiller kullanıldı. İslamiyet ve tasavvuf hem klasik türde ürün veren sanatçıları hem de halk edebiyatı sanatçılarını etkiledi. “Din ve tasavvuf edebiyatı” diyebileceğimiz bir edebiyat akımı meydana geldi.
XI. ve XII. YÜZYIL TÜRK EDEBİYATI
GENEL ÖZELLİKLERİ
XI. yüzyılda başlayıp XIX. Yüzyılın ortalarına kadar devam eden “İslami Dönem Türk Edebiyatı” XI. ve XII. yüzyıllarda geçiş dönemi yaşamıştır.
· İslamiyet öncesi kültür ile İslâmî kültür iç içedir.
· Eserlerde toplum hayatını şekillendirme ve yönlendirme amacı güdülmüştür.
· Eserlerde dinî öğretme amacı esas alınmıştır.
· Hece ölçüsü kullanılmaya devam ederken aruz ölçüsü de kullanılmaya başlanmıştır.
· Dile, Arap ve Fars edebiyatında kullanılan nazım şekilleri ile kelimeler de girmeye başlamıştır.
· Nazım birimi dörtlük ve beyittir.
· Bu yüzyılda, Klasik Türk Edebiyatı ve Türk Tasavvuf Edebiyatı ilk örneklerini vermiştir.
ESERLER
*KUTADGU BİLİG: Geçiş döneminin ilk eseridir. Yusuf Has Hacip tarafından yazılmıştır. “mutluluk veren bilgi” anlamına gelmektedir, mesnevi şeklinde kaleme alınmıştır. 6645 beyitten oluşur, didaktik bir eserdir, edebiyatımızın ilk mesnevisidir, aynı zamanda bir siyasetnamedir. 1069–1070'te tamamlanıp dönemin hakanına sunulmuştur. Kutadgu Bilig 'Mutluluk veren bilgi, kutlu olma bilgisi' anlamına gelir. Eski Doğu ve Hint eserlerini andıran bu kitap 'alegorik' olup, atasözleri, bilgece deyimlerle süslenmiş, dört kişi arasında geçen 'diyaloglu' bir sahne oyununa benzer. Hükümdar, vezir, vezirin oğlu ve zahit dört temsilciden başka haberci, uşak, mürit gibi ikinci dereceden insanlara da rastlanır.
Yazar, bu dört kişi arasındaki ikili tartışmalarla ideal devlet ve insanın nasıl olması gerektiğini vurgulamaya çalışır. Yöneten, yönetilenlerin görevlerini belirtir. Eserde din, felsefe, eğitim–öğretim, erdemlilik, yasa, töre, devlet, siyaset, ordu, görgü kuralları, edebiyat ve bilim gibi konular işlenir. Hem bir ahlak kitabı, hem bir siyasetname ve kapsamlı bir ansiklopedik eserdir.
Mesnevi biçiminde, aruz ölçüsüyle yazılmıştır. 58 başlık altında toplanmış 6425 beyittir. Beyit sayısı sonradan eklenilenlerle 6645'i bulur; ayrıca eserde geleneksel Türk şiirinin özelliklerini yansıtan 173 dörtlük vardır.
Arapça ve Farsça sözcüklere ilk kez bu eserde rastlanır.
YUSUF HAS HACİP: İslami Türk Edebiyatı’nın ilk örneğini vermiştir. XI.yüzyılda yaşamıştır.Balasagun (Kırgızistan)da doğmuştur. Eserini Karahanlı hükümdarı Süleyman Arslan Karahan’a sunmuştur. Bunun üzerine Has Hacip ünvanını almıştır.
* DİVAVÜ LÜGATİ’T TÜRK: Kaşgarlı Mahmut 1072-1077 yılları arasında Araplara Türkçe’yi öğretmek amacıyla yazmıştır. Türkçe’nin ilk derleme sözlüğü olarak bilinir. Eserde Türkçe’nin ağız ve şive özelliklerinin yanında efsanelere, destanlara, atasözlerine, tarih ve coğrafya bilgilerine de yer verilmiştir. Sözcükler alfabe sırasıyla sıralanmış, anlamlarının iyice anlaşılması için de örneklerle desteklenmiştir. Örnekler, bize günün Türk lehçeleri, Türkçesi konusunda önemli bilgiler verir. Eser, Türkçe sözcükleri açıklarken tarih, coğrafya, etnografya, folklor ve edebiyat konularında verdiği bilgiler, yaptığı açıklamalarla bir sözlükten çok bir ansiklopediyi andırır.
Türk dilinin yapısı, dilbilgisi kuralları, Türklerin yaşamı 300'e yakın atasözü, 240 kadar şiirle (beyit, dörtlük, hikmet, seci) örneklendirilerek verilmiştir.
KAŞGARLI MAHMUT: Karahanlılar soyundan olan Kaşgarlı Mahmut XI. yüzyılda yaşamıştır. Yaşamıyla ilgili geniş bir bilgi yoktur. İyi bir öğrenim gören K.M. ilk Türk bilgini sayılır.
Kaşgarlı Mahmut bütün Türk illerini dolaşarak sözcükler, dil, edebiyat ve folklor ürünlerini derlemiş ve bunları Divanü Lügati’t Türk’e aktarmıştır. Yazar eserinin sonuna Orta Asya’daki Türk yurtlarını gösteren bir harita da eklemiştir. Divanü Lügati’t Türk’te çok sayıda sav, sagu ve koşuk örnekleri vardır.
* ATABETÜ’L HAKAYIK: “Hakikatlerin Eşiği” anlamına gelen eser, Edip Ahmet Yükneki tarafından XII. yüzyılın ilk yarısında yazılmış bir ahlak kitabıdır. Giriş kısmındaki ilk 40 beyit gazel tarzında yazılmıştır. Eserde 101 dörtlük vardır. Kitapta aruz ölçüsü kullanılmıştır. Kutadgu Bilig'den sonra Kaşgar diliyle yazılmış ikinci önemli eserdir. Manzumdur. Yazarı Edip Ahmet'tir. 12. yüzyılda verilen bu eserin adı 'gerçeklerin eşiği' anlamına gelmektedir. Kişinin, islam inançları çerçevesinde terbiyesini, eğitim-öğretimini işleyen bir ahlak kitabıdır.
Giriş kaside biçiminde uyaklanmıştır. Asıl konunun anlatıldığı bölümlerse 'mani' biçiminde uyaklıdır. Eser dörtlüklerle yazılmıştır. Ölçü, hece ölçüsünü andıran aruzun özel bir kalıbıdır.
Sistemleşmiş bir görüş ve düşünceden çok, çeşitli kaynaklardan rasgele alınmış örneklerle güçlendirilmeye çalışılan sıradan konular işlenir. Dilde Arapça, Farsça’nın etkisi iyiden iyiye görülür. Bu eser propaganda amacıyla yazıldığından sanatsal üstünlük, yetkinlik amaçlanılmamıştır.
EDİP AHMET YÜKNEKİ: XII. yüzyıl şairlerindendir. Türk töresi ile İslam görüşünü kaynaştıran şair Türkitan’da Taşkent’in güneyindeki Yugnak’ta doğmuştur. Şiirleri öğreticidir.
* DİVAN-I HİKMET: Dini ve tasavvufi şiirlerden meydana gelen bu eser, Hoca Ahmet Yesevi tarafından kaleme alınmıştır. Şiirlerin çoğu dörtlükler halindedir. Hece ölçüsü kullanılmıştır ve koşma tarzında kâfiyelenmiştir. Karahanlı Türkçesiyle söylenmiştir. Anadolu’daki ilahilerin ilk örneği Ahmet Yesevi’nin hikmetleridir.
Eski yaşam ve inançlarla yenileri iç içedir.
HOCA AHMED YESEVİ: XII.yüzyıl tasavvuf şairlerindendir. Türkistan’ın Sayram kasabasında doğmuştur. İlk Türk öğretisi olan Yeseviliğin kurucusudur. Kurduğu bu öğreti Asya’da ve Anadolu’da etkili olmuştur.
* MANAS DESTANI: Kırgızların milli destanı olan eserin tamamı manzumdur. Dünyanın en uzun destanıdır.
BAKIRGAN KİTABI
Yesevi dervişlerinden Hakim Süleyman Ata'nın eseridir. 44 hikmetle, başka şairlerin 80 manzumesini bulunduran kitap, tasavvuf yolunda yazılmış önemli bir eserdir. Hakim Süleyman Ata'nın Ahır Zaman Kitabı, Hz. Meryem Kitabı’ adlı iki kitabı daha bulunmaktadır.
MUKADDİME’T – ÜL EDEP
Harzem Türklerinden Zemahşeri'nin ünlü eseridir. Arap dilini Türklere, İranlılara öğretmek amacıyla yazılmıştır.
ŞECERE – İ ENSAB
Fahreddin Mübarekşah'ın 12. yüzyılda yazdığı, peygamber ve din büyüklerinin soylarını anlatan bir eserdir. En belirgin özelliği, Türkçe’nin Farsça’dan zengin olduğunu kanıtlamaya çalışmasıdır.
TÜRK HALK EDEBİYATI NAZIM BİÇİMLERİ
ANONİM HALK EDB. AŞIK TARZI HALK EDB. DİN –TASAVVUF HALK EDB.
MANZUM MENSUR 1. Koşma MANZUM MENSUR
1. Mâni 1. Masal a. Güzelleme
2. Türkü 2. Atasözü b. Koçaklama 1. İlâhî 1. Fütüvvename
3. Ninni 3. Deyim c. Taşlama 2. Nefes 2. Gazavatname
4. Tekerleme 4. Fıkra d. Ağıt 3. Nutuk 3. Menakıbname 5. Bilmece 5. Halk Hikâyeleri 2. Destan 4. Deme 4. Battalname
6. Destan 6. Halk Tiyatrosu 3. Semai 5. Devriye
7. Ağıt (Karagöz, Meddah 4. Varsağı 6.Şathiye
Orta Oyunu)
DİNÎ-TASAVVUFÎ HALK EDEBİYATI
Tasavvuf, Türklerin İslâmiyet’i kabulünden sonra Anadolu’da kurumlaşan bir dinî düşünce ve yaşam felsefesidir. X. Yy.dan sonra tasavvuf Anadolu’da yayılmaya başlamıştır.
XII. yy.da yaşayan Ahmet Yesevî, şiirleri ile Tasavvuf Edebiyatının öncüsü olmuştur. Ondan sonra Yunus Emre, Mevlânâ Celaleddin Rûmî, Kaygusuz Abdal, Pir Sultan Abdal ve daha birçok tasavvuf şairi yetişmiştir.
Tasavvuf şairleri inançlarını, düşüncelerini yaymak için şiiri bir araç olarak kullanmışlardır. Bu edebiyat Allah aşkı, doğruluk, dünyanın gelip geçici olduğu, ahlâki terbiye, toplum, nefse hakim olmak gibi konuları işler. Şiirler aracılığı ile sevgi ve hoşgörüye dayalı bir dünya oluşturma düşüncesi yaygındır.
İslamlığın doğuşundan bir süre sonra ortaya çıkan, kısa sürede İslâm dünyasını saran; kimilerine göre bir inanç sistemi, kimilerine göre hem inanç, hem bir yaşama biçimi olan dinsel akımdır.
Tasavvuf, 'Tanrı nedir, evren nasıl olmuştur, insan, fizikötesi gerçeklik nedir?' gibi konuları işleyen bir din felsefesidir. Tanrı'nın halkla, halkın Tanrı'yla ilişkilerini, bilinebilir–bilinemez bilgileri irdeler. Yanıtlanmamış sorulara çözüm arar.
Kaynakları İslamiyet ve eski dünya kültürüdür.
Dinî-Tasavvufî Türk Şiirinin Diğer Özellikleri:
* Nazım şekli olarak hem klâsik Türk şiirinin nazım şekilleri hem de halk şiirinin nazım şekilleri kullanılmıştır.
* Ölçü, ağırlıklı olarak hece ölçüsüdür. Ancak aruz ölçüsü de kullanılmıştır.
* Nazım şekilleri ve türleri: İlâhî, nefes, nutuk, devriye, şathiye vb.
* Genellikle yarım uyak kullanılmıştır.
* Nazım birimi dörtlüktür.
* Dil halka hitap eden, halkın anlayabileceği bir dildir. Fakat Arapça ve Farsça kelimeler ve tasavvufun kendine özgü kavramlarına da yer verilir. Anlatım ise coşkulu, içten ve samimidir.
Tasavvuf düşünürlerine mutasavvıf denir. Mutasavvıflara göre Allah’ı bilmeden ona ulaşılamaz. Allah’ı bilmek ise önce kendini bilmekle başlar. Kendini bilen kişi ölçülüdür; yıkıcı değil yapıcıdır, hoşgörülüdür.
Yüzyıllar Boyunca Dinî-Tasavvufî Halk Edebiyatı Şairleri
13.yy. → Mevlânâ Celâleddin Rumî, Sultan Veled, Yunus Emre, Ahmed Fakih, Şeyyad Hamza
14.yy. → Âşık Paşa, Şeyh Ahmedi Gülşehrî, Kadı Darir
15.yy. → Kaygusuz Abdal, Abdal Musa, Süleyman Çelebi, Hacı Bayram Veli, Ak Şemseddin
16.yy. → Pir Sultan Abdal, Hatayî, Abdürrahim Tirsi
17, 18 ve 19.yy.da → Niyâzî-İ Mısrî, Aziz Mahmud Hudâyî, Kul Himmet, Kul Hasan, Bursalı
İsmail Hakkı, Erzurumlu İbrahim Hakkı
TASAVVUF
Tasavvuf Allah’ın birliğini esas alıp evren ve insan hakkındaki kendine özgü yorumlardan oluşan bir düşünceler sistemidir.
Tasavvuf düşüncesini benimseyip o yolda çaba sarf edenlere mutasavvıf denir. Tasavvufa göre evren tektir, birdir ve o da Allah’ın kendi güzelliğini göstermek istemesi sonucu meydana gelmiştir. Allah’ın dışında her şey sonradan meydana gelmiştir. Tasavvuf (Tek Vücut) tek varlık anlayışını temsil eder. Evrenin meydana gelmesinde (sevgi veya aşk)sebep olduğu için insanın Allah’ ulaşmasını da aşk sağlayacaktır. Bu yüzden dünya tutkularından zevklerinden kendini kurtarmalı sonsuz bir aşkla Allah’a yönelmelidir. Tasavvufla ilgili bazı önemli kavram ve terimler şunlardır:
Vahdet-i Vücut ( Tek Varlık): Tek varlık anlayışını simgeler.Varlığın bir oluşu yani tek oluşu demektir.Buna Vücut-ı Mutlak da denir. Muhyiddin Arabî'nin oluşturduğu, geliştirdiği bir görüştür. Bu görüşe göre varlık tek'tir. Tek varlık, mutlak varlık (vücud–u mutlak) Tanrı'dır. Yaratanla yaratılan birdir. Tanrı, mutlak güzellik (hüsn–i mutlak), mutlak iyiliktir (hayr–ı mutlak). Her şey karşıtıyla oluşur ve bilinir. Tanrı'nın karşıtı kötülük, çirkinlik, yokluktur. Bunlar mutlak olan Tanrı'nın yokluk biçiminde anlatımıdır; geçici düş ve tasarımlardır. Her şey Tanrı'yla var, gerçekte yoktur. Hava, su, toprak, ateşle görünen evren, Tanrı'nın görünmesi için vardır, geçici bir ayna gibidir. Buna adem-i mutlak (mutlak yokluk) denir.
Varlık ve yokluğun insanda birlikte bulunması, insanın yokluğu kaldırıp Tanrı'ya ulaşmasını zorunlu kılar. Bunun için tarikata girmek, bir mürşide (aydınlatıcı) bağlanmak gerekir.
TECELLİ (YANSIMA, PARLAMA)
Tanrı'nın her şeyde, evrende görünmesi, belirmesidir. Tasavvuf yaratan, yaratılan ikiliğini kaldırır. Gizlilikte yalnız olan Tanrı, sevilmek, beğenilmek ister, yoklukta görülür. Bunun için kün (ol) demesi yeterlidir, bu nedenle herşeyin ilki, her şeyden önemlisi sözdür. Tecelli süreklidir. önsüz, sonsuz zaman bu oluşumun, sürekli an'ın içindedir. Bütün varlık sürekli var olmakta, yok olmaktadır, oluşum kesintisizdir. Bu nedenle evren görecelidir, Tanrı çekilirse oluşum biter, evren yok olur. Gerçek ermiş biz gibi görüntülere takılmaz, aldanmaz.
AŞK
İnsan ruhunun Tanrı'ya ulaşması, Tanrı'da eriyip yok olmasıdır. Aşk, Tanrı'nın gizi, bağışıdır. Oluşum simgesidir. Evrenin yaratılmasına neden olan, Tanrı'nın kendine duyduğu aşk'tır. Kişinin kendindeki ölümlü yanı yok etmesi için aşka bağlanması gerekir; böylece yokluktan, çirkinlikten kurtulur, Tanrı’ya ulaşır. Tasavvufta iki tür aşk vardır:
Geçici Aşk
Dünya, dünya güzelliklerine duyulan aşktır. Yararlıdır; çünkü kişi neyi severse sevsin, Tanrı'yı sevmiş olur. Her şey, Tanrı'nın görüntüsü olduğundan sevmek bilerek, bilmeyerek Tanrı'yı sevmektir. Geçici aşk, gerçek aşka bir hazırlıktır. Pisliklerden arınmak, benlikten kurtulmak sevgiyle olanaklıdır.
Gerçek Aşk
Tanrı'nın kendisine duyulan aşktır. Bir mürşide bağlanmakla, mürşit sevgisiyle başlar. Bu çekime giren kişi, çeşitli aşamalardan geçerek Tanrı'ya ulaşır. Bu yolla tutkulardan, dünyasal zevklerden, yokluktan uzaklaşır. Tanrı’ya erdeme yönelen insan, varlık öğesini geliştirir.
TASAVVUFTA İNSAN
Tanrı'nın en çok yansıdığı varlıktır. Hem yokluk, hem varlık öğelerini kendinde toplamıştır. Ölümü, ölümsüz yanları vardır. Ölümlü olan gövde ateş, hava, toprak ve sudan oluşan diğer varlıklar gibidir. Gövdenin en belirgin özelliği, ruhu barındırmasıdır. Gövde ölümlüdür, günü gelince dağılıp yok olacaktır.
Ölümsüz yön, Tanrısal tüm özellikleri taşıyan yön, yani ruhtur. Yaşarken gövdeyi eğitip, isteklerini yok edip ruhu geliştirmek gerekir. Böylece ölümden önce ölünmüş olur (fenafillah).
İnsanlar; doğru yolda olmayanlar (insan–ı cahil), bir yola girenler (salikler), ermiş–bulmuş olanlar (insan–ı kâmil) olmak üzere üçe ayrılır. Ermiş insanlardan 'ENEL HAK' diyenler, bu yüzden cezalandırılmış olanlar da vardır (Hallac–ı Mansur, Nesimi gibi). Enel Hak, ben Tanrı'yım demektir. Özünde, tasavvufa uygun olan bu belirleme 'Tanrı'yı buldum, O’nda yok oldum’ anlamındadır.
AYAN–I SABİTE (DEĞİŞMEZ GÖRÜNTÜLER); her şeyin Tanrı bilgisinde olması, değişmemesi anlamındadır. Eşyanın özü, gerçeği Tanrı'dadır. Tecelli an'ında ne oluşmuşsa biçim, özce Tanrı'nın belirlediği gibidir ve sonradan değişmesi olanaksızdır.
Adem-i Mutlak: Evrende olan her şey insan da dahil Allah’ın gölgesi gibidir.Bunların hepsi Allah’ın yarattığı ve yansıttığı güzelliklerdir.
Hüsn-i Mutlak: Kusursuz güzellik demektir.Allah kendi gücünü ve güzelliğini göstermek için evreni yaratmıştır.
İnsan-ı Kamil: Olgun insan, ermiş insan demektir.Dünyaya yani yokluk alemine ait maddi düşüncelerden kendini arındırmış, Allah’a ulaşmaktan başka hiçbir düşüncesi olmayan insan demektir.
Âşık: Allah aşkıyla yanan derviş. Çile: Dergâhtaki eğitim sırasında çekilen sıkıntılar.
Fenafillâh: Allah’ın emirleri karşısında nefsinin isteklerinden severek vazgeçme hâli, ermişlik mertebesi.
Maşuk: Allah, sevgili Meclis: Âşıklar topluluğu, zikir, ibadet.
Meyhane: Tekke, dergâh. Sakî: Mürşit, Allah aşkını dervişlere sunan insan-ı kâmil.
Şarap: İlâhî aşk, Tanrı aşkı, anlamların özü. Sarhoş: Allah aşkıyla kendinden geçen kişi.
Sarhoşluk: Tanrısal sevgiyle kendinden geçme. Neşe, zevk: Tanrı’ya yaklaşma heyecanı.
TASAVVUF TEORİLERİ:
1. Tek varlık 2. Tecelli 3. A’yân-ı sâbite, 4. Aşk 5.İnsan 6. Ahlâk
1. Tek Varlık: Varlık tektir, birdir. Bu tek varlık, mutlak varlık (vücud-ı mutlak) olan Tanrı’nın varlığından ibarettir. Ondan başka bir varlığın bulunması mümkün değildir.
2. Tecelli: Tanrı’nın kâinattaki canlı ve cansız her zerrede zuhur etmesi belirmesidir. Bu teori, kâinatın oluşunu ve niteliğini anlatır.
3. A’yân-ı Sâbite: Yalnız Allah “var”dır. kendi kendisiyle kaimdir. Gördüğümüz ve bildiğimiz bütün nesneler, gerçekte “yok”, fakat O’na nispetle vardırlar.
4. Aşk: İnsan ruhunun Tanrıya kavuşup onda erime arzusudur. Nitekim tecellinin sebebi de aşktır. Aşk, Tanrı’nın Zat’ına ait bir niteliktir. Aşk, Tanrı’nın sırrıdır, lûtfudur, tecellinin sembolü’dür.
Allah kâinatı, kendi zâtına duyduğu aşk sebebiyle tecelli ettirmiştir. Tasavvuf sözlüğünde iki türlü aşk vardır:
1. Geçici (mecazî) Aşk, 2. Hakikî (ebedî, ilâhî) Aşk.
1. Geçici (mecazî) Aşk: Bu dünyadaki güzellere, dostlara duyulan sevgidir. Bu aşk da zararlı değil, gereklidir. Çünkü insan kimi ve neyi severse sevsin yine de Tanrı’yı, yani onun mazharını (tezahür ettiği şeyi) sevmiş olur.
2. Hakikî (ebedî, ilâhî) Aşk: Bu ilâhî aşk dediğimiz de geçici aşkla yani mürid’in mürşid’e duyduğu yüce teslimiyetle ile başlar.
5.İnsan: Tanrı’nın bütün sıfatları, âlemde dağınık, ama insanda toplu olarak vardır. Aynaya bakan insan kendi gözbebeğinde nasıl kendini görürse, Allah da bütün vasıflarını toplu olarak insanda görmüştür.
YUNUS EMRE (1239-1321)
13.y.y.ın en büyük tasavvuf şairidir. İlahilerinde Allah aşkını, insan sevgisini ve hoşgörüyü işlemiştir. “Sevelim sevilelim.”
Risaletü’n-Nushiyye: Yunus Emre fikirlerini bu eserinde öğretici bir tarzda, Dinan’ında ise coşkun ve mecazlar dolusu lirizmle söylemiştir. Mesnevi şeklinde, aruzun ( Failâtün Fâilâtün Fâilün) vezniyle yazılmış tasavvufî, ahlâkî, dinî bir eserdir.Şair, sık sık timsallere ve mesellere başvurur.
Yunus, tasavvufun temeli olan “vahdet-i vücut” ilkesini kendisine özgü bir anlayışla açıklamıştır. Sade bir Türkçe ile ve halkın konuşma diline sadık kalarak söylediği şiirleri edebiyatımızın en güzel örneği olma özelliğini hiçbir zaman kaybetmemiştir.Yunus Emre şiirlerinde tabiat öğelerinden yararlanmıştır. Bu durum onun ve 13.yy. Türk halkının hayat tarzı ile yakından ilgilidir.
MEVLÂNÂCELALEDDİN-İ RUMİ → (1200-1273)
Düşünce adamı Mevlânâ, her çağda taze ve öncü sayılabilecekgörüşler getirmiştir. İnsanları, insan oluşları bakımından saygıdeğer bulmuş, din, mezhep, zenginlik, yoksulluk ve cins farkı görmemiştir. Mevlânâ’ya insan ve bu dünya gelip geçicidir. Önemli olan bundan sonraki yaşamdır. O büyük bir hoşgörü sahibidir. İnsanları oldukları gibi eksiklikleri ve kusurları ile birlikte kabul eder, noksanlıkları hoşgörür. Eserleri; Mesnevî, Dîvân-ı Kebir, Mektûbat, Mecâlis-i Seb’a, Fîhi Mâfih’tir.
Mesnevi’nin tamamı 6 cilttir. 25618 beyittir.Bu eser Farsça yazılmıştır. Mevlana Mesnevi’yi 13.yy.da yazmıştır.
☼ HACI BEKTAŞ-I VELİ (1210-1270 )
İyi bir eğitim görmüştür. Kırşehir-Sulucakarahöyük
Malakât’tan bilinmelidir.Bu eser tasavvufun ilkelerini öğretir. Kitapta dört kapı, kırk makam, Adem aleyhisselâmın yaradılışı, şeytan ve şeytanın sevdiği işler, bunlardan korunmanın yolları, Allah’ın varlığı ve birliği gibi konular, ayrı başlıklar halinde ele alınmış, kısa hikâye ve nüktelerle desteklenerek analtılmıştır.
Makalât, o dönemin tasavvuf ve hayat anlayışını, ilâhî aşkı ve bu aşkın verdiği coşkuyu, inancın kaynaklarını göstermesi bakımından önemlidir. Aşk, gönül, akıl, bilim, ahlâk, nefis terbiyesi gibi konuları, soyut bir şekilde ele alan bu eser ilimlerin Allah’a ait olduğunu ve ilim öğrenmenin ibadet olduğunu açıklar.
İLAHİ:
Dini-Tasavvufi Halk Edebiyatının nazım türüdür. Allah aşkı, tasavvuf anlatışı, Allah’a ulaşma yolunda ideal insan olma çabası ve arayışı işlenir.İlâhî, belirli düşüncelerin savunuculuğunu yapmaz. Bütün düşüncelerin ortak şiiridir. Hece ölçüsü ile yazılır. Yedili, sekizli, on birli, on dörtlü hece ölçüleri kullanılmıştır.Özel bir ezgiyle söylenir.Kafiye şeması genelde abab /cccb /dddb /eeeb...dir.Tarikatlarda ,tekkelerde tasavvufa gönül vermiş kişilerin coşkuyla, içtenlikle söylemiş oldukları şiirler olarak halk edebiyatımızda çok önemli bir yeri vardır.
Bektaşîlikte nefes, Alevîlikte ise deme, ilâhînin yerini tutan tasavvuf şiirleridir.
NUTUK: Tasavvufa yeni giren dervişlere yol göstermek, onları bilgilendirmek amacıyla söylenen öğretici şiirlerdir.
DEVRİYE: İnsanın yaradılışını ve insan ruhunun geçirdiği olgunlaşmayı işleyen şiirlerdir.
ŞATHİYE: Alaycı bir dille ve çeşitli sembollerle gerçekleri üstü kapalı fakat derin bir anlam ile ifade eden şiir türüdür.
ÂŞIK TARZI TÜRK ŞİİRİ
“Âşık” adı verilen şairler tarafında saz eşliğinde sözlü olarak aktarılan eserlerin oluşturduğu halk edebiyatı türüdür. İslâmiyet’ten önce başlayan, XV.yy.dan sonra hızla gelişerek günümüze kadar uzanan bu edebiyatın en tanınmış şairleri şunlardır: Köroğlu, Kul Mehmet, Karacaoğlan, Âşık Ömer, Gevherî, Bayburtlu Zihnî, Seyrânî, Dertli, Emrah, Âşık Veysel...
Şiirlerini ellerinde sazlarıyla köy köy, kasaba kasaba dolaşarak söyleyen âşıklar, böylece daha geniş kitlelere ulaşarak eserlerini duyurmuşlar, halk arasında şiir zevkinin oluşmasında etkili olmuşlardır. Doğaçlama şiir söylemek bu edebiyatın özelliklerindendir. XVI. yüzyıla kadar sözlü gelenek halinde sürüp gelen âşık edebiyatı ürünleri bu yy.dan başlayarak yazıya geçirilmiştir.
Âşık edebiyatı ürünlerinin yazıldığı el yazması defterlere CÖNK denir.
Âşık Tarzı Türk Şiirinin Genel Özellikleri
*Nazım birimi dörtlüktür.
*Ölçü, hecenin 7’li, 8’li, 11’li kalıplarıdır. Ancak bazı şairler (17. ve 18.yy.da) klâsik Türk şiirinin etkisiyle aruz ölçüsü de kullanmışlardır.
*Şiirlerde daha çok yarım uyak kullanılmıştır.
*Aşk, ayrılık, güzellik, ölüm, tabiat, kahramanlık, toplumsal olaylar, zamandan şikayet gibi konular işlenmiştir.
*Âşıklar, şiirlerinin son dörtlüğünde “tapşırma” geleneğine uyarak, şiirde kullandıkları takma adlarını söylerler.
*Âşık tarzı Türk şiirinde, saz şairleri halkın konuşma dilini kullanmışlar, halk söyleyişlerine, deyimlere, mecazlara yer vermişlerdir.
*Âşık tarzı Türk şiirinin en çok kullanılan nazım şekilleri “koşma” ve “semâî”dir. işlediği konuya göre koşma türleri vardır.
KOŞMA:
Koşmalarda aşk, doğa, gurbet, ayrılık, yiğitlik, yakınma vb. konular işlenir.
1. Güzelleme: Aşk, sevgi ve doğa güzellikleri karşısındaki duygulanmaları işleyen koşma türüdür.
2. Koçaklama: Yiğitlik, savaş konularını işleyen şiirleridir.
3. Taşlama: Herhangi bir kişiyi yeren, eleştiren ya da toplumdaki sosyal bozuklukları konu edinen şiirlerdir.
4. Ağıt: Ölen bir kişinin ardından duyulan üzüntüyü anlatan şiirlerdir.
SEMÂÎ:
Uyak şeması, nazım birimi, kullanılan dörtlük sayısı ve işlenen konu yönüyle koşma ile aynı özelliklere sahiptir. Koşmadan ayrılan yönleri, kendilerine özgü ezgileriyle ve 8’li hece ölçüsü ile söylenmiş olmalarıdır.
Güney Anadolu’da “Varsak” boyu arasında özel bir beste ile okunan semâî türüne varsağı denir. Varsağılar, “yürü, bre, hey, behey” gibi ünlemlerle başlar.
ANONİM HALK EDEBİYATI
Söyleyeni belli olmayan, nesilden nesle sözlü olarak yayılan halk edebiyatı ürünleridir. Bu eserler, zamanla ve yayıldıkları bölgelerin özelliklerine göre bazı değişikliklere uğramışlardır.
Bu ürünler halkımızın ortak acılarını, sevinçlerini, özlemlerini sosyal gelişmelerini yüzyıllar ötesinden çağımıza taşıyan kültür hazineleridir. Anonim ürünler insan gerçeğinin tüm çağlarda ortak duyuşunu yansıtırlar.
Anonim halk edebiyatının başlıca ürünleri şunlardır: Mâni, ninni, türkü, destan, tekerleme, bilmece, masal, atasözü, fıkra, efsane, ağıt vb.
ANONİM HALK EDEBİYATI ŞİİRİNİN GENEL ÖZELLİKLERİ:
*Sözlü olarak yaşayan bir edebiyattır.
*Dili yalın, halkın konuşma dilidir.
*Nazım birimi dörtlüktür.
*Manzum eserlerde ölçü hece ölçüsüdür.
*Daha çok yarım uyak kullanılmıştır.
*Aşk, ölüm, hasret, yiğitlik,gurbet gibi her çağda ve her yerde bütün insanları ilgilendirebilecek konular
işlenmiştir.
MÂNİ: Aşk, ayrılık,doğa, gurbet, kıskançlık, özlem, askerlik, toplum vb. kişisel veya toplumsal konularda söylenmişlerdir. Mâniler çoğunlukla 7’li hece ölçüsü ile kurulmuşlardır. Genellikle dört dizeden oluşurlar. Dört dizede de hece sayısı eşit olan mânilere düz mâni denir. İlk iki dize, anlatılmak istenen asıl maksada geçişi sağlayan hazırlık dizeleri olup, asıl söylenmek, vurgulanmak istenen genellikle son iki dizede anlatılmıştır.
İlk dizesi yedi heceden daha az olan mânilere kesik mâni denir.
Kesik mânilerde genellikle cinas vardır. Bu nedenle “cinaslı mâni” diye de adlandırılırlar.
Kesik mânilerin birinci dizesi 7 veya 8 heceye tamamlanarak söylenirse ayaklı mâni ya da doldurmalı kesik mâni denir. Bir mâniye aynı uyakta birkaç dize eklenirse böyle mânilere yedekli ya da artık mâni denir.
TÜRKÜ: Halkın duygularını, özlemlerini, sevinçlerini ve acılarını yansıtırlar. Türküler, çoğunlukla üçer ya da dörder dizeli bentler ve her bendin sonunda tekrarlanan “bağlama” ya da “kavuştak” denilen nakarat dizelerinden oluşur. Ölçüleri 7’li, 8’li veya 11’li hece ölçüsüdür. Türküler, ezgilerine, konularına ve bentlerdeki dize sayılarına göre gruplandırılabilir:
Ezgilerine (bestelerine) göre; bozlak, kayabaşı, türkmâni...
Bentlerdeki dize sayılarına göre; üçleme, dörtleme, beşleme...
Konularına göre; aşk, ayrılık, çoban-doğa türküleri, tören-düğün türküleri, oyun havaları vb. adlar alırlar.
BİLMECE: Bilmeceleri şekil olarak ikiye ayırmak mümkündür.
1. Manzum bilmeceler: Hece ölçüsü, uyak ve redif kullanılarak oluşturulmuşlardır. Ölçüsü 7’li hece ölçüsüdür.
2. Mensur bilmeceler: İki ya da üç cümleden oluşurlar. “Seci” denilen iç uyak ve bazı seslerin tekrarlanması sözün ahengini sağlar.
HALK EDEBİYATI ŞİİRİNİN ORTAK ÖZELLİKLERİ
Ölçü, hece ölçüsüdür. 18 yüzyıldan sonra aruz ölçüsünü kullananlar da olmuştur. Heceli biçimler: 4+4+3, 6+5 =11 / 4+4, 5+3=8 / 4+3 =7 kimi zamanda değişik ölçülerle oluşturulur. Aruzlu biçimlerden en çok divan, semai, kalenderi biçimleri kullanılır.
Nazım birimi dörtlüktür. Dörtlük, belirli ölçü ve uyak kurallarına uyarak dört dizeden oluşur. Dörtlüklerde çeşitli nedenlerle dize sayısı değişebilir. Görünüşleriyle birbirine eşit olan bu bölümlere 'bend ya da hâne’ adı verilir.
Tür adları, biçimleri adları olarak da kullanılır.
Uyak, yarım ya da cinaslı uyaktır. Ahenk sazla tamamlandığından tam, zengin uyağa pek gereksinim duyulmamıştır. Ahenk için redife de sık sık başvurulduğu görülür.
Dil içten ve yalındır. Zamanla kimi sanatçıların Divan edebiyatının etkisiyle dili ağırlaşmışsa da; genellikle deyimler yerel söyleyişler, özlü sözlerle zengin bir dile sahip olan Halk edebiyatı, halk dilinin tüm belirgin özelliklerini yansıtarak varlığını sürdürür.
Halk edebiyatının hem kendiliğinden hem de Divandan aldığı sözcük, simge ve kalıplarla zenginleşmiş bir benzetme örgüsü vardır. Kapalı söyleyiş, süslülük divandaki kadar yoğun değildir. Soyut düşünce, betimlemeler Divana oranla oldukça azdır.
Anlatım genellikle öyküleyici, yani olaylara bağlıdır; bu nedenle gerçekçiliği kolayca benimsenir, tasarımı kolaylaşır.
Konuları, tüm edebiyatlarda işlenmiş ortak konulardır. Diğerlerinden ayrılan yönü, bakış açısı, konunun işleniş biçimidir.
HALK EDEBİYATINDA İŞLENEN BAŞLICA KONULAR:
Aşk : En çok işlenilen konudur. Daha çok koşma, türkü semâi ve manilerde görülür. Sevgili Divanda olduğu gibi soyut değildir, idealize edilmez. Bedensel, ruhsal özellikleriyle gerçek, yaşayan biridir. Kadın, erkek ilişkileri yaşamda olduğu gibidir. Tanrısal, düşsel aşk yok gibidir.
Özlem : Konusu, bu edebiyatta önemli bir yer tutar; çünkü ozan genellikle, zorunlu nedenlerden dolayı gurbete çıkar. Bu ayrılık çok uzun sürebilir. Kavuşmalarını engelleyen en önemli etkense doğa, doğa koşullarıdır. Ozan dönmek istese de dönemez. Arada dağlar vardır. Engelleyici motiflerin başında dağlar gelir; ayrıca kış, taşan sular, yıkık köprüler, hırsız ve uğrular da ozanın kavuşmasını zorlaştıran engellerdir.
Doğa : Halk edebiyatının baş konularından biridir. Divanda olduğu gibi soyut, değiştirilmiş, yapma bir doğa değil gerçek doğa işlenir. Anadolu tüm gerçekliği, yeryüzü biçimleri, kimi zaman yer adlarıyla şiire girer. Doğa güzellikerinin yanı sıra doğal yıkımlar, zamana bağlı hoş olan, olmayan görüntüler tüm ayrıntılarıyla verilir.
Yiğitlik : Her kesimden şairin işlediği ortak konulardan biridir. Daha çok görülen, yaşanılan olaylara bağlı olarak işlenir. Savaşa yöneltmek, savaşanları yüreklendirmek için birçok ozan bu türden şiirler yazmıştır.
Ölüm : Felsefesi yapılan, düşünce üretilen bir konu olarak alınmaz. Halk ağıtla, ölümün verdiği acıyı, yıkımı, sonsuz yitimi anlatır; iyiliğe, dostluğa ağlanır.
Toplum : Halk şiirinde özellikle üstünde durulan bir konu olmaktan çok dayatan koşullar sonucu ele alınan bir konudur. Ozan bireyci de olsa devletin, güçlülerin yoksul halkı ezmesine karşı çıkar. Böyle durumlarda halk adına konuşur, çalışır, çabalar.
Din : Halk edebiyatının derinleştiği bir konu değildir. Kimi bilgilerle yetinir. İkiyüzlülüğe, softalığa karşıdır. Tanrı'ya, peygambere, din büyüklerine saygılıdır; yine de dinsel içerikli, kalıplaşmış türleri yoktur.Bu konulardan başka sık sık zaman ve düzenden yakınmalar da görülür. Bu yakınmalar daha çok taşlama türüyle dile getirilir.
HALK EDEBİYATI NAZIM BİÇİMLERİ
DÖRTLÜKLE KURULANLAR; BAĞLAMALILAR:
Dörtlükle kurulanlar: Mâni tipi – Koşma tipi
Mâni tipi: 'aaba' biçiminde uyaklanır. Bu biçimde destanlar, türküler de vardır.
MÂNİ: Çoğunlukla 7 hecelidir. Uyak düzeniyle diğer şiir biçimlerinden yrılır. Dört dizelik mâniler, bağımsız birer şiirdir. Dört dizeden oluşmuş 7'li mânilere 'düz mâni' adı verilir. İlk iki dize genellikle doldurmadır. Asıl söylenmek istenen son iki dizede söylenir.
Sona iki dize eklenerek oluşturulan manilere yedekli mâni, denir. Uyak düzeni: aaxaxa ya da axaxax biçimindedir. Bir adı da ayaklı mani'dir. İlk dizesi düşmüş, yerini çoğunlukla anlamlı, anlamsız bir sözcük, sözcük öbeğinin aldığı mânilere 'kesik mâni' denilir. Uyak düzeni: aaba ya da abab biçimindedir.
Konuları genellikle aşktır. Ayrıca; niyet, fal mânileri, sevda mânileri, iş mânileri, bekçi ve davulcu mânileri, satıcı mânileri, kahve mânileri (cinaslı), mektup mânileri biçiminde kaynaklarına, konularına göre adlandırılırlar.
Kesik mâni Cinaslı kesik mâni (üç dizeli)
Aman aman kuleden Ok değmiş yara sızlar.
Ses geliyor kuleden Yaralının halından
O kaş göz değil mi Ne bilsin yarasızlar!
Beni sana kul eden
Yedekli mâni Düz mâni
Ah dağlar dağlar dağlar Şu dağlar olmasaydı
Gurbette yârim ağlar Çiçeği solmasaydı
Kuş yedi meyvasın Ölüm Allah'ın emri
Kaldı meyvasız bağlar Ayrılık olmasaydı
Gitti yarim gelmedi
Oturmuş beni ağlar
Koşma tipi: Bu nazım biçimiyle oluşturulmuş önemli türler şunlardır:
KOŞMA: + - Dört dizelik dörtlüklerden oluşan bir nazım biçimidir. Uyak düzeni dördüncü dizede yinelenen ana uyak çerçevesinden gelişir: aaab–cccb–dddb ya da aaab–cccb–dddb biçimindedir. Temel (ana) uyağın bulunduğu dize hiç değişmeden bütün dörtlüklerde yinelenirse buna 'kavuştak' adı verilir. Ozanın adını son dörtlükte söylemesine 'tapşırma' denir. Tapşırma, mahlas karşılığıdır.
Koşmada dörtlük sayısı genellikle 3–5 arasıdır. Kimi zaman dörtlük sayısının 6'dan çok olduğu görülür. 11'li hece ölçüsüyle söylenir.
Halk edebiyatının çok kullanılan nazım biçimidir. Divandaki gazele benzer. Hem nazım biçimi, hem de bir ezginin adıdır. Değişik ölçülerle söylenmiş şiirlere 'koşma ezgisiyle' söylendiği için bu adın verildiği görülür.
Ezgilerine göre adlandırılırlar: Acem koşması, Kerem, Kesik Kerem, Gevheri, Ankara Koşması, Elpük koşması, Sivrihisar, Sümmani, Cem koşması, Bülbül koşması, Topal koşma.
Biçim özelliklerine göre ad alırlar: Yedekli koşma, musammat koşma, uyaklı koşma, zincirleme, zincirbent ayaklı koşma, şarkı–koşma.
Koşma konusuna göre ad alır: Koçaklama (yiğitlik), güzelleme (insan, doğa güzelliklerine övgü), ağıt (ölümle ilgili acıları anlatan şiir), taşlama (yergi, alay konulu koşma).
Kalktı göç eyledi Avşar elleri
Ağır ağır giden eller bizimdir
Arap atlar yakın eyler ırağı
Yüce dağdan aşan yollar bizimdir
Belimizde kılıcımız kirmani
Taşı deler mızrağımın temreni
Hakkımızda devlet etmiş fermanı
Ferman padişahın dağlar bizimdir
Dadaloğlu yarın kavga kurulur
Öter tüfek davlumbazlar vurulur
Nice koç yiğitler yere serilir
Ölen ölür kalan sağlar bizimdir
SEMAİ: Koşma biçiminde, sekizli hece ölçüsüyle söylenir. Genellikle 3–5 arası dörtlükten oluşur. Dörtlük sayısının 5'ten çok olduğu da görülür. Koşmadan ölçüsü ve ezgisiyle ayrılır. Özel bir ezgiyle söylenir. Sevgi, ayrılık, doğa konularını işler.
Aruz ölçüsünün belli kalıbıyla yazılan semailer de vardır. Bunlar ayrı bir ezgiyle söylenir. Hecenin 8+8 kalıbına uyarlar.
Aruzla yazılanlar gazel, murabba, muhammes, müseddes biçiminde olabilirler. Eklemeliler ayaklı 'yedekli' semai adını alırlar.
Mendilim yudum arıttım
Gülün dalında kuruttum
Adın ne idi unuttum
Sorulmayı sorulmayı
Benim yarim bana küsmüş
Zülfünü gerdana dökmüş
Muhabbeti benden kesmiş
Sevilmeyi sevilmeyi
Çağır Karacaoğlan çağır
Taş düştüğü yerde ağır
Yiğit sevdiğinden soğur
Sarılmayı sarılmayı
VARSAĞI: Koşmanın kendine özgü ezgisiyle söylenen bir türüdür. Uyak düzeni koşmadaki gibidir. Hecenin 8'li ölçüsüyle oluşturulur. Yiğitçe, mertçe bir havası vardır. 'Behey, bre...' gibi ünlemlerle başlar. Varsak Türklerine özgü bir türdür. En güzel örneklerini Karacaoğlan vermiştir.
Bre ağalar bre ağalar
|
Aman hey Allahım aman
|
Ölmeden bir dem sürelim
|
Ne aman bilir ne zaman
|
Gözümüze kara toprak
|
Üstümüze çayır çimen
|
Dolmadan bir dem sürelim
|
Bitmeden bir dem sürelim
|
Buna felek derler felek
|
Karacaoğlan der ki canan
|
Ne aman bilir ne dilek
|
Güzelim sözüme inan
|
Ahir ömrümüzü helâk
|
Bu ayrıık bize heman
|
Etmeden bir dem sürelim
|
Ermeden bir dem sürelim
|
DESTAN: Yapısal yönden koşmayla bir olan destan, konusu, dörtlük sayısı, anlatım ve ezgisiyle koşmadan ayrılır. Dörtlük sayısı, anlatım ve ezgisiyle koşmadan ayrılır. Dörtlük sayısı sınırlı değildir. Konusu yiğitlik, herkesçe bilinen bir olay, hastalık, savaş, deprem, eşkiya serüvenleri; kişisel, toplumsal... gülünçlüklerdir.
Olaya yönelik olduğundan anlatımı öyküleyicidir. Özel bir ezgileri vardır. Öğreticilik yönleri ağır basar. Hece ölçüsünün 11'li kalıplarıyla oluşturulmalarına karşın, mâni türüne kayılarak 8'li kalıplarla oluşturulanları da vardır.
TÜRKÜ: Kendine özgü bir ezgiyle söylenen, bağlamalı (kavuştaklı) nazım biçimidir. Halkın çokça benimsediği bu tür ezgi, konu ve yapısına göre ayrımlanır:
Ezgilerine göre oyun havaları, uzun hava biçiminde kümelendirilir: Konya 'oturak', Urfa 'kırık' usullü ezgiler oyun havalarına, 'bozlak, hoyrat, kayabaşı' uzun havalara örnek verilebilir.
Konularına göre ninniler, doğa türküleri, aşk türküleri, kahramanlık türküleri, askerlik türküleri, ağlatı–güldürü türküleri, oyun türküleri, ölüm türküleri olarak ayrımlanabilir.
Yapılarına göre, hecenin her kalıbından türkülere raslanılır. Halk şiiri türlerinin hepsi türkü olabilir. Yapıyı belirleyen ezgidir. Biçimi belirleyense bağlama dizeleri, kavuştaklardır. Türkü bent, kavuştak dize sayısına göre kümelenir. Dörtlükle söylenen türkülerse mâni, koşma türünün ezgisiyle biçimlenmiştir.
Aruzla söylenmişleri türkü saymak, ezgisi nedeniyledir (divan, kalenderi, semai...).
Bu türün iki temel özelliği anonim ve ezginin belirleyici oluşudur. Yazarı bilinen türküler da zamanla halkın malı olur, söyleyeni unutulur.
Toplumun olaylar karşısındaki tepkilerini yansıtan bir türdür. Diğer türlerin çoğunlukla kişisel olmasına karşın, türkü toplumsaldır.
Açıl mor menevşe bahar erişti Çadır almış nerelerden gelirsin
Lale sümbül nergis reyhan yetişti Benim seni sevdiğimi bilirsin
Benim karşıma ak zambak düştü Çok da gezmez benim gibi olursun
Menevşem oy bir tanem oy Menevşem oy bir tanem oy
BAĞLAMALI biçimler, ana dizelere eklenmiş dizelerle oluşturulur. Bağlamalı biçimler en yaygın olanı türkülerdir.
TEKKE ŞİİRİ NAZIM BİÇİMLERİ
İLÂHİ: Dinsel halk şiirinde Tanrı'ya öven ya da din, ahlâk konularında söylenen şiirlerdir. Tasavvufa özgü gizemleri, Tanrısal sevgiyi işler. Koşma biçiminde hecenin 7, 8, 11'li kalıplarıyla yazılır. Tekke törenlerinde söylenir. Hiçbir tarikatın özelliklerini yansıtmaz. Hiçbir tarikata güdümlü olmayan bir anlayış, inancın ürünüdür. Bu alanda en yetkin ozan Yunus Emre'dir.
Aşkın aldı benden beni
Bana seni gerek seni
Ben yanarım dün ü günü
Bana seni gerek seni
Ne varlığa sevinirim
Ne yokluğa yerinirim
Aşkın ile avunurum
Bana seni gerek seni
...
Yunus'dur benim adım
gün geçtikçe artar odum
İki cihanda maksudum
Bana seni gerek seni
NEFES: Bektaşilerin söylediği ilâhilere 'nefes' adı verilir. Nefesi, ilâhiden ayıran Bektaşi ulularını övmesi, tarikat ilkelerini yansıtması, Bektaşiliğin savunucusu olmasıdır. Biçim ve öz bakımından ilâhiye dolayısıyla koşmaya benzer.
Halk yoluna gidenlerin
Asa olsam ellerine
Er pir vasfın edenlerin
Kurban olsam dillerine
Torunuyuz bir dedenin
Tohumuyuz bir bedenin
Münkir ile cenk edenin
Silah olsam bellerine
...
Vakit kalmadı durmağın
Kaldır Seyrani parmağın
Deryaya akan ırmağın
Katre olsam sellerine
DEME: Alevilerde ilâhi, nefes karşılığı olan şiir türüdür. Biçim, içerik özellikleriyle ilâhiyi andırır. Ayrılan yanı Alevi inançlarını, tarikat ilkelerini benimsemesi savunması, tarikat ulularını övmesidir. Bu türün coşkulu, usta ozanı Pir Sultan Abdal'dır.
...
Dost elinden dolu içmiş deliyim
Üstü kan köpüklü meşe seliyim
Ben bir yol oğluyum yol sefiliyim
Ben de bu yayladan Şah'a giderim
Alınmış abdestim aldırırlarsa
Kılınmış namazım kıldırırlarsa
Sizde şah diyeni öldürürlerse
Ben de bu yayladan Şah'a giderim
Pir Sultan Abdal'ım dünya durulmaz
Gitti giden ömür geri dönülmez
Gözlerim de Şah yolundan ayrılmaz
Ben de bu yayladan Şah'a giderim
ŞATHİYYE: Tasavvufa özgü inanışları anlatan, anlamlandırılması çeşitli yorumlara neden olan şiirdir. Üstü kapalı bir anlatımla alışılagelmiş inançları hafife alan, gerçeküstü imgeler kullanıldığından saçma gibi görünen bu şiirde, çoğunlukla aykırı inançlar, alışılmamış görüntü ve olaylar işlenmiştir. Şathiyye zamanla Bektaşi, Alevi ozanların kalıplaşmışı yerdikleri bir tür olmuştur. Özünde 'Tanrısal sevgi'den çıkarak Tanrı'yı korkutan, cezalandıran bir güç olarak göstermek isteyenlerle alay eder, onların görünüşlerini hafife alır.
Kimi zamanda, bilinçaltının bilince yansımasıyla oluşan şiirlermiş gibi yorumlanmıştır. Yunus Emre'nin, Kaygusuz Abdal'ın türünün bütün özelliklerini yansıtan güzel, yetkin şathiyyeleri vardır.
Ademi balçıktan yuğurdun yaptın
Yapıp da n'eylersin bundan sana ne
Halk ettin insanı cihana saldın
Salıp da n'eylersin bundan sana ne
Bakkal mısın terazuyu n'eylersin
İşin gücün yoktur gönül eğlersin
Kulun günahını tartıp n'eylersin
Geçiver suçundan bundan sana ne
...
Kaygusuz Abdal'ım sözümüz budur
Her nerde çağırsam Hak onda hazır
Hep duzaha bastırırsın kim ne der
Yakma kullarını bundan sana ne
NUTUK: Şeyhin tarikata girmiş müritlere yol göstermek için söylediği şiirlerdir. Nefesten, yalnızca okunmak için söylenmiş olmalarıyla ayrılırlar. Bu tür düzyazılar da vardır.
DEVRİYYE:Devir inancını anlatan şiirlerdir. Destan, koşma, ilâhi biçiminde yazılmış olabilirler. Konularına göre ayırmak da olanaklıdır.
Genellikle Bektaşi, Alevi ozanlar devriyye yazmışlardır. Egemen anlayışa karşıtlığı nedeniyle bu türle az sayıda şiir verilmiştir. Varlığın, insanın oluşumunu, mutlak varlığa ulaşılmasını anlatan bir tasavvuf görüşüdür.
HALK EDEBİYATINDA DÜZYAZI
Halk verileri, halkın yazdığı, halkın oluşturduğu ürünlerdir. Halk için yazılmış öğretici eserin konuyla ilgisi yoktur.
Çoğu anonimdir. Bize kalanlardan, oluştuğu sürecin dil ve anlatım özelliklerini taşıyanlar azdır. Battal Gazi, Hamzanâme, Eba Müslim, Hazreti Ali Cenkleri gibi eserler söyleme, yazılma sırasında çok değiştikleri için, halk nesrine örnek gösterilemezler.
Destanın süreği sayılabilecek halk hikâyeleri (kıssa, kaside) basit, az bir süre kapsayan öyküler olabilecekleri gibi, Köroğlu'nda görüldüğü üzere günlerce sürecek uzunlukta da olabilirler.
Konuları bakımından sevgi, kahramanlık hikâyeleri olarak çeşitlenirler: Elif ile Mahmut, Köroğlu, Kirmanşah gibi...
HALK HİKAYELERİ
Türk Halk edebiyatının önemli bir koludur. Masallardan, gerçek yaşamla yakın bağları nedeniyle ayrılırlar. Hikayelerde kimi doğaüstülükerin bulunması, sürükleyici özelliklerini arttırmak içindir. Masala oranla, hikayelerde konu daha belirgindir. Baş konu sevgidir. Sevgi platoniktir, dinseldir.
Kişiler gerçektir. Sosyal ilişkiler, yaşantı toplum gerçeğini yansıtır. Toplumun her kesiminden insana rastlanılır. Bunlar, toplumla bütünleşmiş gibidir. İyi, kötü; zengin, yoksul ilişkisi sürekli işlenir.
Çevre, masallara oranla daha belirgindir: İran, Turan, Halep, İsfahan gibi. Aşıklar, hikayeleri uzun uzun ayrıntıları atlamadan anlatırlar. Öykü arasında çalıp söylerler. Anlatım destanlardaki gibi gösterişli değildir. Hikayelerin döşeme, olay, dilek bölümleri vardır.
Aşk, yiğitlik, kahramanlık öncelikli konulardır. Değişik kaynaklara bağlanırlar. Kimi, yabancı kaynaklara dayanır Hurşit ile Mahmiri gibi. Gül ile Alişir, Kerem ile Aslı gibi tanınmış ozanlara bağlananlar, Ferhat ile Şirin gibi Divan kaynaklarına bağlananları vardır. Çoğu düş, düşte içilen 'dolu' ile başlar. Kahramanlar yarı kutsaldır.
HALK MASALLARI
Sözü Halk verimleridir. Yaşanılan sıkıcı gerçeklerden kaçan halkın yarattığı, olmazı olur yapan şiirsel, erişilmez dünyalardır. Bu düş ülkelerinde olumsuzluk yoktur. İyilik, güzellik sonunda baskın gelir. Masalların Uzakdoğudan dünyaya yayıldığı sanılmaktadır. Aslında bütün toplumların belli evrelerde kendilerine özgü masallar yaratmaları daha gerçekçi bir yaklaşımdır.
Masal olayları çoğunlukla gerçek dışıdır. Kişiler kavramsaldır. Toplumun her kesiminden olabilirler. Keloğlan, cin, peri, dev, şahmeran masal kahramanlarıdır.
Çevre gerçek bir coğrafyaya bağlanamaz. Çin, Maçin, Kafdağı, yerin altı, üstü gibi düşsel yerlerde geçer olaylar.
Masal zamanı, tarihsel zamanlardan sıyrılır. Gün, gece... kavramsal birimlerdir.
Masal anlatımı renklidir. Ayrıntıya girilmez, kısa sürer. Masallarda biçim değişimine sık sık rastlanılır. Anlatan olayları yeniden biçimlendirir.
Türk masalları üç bölümdür. Döşeme, girişteki söz bolluğudur. Çoğunlukla iç uyaklı olur. Olay, asıl konunun anlatıldığı bölümdür. Dilek, masalın sona erdiği, iyi dileklerde bulunulan bitiştir.
HALK FIKRALARI
Güldürücü fıkralar kuşaktan kuşağa zenginleşerek ulaşır. Kısa, özlü, anlamca yoğundurlar. Bektaşi fıkraları softalığa, tutuculuğa tepkiden oluşur. Kahramanlar hazırcevap, bilgedirler.
Büyük kent fıkraları çoğunlukla saray ve yöresini konu alır; bunlar halkı ilgilendiren fıkralardır. Belli bir kişi yöresinde toplanır, ona bağlanır. En ünlüleri İncili Çavuş, Bekri Mustafa'dır.
Bu fıkralar halkın soylu, zengin kesime alaycı bakışını sergiler. Yolsuzluklar, baskı, zorbalık yerilir, alay konusu edilir. Of'lu Hoca fıkraları gibi bazı yörelere özgü açık fıkralar vardır. Azınlıklarla ilgili fıkralara da rastlanılır.
NESRETTİN HOCA (? – 1284)
13. yüzyılda Selçuklular döneminde yaşadığı sanılmaktadır. Çeşitli yörelerin sahiplendiği Hoca'nın mezarı Akşehir'dedir. Her yıl 5 – 10 Temmuz tarihlerinde Hoca'yı anma şenlikleri yapılmaktadır. Yaptıkları sağduyulu, düşündürücüdür. Fıkralarında belli bir dünya görüşü vardır. Düzensizliğe, zorbalığa, bönlüğe karşıdır.Zekâsı fıkraların sonunda görülür. Günübirlik uğraşları vardır. Alışveriş eder, değirmene gider; imamlık, kadılık yapar halkın yanındadır. Sabırlı, hoşgörülü, bağışlayıcıdır. Olumsuz koşullarda bile iyimserdir. Yolsuzluklara, sömürüye karşı olan Hoca inanır ama tutucu değildir. Toplumcu insancıldır. Fıkralarında olay azdır. Yoğun, özlü olan bu fıkraların anlatımı yalındır. Tüm fıkraları Hoca'nın olmadığı halkın katkısıyla çoğaldığı bilinmektedir.
DEDE KORKUT KİTABI
Kitabın asıl adı: Kitab–ı Dede Korkut alâ Lisan–ı Tâife–i Oğuzan'dır. (Oğuz Boyları diliyle yazılmış Dede Korkut Kitabı). Bilinen iki nüshası vardır. Biri Dresten'de olup 12 öyküden oluşmuştur. Diğeri 6 öykülük Vatikan nüssıdır. Her ikisinin karşılaştırılmasıyla Dede Korkut Kitabı biçimlendirilir.
Yabancı bilginlerden Fleischer, Diez, Barthold; yerlilerden Kilisli Rıfat, Orhan Şaik Gökyay, Muharrem Ergin bu konuda önemli çalışmalar yapmışlardır.
Kitabın baş kişisi bütün öykülerde görülen Dede Korkut'tur. Bilge, bilici, yasa koyucu, töre koyucudur. Şaman, müslüman ermiş görünümlüdür. Keramet sahibidir, dediği olur. 295 yıl yaşar. Toplumun sorunlarına çözüm bulur. Ozandır, öykü kahramanları için 'Oğuznâmeler' düzenler.
Öykülerdeki Oğuzlar Müslümandır.
Alışkanlık her bölüme öykü denilmektedir; oysa kimi öykülerdeki olağanüstülükler daha çok destanı anımsatmaktadır. öykülerin sayıca daha çok olmaları gerektiği, görüşü yaygındır.
Konu, sözlü kültür aşamasındaki Oğuzların toplu yaşamıdır. Öyküler, tek tek beylerin serüvenlerini anlatır. Oğuzun yaşamı; İç Dış Oğuzun ilişkileri, Oğuzların komşularıyla olan ilişkileri üzerinde özellikle durulan konulardır.
Öykü kahramanları, destan kahramanlarını andırırlar. Çoğunluğu bey, bey hanımları, bey çocuklarıdır. Kimi kahramanlar, olağanüstü güçlüdür. Kiminin bedensel yapıları destan, masal kahramanlarına benzer.
Tanrı, yarı Tanrılar yoktur; yalnızca Azrail gibi dinsel nitelikli motiflere yer verilmiştir. Tepegöz, Deli Dumrul... insan üstü yaratıklardır. Kadınlar, çocuklar çok güçlüdür.
Yer, Oğuzeli'dir. Doğu Anadolu, Azerbaycan'ın büyük bir bölümünü içine alır. Aslında çevre kesin olarak belli değildir. Birtakım yeryüzü özellikleri araştırmacıları bu sonuca götürmektedir.
Tüm öykülerde anlatım büyük bir benzerlik gösterir. Nesir, şiir iç içedir. Öyküleme, betimlemeler nesirle; sesleniş ve söyleyişler şiirledir. Nesir uyumlu, ahenkli, ölçülüdür. Her cümlede iç uyak (seci) görülür. Nesir, şiiri andırır. Öyküler modern denilecek bir öyküleme tekniğiyle anlatılır. Şiir, ölçüsüz, uyaksızdır. Geleneksel Türk şiirine benzemez. Ses benzerlikleri, ses–sözcük yinelemelerinden bol bol yararlanılır.
Öykülerin dili 14–15. yüzyıl halk Türkçesidir. Sözcüklerin çoğu Türkçedir. Kullanılan Arapça, Farsça sözcükler daha çok dinsel terimlerdir.
Ağız özellikleri Azericeye daha yakındır.
Tepegöz, Odise'deki 'Kiklop'u andırır. Deli Dumrul'la Alkestis söylencesi benzerlik gösterir. Diğer öykülerde de, dinsel söylencelerle konu, olay yönünden kimi benzerlikler bulunmaktadır.
HALK EDEBİYATI ŞAİRLERİ
KÖROĞLU: Geniş bir coğrafyada söylenen bir destan kahramanıdır. Bu destan tüm aşamalarını tamamlamış sayılamaz. Yapılan araştırmalarda Köroğlunun çeşitli maceraları saptanmıştır. Özünde, zulme başkaldıran bir halk kahramanıdır. Celâli olduğu elde edilen son belgelerle doğrulanmıştır. Düzyazı ile şiirin karışık olduğu Köroğlu söylencelerinde değişmeyen nokta, bir eylem adamı olduğudur.
Köroğlu'nun olduğu söylenilen şiirler, söyleyiş, anlatım yönünden birliktelik göstermezler. Bu nedenle, birden çok Köroğlu olduğu görüşü yaygındır.
Eldeki metinler hece ölçüsünün çeşitli kalıpları ve dörtlüklerle yazılmıştır. En çok koşma nazım biçimi kullanılmıştır.
Koşmalar yiğitçe, coşkun bir söyleyişle söylenmiş olduklarından 'koçaklama'lar çoğunluktadır. Aşk, doğa güzellikleri, toplumsal bozukluklar, kavga gibi bireysel toplumsal konular iç içe işlenir.
Bu şiirlerde kullanılan halk dilidir.
KARACAOĞLAN: XVI–XVII. yüzyılda yaşamış bir halk ozanıdır. Çukurovalı olduğu Türkmen aşiretleri arasıda yaşadığı sanılmaktadır. Anadolu'yu, Rumeli, Mısır'ı gezip gördüğü, çok yaşadığı şiirlerinden anlaşılmaktadır.
Yaşadığı yüzyılda ünlenerek halk şiirini etkilemiş, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerinde 'aydın sanatçılar'ın da özendikleri bir ozan olmayı' başarmıştır.
Şiirlerinde Divan, Tekke şiiri özelliklerine raslanılmaz. Hece ölçüsü kullanılmış, halk diliyle söylenmiş; kıvrak, canlı bir anlatımla yaşadığı dönemin romanını yazar gibi yazmıştır. Güzel, güzellik, doğa, yaşama sevgisi, ayrılık gibi konuları yapmacığa kaçmadan içtenlikle vermeyi başarmıştır. Kullandığı imgeler canlı, gerçeğe yakın, somuttur. Daha çok koşma, semai biçimlerini kullanmıştır.
Şiirlerinde öykülemeci anlatımı yeğlemesi yoğun yaşamasına bağlanabilir. iyimserdir. Yaşlanmak dışında korkusu yok gibidir. Öte dünya, günah korkusu derinliksiz, sıradandır. Din, sosyal olaylar ozanı pek etkilemez.
Benzetmeleri, kullandığı imgelerle Halk şiirinin doruklarından biridir.
GEVHERİ: XVII. yüzyılda yaşayan ozanın Kırımlı olduğu sanılmaktadır. Belli eğitimden geçtiği, divan kâtipliklerinde bulunduğu bilimektedir. Yoksul, gezginci bir hayat sürdüğü, Bektaşi olduğu anlaşılmaktadır. Gevheri hem Halk, hem Divan şairlerince tanınmaktadır. Hece, aruzla şiirler yazmış. Divanın etkisinde kalmıştır; yine de biçim, özce aşık geleneğini sürdürmüştür. Aşk, ayrılık, gurbet, sevgiliden yakınma konularını işlediği şiirleri içten, acılıdır.
DERTLİ (1772–1846) : Gerödes'lidir. Çocukluğu sığır gütmekle geçen ozanın, babası ölünce topraklarına el konur. İlkin İstanbul'a ardından Konya'ya gider. Çeşitli işlerde çalışır. Mısır'a gider, on yıl kalır. Köyüne dönüp evlenir. geçimini sazıyla karşılamaya çalışır. Önceki yaşamı, Bektaşi oluşu bulunduğu yerde uzun süre kalmasına olanak vermiyordu. İstanbul'a ikinci gidişinde iyice ünlendi. II. Mahmut'un fes giymesine tepkiler çoğalınca, 'fes' redifli kasideyi yazdı. Padişah, ozana Çağa âyânlığını verdi. Adı yolsuzluklara karışınca bu görevden alındı. İntihar girişiminde bulunması bu olaya bağlanır. Ankara'da Alişan Bey'e sığınır. 1846'de ölür.
Ozanın zamanla Bektaşi inancını benimsediği şiirlerinden anlaşılmaktadır. Aruzla yazdığı şiirlerde 'Fuzuli'nin etkisindedir. Âşık geleneğini sürdürdüğü şiirlerindeyse Âşık Ömer, Gevheri etkisi sezilir. Asıl başarısı yakarı, yergi şiirlerindedir. Talihten yakındığı, çektiği sıkıntılarla alay ettiği coşkulu şiirleri, ozan kişiliğini kanıtladığı şiirlerdir. 'Kara Bahtım' koşması çağının en güzel şiirlerinden biridir. Şiirleri Dertli Divanı, Âşık Dertli, Dertli ve Seyrani adlı kitaplarda toplanmıştır.
SEYRANİ (1807–1866): Kayseri – Everekli'dir. Bir süre medrese öğrenimi gördüğü bilinmektedir. Abdülmecit döneminde İstanbul'da bulundu. Dönemin ileri gelenlerini yerdiğinden cezalandırmak için aranan ozan, Everek'e dönmek zorunda kalır. Yaşamı yoksulluk içinde geçmiştir.
Nakşibendi olduğu söylenmesine karşın bektaşi olduğu şiirlerinden anlaşılmaktadır. Divanın etkisinde kalmıştır, dili yabancı sözcüklerle dolu ve kusurludur. Toplumsal eleştirileri gide gide padişahı hedef alır. Tarihsel ve toplumsal gerçeklerden çıkarak yapar eleştirilerini. Özellikle adaletsizliğe başkaldırır. Bir 'hiciv' ustasıdır. Gerçeği geniş bir hayalgücüyle kavrar, Geleneksel âşık diliyle günübirlik konuları işer, bu dili yeniler. Koşma, semai ve nefeslerinde görülen dil, anlatım yenilikleri, geniş hayalgücü, benzetme ve buluşlardaki ustalığı, onu dönemin önemli şairlerinden biri yapar.
EMRAH: Erzurumlu'dur. Yaşamı konusundaki bilgiler söylentilere dayanır. Medrese eğitimi görmüş, Nakşibendi tarikatına girmiştir. Ölüm tarihinin 1854 olduğu sanılmaktadır.
Şiirlerini hem aruz, hem heceyle yazmıştır. Aruzla yazdığı şiirler düzeysiz, derinliksiz ve dilce kusurludur. Kaba bir divan özentisinden ileri gidemez. Karacoğlan, Aşık Ömer, Gevheri'yi izlediği koşmalarıyla 'sıradanlık'ı aşmıştır. Kimi zaman bu şiirlerinde ustaca bir söyleyiş, ince bir halk zevkine ulaşır. Aruzla yazdığı şiirleri Divan'ında toplamıştır. Heceyle yazdığı şiirleri ayrı çalışmalara konu olmuştur.
Halk edebiyatı araştırmacıları, son yıllarda, kitaplardaki şiirlerin önemli bir bölümünün, özellikle hece ölüsüyle yazılanların Ercişli Emrah'a ait olduğunu savunmaktadırlar. Bu görüş doğruysa, ozanla ilgili yargıların yeniden gözden geçirilmesi gerekmektedir.
DADALOĞLU
XIX. yüzyılda yaşayan bir halk ozanıdır. Asıl adı Veli'dir. Âşık Musa adlı bir halk ozanının oğludur. Toros Türkmenlerinin Avşar boyundan olup, Avşar beylerine kâtiplik yaptığı bilinmektedir. Şiiri tarihsel, toplumsal olayları içeren önemli bir dönemin ürünüdür. Derviş Paşa komutasındaki Fırka–i İslahiye, göçebe ayaklanmalarını bastırarak onları yerleştirmekle görevlendirilmiştir. Dadaloğlu'nun aşireti Sivas dolaylarına yerleştirilmiştir.
Dadaloğlu, Türkmen başkaldırısının şiirini yazmıştır. Dili ve söyleyişi yalındır. Bir 'kavga şairi' olan Dadaloğlu Divandan etkilenmemiştir. Koşmaları Karacaoğlan'ı, koçaklamaları Köroğlu'nu andırır.
ÂŞIK VEYSEL (1894–1973)
Sarkışla, Sivrialan köyünden. Çocukken gözlerini yitirdi. İlk saz derslerini Çamşıhlı Ali Ağa'dan almış, 1928'den sonra geziciliğe başlamıştır. Cumhuriyet'in onuncu yıldönümünde yürüyerek geldiği Ankara'da sesini duyurmuştur. Ardından Anadolu'yu gezmiş, aydınlarla ilişki kurmuş, türkülerini radyolarda okumuştur. Ahmet Kutsi Tecer'in yardımıyla şiirleri yayımlanmış, köy enstitülerinde öğretmenlik yapmıştır.
Aşk, doğa, tasavvuf, yurt konularını, toplumsal gerçekleri halk şiiri geleneğine bağlı olarak işlemiştir. Halk şiirini, çağdaş kültürün verilerinden yararlanarak dil, deyiş, öz açısından zenginleştirmiştir.
Şiirleri, Deyişler, Sazımdan Sesler, Dostlar Beni Hatırlasın adlı kitaplarında yayımlanmıştır.
TEKKE EDEBİYATI ŞAİRLERİ
YUNUS EMRE (1250–1320)
Yunus Emre'nin XIII. yüzyılda Sakarya dolaylarındaki Sarıköy('de doğduğu sanılmaktadır. Taptuk Emre'nin dervişi olduğu Hacı Bektaş–ı Veli'yle ilgisi bulunduğu çeşitli eserlerle doğrulanmaktadır. Tasavvuf yolunu seçtiği, iyi bir öğrenim gördüğü şiirlerinden anlaşılmaktadır. Anadolu'yu, Azerbaycan'ı, geniş Osmanlı coğrafyasının birçok yerlerini gezip gördüğü bilinmektedir. Mezarının bulunduğu yer, tartışmalı olup, son dönemlerde Sarıköy'de gömülü olduğu varsayılarak adına bir anıt – mezar yapılmıştır.
Dili, düşüncesi, engin sevgisiyle beliren ozan, Anadolu Türk Edebiyatının en büyük ozanı olarak değerlendirilir. Halk, Tekke ve Divan şiirini sürekli etkileyen önemli kaynaklardan biridir. Hece ve aruzla yazdığı şiirlerinde 'sevgi' belirleyicidir. Canlı, cansız tüm varlığı 'birlik' düşüncesiyle işlemiş; Tanrı'yla ilişkileri, ölüm, yaşam gibi konuları sevginin sınırsız hoşgörüsü içinde ele almış, duymuş, yaşamıştır.
Çağının kültürünü çok iyi özümleyen ozan, duyuş ve düşüncelerini halkın diliyle anlatma becerisini göstermiş, halkın duyup da anlatamadığı en soyut konuları basit bir dörtlükte somutlayarak verebilmiştir. Halkın anlatamadıklarını anlattığından, halkla bütünleşmiş, günümüze dek süregelen bir iletişimi gerçekleştirebilmiştir. Yalnızca bu yönü bile ölümsüzlüğü için yeterlidir.
Tasavvuf düşüncesini zenginleştirir. Tekke şiirinin sözcüsü, en büyük ozanı olur. Benzetme örgüsü kendine özgüdür, gösterişe, yapmacığa kaçmaz. En karmaşık konuları bile konuşmaya yakın, anlaşılır bir dille vermiştir.
Tanrı'ya ulaşmayı amaçlamış, 'sevelim, sevilelim' görüşünü benimsemiş; renk, dil, din ayrımı gözetmeksizin bütün yaratılanı, yaratandan ötürü kucaklamış olan ozan bireyselliği, ulusallığı aşarak evrenselleşmiştir. Anadolu'nun içinde bulunduğu o günkü dağınıklığı birliğe, bütünlüğe götüren Yunus'tur.
Dili halk dilidir. Zorunlu dinsel, tasavvufa özgü terimler dışında yabancı sözcük kullanmaz; anlatımını halk deyiş ve söyleyiş özellikleriyle zenginleştirmiştir. Heceyle yazdığı şiirleri daha yalındır, bunlar Divan'da toplanmıştır. Bir de divan özelliklerini taşıyan öğretici mesnevisi vardır: Risalet–ün Nushiyye.
KAYGUSUZ ABDAL:
XV. yüzyılda yaşanmış bir ozan. Yaşamı konusundaki bilgileri adına yazılmış Velâyetnâme, şiirlerinden çıkarılmaktadır. Asıl adının 'Gaybi' olduğu bilinmektedir. Alaiye beyinin oğludur. Elmalı'da Abdal Musa dergâhında yetişmiştir. Sonraları Mısır'a gitti, düşüncelerini yaymak için Kahire'de tekke açtığı, mezarının tekkede olduğu şiirlerinden anlaşılmaktadır. Tekkesi, Bektaşilerce önemli bir makam sayılır.
Ozan, hece ve aruzla şiirler, sözlü anlatımdan kaynaklanan yalın bir dille düzyazı örnekleri vermiştir. Halkın diliyle yazdığı nefesleri oldukça önemlidir. Ozan, bilinçaltı karmaşasını yansıtmak ister gibi, gerçeküstücülerde görülen sayıklamaya benzer bir anlatıma başvurur. Yergici, alaycı, doymamış istekler, mutluluk özlemleri ozanın kendine özgü simgeleriyle yeni bir anlam kazanır.
Alevi–Bektaşi halk edebiyatının öncüsü sayılan ozanın birçok eseri vardır: Dolabnâme, Yaşnâme, Budalanaâme...
PİR SULTAN ABDAL:
XVI. yüzyılda yaşamış halk ozanlarından. Yaşamı konusunda kesin bilgi yok. Sivas'ın Banazköyünde doğduğu asıl adının Haydar olduğu, Şah Tahmasb zamanında yaşadığı bilinmektedir. 73 kişiyle başlattığı bir Alevi isyanı Hızır Paşa tarafından bastırılmış, inancından dönmediği içinde astırılarak öldürülmüştür.
Alevi–Bektaşi edebiyatının en büyük ozanı olarak bilinir. Halk dilini kullanmış, halk inançları doğrultusunda şiirler yazmış, ölümü pahasına inançlarından ödünvermemiştir. Divan edebiyatından etkilenmez, sözlü edebiyat birikimlerinden yararlanır. Halk söyleyişişle zenginleştirilmiş, duru bir anlatıma ulaşmayı başarır. Zengin bir lirizmi vardır.
İnsan sevgisiyle dolu olan Pir Sultan inançtan, toplumsal yaşamdan, doğa ve sevgiden derlediği zengin bir bileşimle yetkin bir şiir oluşturur. Sevgi, toplum, inanç ozanıdır.
MEVLANA CELALEDDİN RUMİ:
1207 yılında Beşlih'te doğduğu sanılmaktadır. Moğol tehlikesinin yaklaşması üzerine babası Anadolu'ya geçer. Bir süre Larende'de kaldıktan sonra Konya'ya yerleşirler. Babasının ölümünden sonra yerine geçer. Seyyit Burhanettin'in gözetiminde tasavvuf eğitimi görür. Bilgisini arttırmak için Halep ve Şam'a gider. Dönüşünde çevresinde toplananları aydınlatmaya başlar. Tibrizli Şems'le tanışma, yeni bir kimlik edinme nedeni olur. Şems'le ikili söyleyişelere girişir, kendini raksa, semaya verir. Şems'in dedikodular sonucu, ansızın ortadan kaybolması, Mevlana'ya büyük acı verir. Oğlunu Şam'a göndererek Şems'i getirtir. Şens'in
KLÂSİK TÜRK EDEBİYATI
Divan şiiri beş dönemde incelenir:
1- Kuruluş Dönemi : 1250 - 1451
2- Geçiş Dönemi : 1451 – 1512
3- Klasik Dönem: 1512 – 1603
4- Sebk-i Hindî akımının etkin olduğu dönem; Şeyh Galib’i de içine alan dönem.
5- Yerlileşme Dönemi: Sabit, Nabi’den başlayarak Nedim’i de içine alan dönem.
Divan edebiyatı, özellikle kuruluş çağında İran edebiyatını izler. Bu edebiyat, Arap edebiyatının, eski İran kültürünün etkisindedir. Böylece, doğrudan İran ve Arap kültürlerinin etkisinde oluşmuş bir edebiyattır.
Bu kaynaklardan etkilenmesi Kuran, Hadis, Peygamber öyküleri, Ermiş söylenceleri, Tasavvuf ve Şehname’den de etkilenmiş olması demektir.
DİVAN ŞİİRİNİN BİÇİMSEL ÖZELLİKLERİ
– Nazım birimi beyiittir. Şair, ne söylenecekse iki dizeden oluşmuş 'beyit'te söylemek zorundadır. Beyit, diğer beyitlerle ilgili, ilgisiz olabilir; böyle olması kusur sayılmaz. Tek dizenin de kendine özgü belirleyiciliği vardır. Tek dizeden oluşan şiirlere 'Azâde' denir. Bir şiirdeki en güzel dizeye de “berceste” adı verilir.
– Nedim ve kimi şairlerin birer türküsü dışında ölçü aruz ölçüsüdür.
– Uyak (kafiye) kurallara bağlıdır. Bu tür uyağa 'Mukayyed' adı verilir. Tam ve zengindir. Hem kulak hem göz içindir. Uyağın zorunlu koşullara bağlanması, Divan şairlerinin yaratıcılığını engellemiştir.
– Nazım biçimleri şunlardır; beyitlerde kurulanlar: Gazel, mesnevi, kaside, müstezat; bentlerle kurulanlar; terkib–i bend, terci–i bend, şarkı, rubai ve tuyuğ’dur.
– Dil, Arapça ve Farsça sözcük ve tamlamalarla dolu 'Osmanlıca'dır. bilimsel eserler Arapça ile verilir. Edebiyat dili ise Farsça’dır.
– Divan Edebiyatında ölçü ve uyağın dışında sözcükler, sözcüklerin yerleşimiyle ilgili bir 'iç âhenk' söz konusudur. Bu âhenk, Türkçe’ye özgü özelliklerin en önemlisi sayılır.
– Benzetme örgüsüde 'derinliksiz, yapmacık bir süslülük' temeldir. Anlam ve söz sanatları çok çok kullanılır. Ayrıntıları önceden saptanmış bir güzel tipi işlenir. Bu tip gerçek dışı, düşseldir; söze, dizeye, bir beyite ustalıkla yerleştirilmiş özel anlamlarla güçlendirilir. Sözcüğün bu özel anlamına 'mazmun' denir. Mazmun, benzetme örgüsünü çeşitlendiren etkenlerden yalnızca biridir.
– Hemen hemen diğer edebiyatlarda görülen bütün konular işlenir.
– Aşk gerçek, plâtonik, Tanrısal ya da bunların karışmasından oluşmuş olabilir. Sevgili erişilmezdir. Tüm güzellik ve acıların kaynağıdır, O gönül ülkesinin sultanıdır.
– Doğa, gerçek doğa olmayıp sevgilinin özelliklerini yansıtan bir aksesuar (donatımlık)dır.
– Şairler ergin, olgun, kendilerine özgün bir dünya görüşü olan 'rint' kişilere özenirler. Şair kural tanımaz, Tanrı'yla içli dışlıdır. Yaşamından, düşüncelerinden ödün vermeyen bu tip, daha çok tasavvuftan gelmiştir; en azından tasavvufa eğilimlidir.
– Divan şairleri, din konusunda hoşgörülüdürler. Tutucu tipleri sürekli eleştirirler.
– İnsanın gelip geçici, dünyanın bir sınav yeri olarak bilinmesi, ölüm korkusu Divan şairlerini çoğunlukla kötümser yapar. Kötümserlik bu edebiyatın belirleyici özelliklerinden biridir.
Yüzyıllara göre Klâsik Edebiyat Sanatçıları
13.yy. → Hoca Dehhanî
14.yy. → Nesimî, Ahmedî, Kadı Burhaneddin
15.yy. → Alî Şir Nevai, Şeyhî, Ahmed Paşa, Necatî Bey, Ahmed Dâî, Bâbür Şah
15.yy. Nesir → Âşık-Paşazâde, Sinan Paşa, Yazıcıoğlu Ali
16.yy. → Fuzûlî, Bâkî, Hayalî Bey, Taşlıcalı Yahya Bey
17.yy. → Nef’î, Nâbî, Şeyhülislam Yahyâ Efendi, Nâilî, Neşâtî
18. ve 19.yy. → Nedîm, Şeyh Galib, Nahifî, Koca Ragıp Paşa, Esrâr Dede, Enderûnlu Vâsıf, Yenişehirli Avnî, Keçecizâde İzzet Molla, Hersekli Hikmet, Adile Sultan, Şeref Hanım.
13.yy.da Hoca Dehhanî ile başlar. Türklerin İslamiyeti kabul etmeleri ve Arap Alfabesini kullanmaya başlamaları ile birlikte edebiyat Arap ve özellikle İran Edebiyatının etkisiyle gelişmeye başlar.Klâsik Türk Edebiyatı dediğimiz bu edebiyat XIX. Yüzyılın ikinci yarısına kadar devam eder.
KLÂSİK EDEBİYAT,
*Genellikle aydınlara hitap eder.
*Nazımda aruz ölçüsü kullanılır.
*Tam ya da zengin kafiye kullanılır.
*Nazım birimi beyittir.
*Arap ve İran Edebiyatından alınan gazel, kaside, mesnevî, musammat gibi nazım şekilleri kullanılır.
*En çok kullanılan türler; münacat, naat, methiye, hicviye ve mersiyedir.
*Dil Klâsik Edebiyatın ortaya çıkışında sade olmasına rağmen, Arapça ve Farsça kelime ve tamlamaların artması sonucu giderek ağırlaşmıştır.
*Sosyal konulardan çok, hikmet, tasavvuf ve aşk gibi konular işlenmiştir.
*Nesir; süslü nesir, orta nesir ve süslü nesir olmak üzere üç kolda gelişmiştir. Nesirlerde iç ahengi sağlamak için seci kullanılmıştır. Süslü nesir, sanat kaygısıyla yazıldığı için dili çok ağırdır. Süslü nesirde söylenen değil, söyleyiş önemlidir. Sade nesirde; sade bir dil kullanılmıştır, sanat endişesi yoktur. Orta nesir ise ikisinin arasında bir özelliğe sahiptir, öğreticilik yanı ağır basar.
16.yy. klâsik şiirin İran şiirinin etkisinden kurtulup kendi geleneğini oluşturduğu bir yüzyıldır. Bu yy.da şairlerimiz aruzu ustalıkla kullanmaya başlamışlardır. Bunun sonucu olarak da şiirimize Arapça ve Farsça kelimeler çokça girmiş, Türkçe kelime oranı azalmıştır.
Klâsik Türk Edebiyatında görülen hikemî tarz, Nâbî’nin öncülüğünde 17.yy.da başlamıştır.
Yine 17.yy.da Sebk-i Hindî (Hint Üslûbu) denilen yeni bir anlatım tarzı geliştirilir, uzun tamlamalar kullanılır, soyut ve sembolik bir anlatıma yer verilir. Bu anlayışın temsilcileri Nâilî ve Neşâtî’dir.
18.yy. Türk Edebiyatının en önemli özelliği, mahallîleşme akımı olmuştur. Bu akım, aynı zamanda dilde sadeleşme demek olan Türkî-i Basit anlayışı ile şiirin daha geniş kitlelere yayılmasını sağlamıştır.
Halk şiiri ile klâsik şiir arasındaki yakınlaşma 18.yy.da da devam etmiştir. Halk şiirinin etkisiyle ortaya çıkan şarkı çok sevilmiş, yeni ve millî nazım şekli olarak klâsik edebiyata kazandırılmıştır. Şairler 18.yy.da orduyla beraber birçok savaşa katılmış ve bu savaşları anlatan destanlar yazmışlardır. Bu destanlarda sadece savaşlar değil, sosyal konular da anlatılmıştır.
☼KADI BURHANEDDİN: (1344-1398) Şair, devlet adamı, kadıdır.Çok yönlü şairdir. Tuyuğ denilen nazım şeklini en fazla kullanan şairdir. Hiçbir şiirinde isim veya mahlas kullanmamıştır.
☼ NASREDDİN HOCA: (1209-1285) Araştırmacıların ortak görüşüne göre Sivrihisar’ın Hortu köyünde doğmuştur. Kendisi bir dönem imamlık yapmış ve tasavvufla ilgilenmiştir. Halkımızın duygu, düşünce espri anlayışının sembolüdür.
Fıkra:İnsanları güldürürken düşündüren, bir ders verme amacı güden, kısa nükteli hikayeciklerdir.
☼ SÂDÎ : (1213-1292)
13.yy. İran şairidir. Bostan ve Gülistan, Sâdî’ye ün kazandıran iki önemli eserdir.Bu eserler, yüzyıllarca medreselerde okutulmuştur. Eserlerde kısa olaylar ibret levhaları halinde verilmiştir.
Akl u Işk, Gazeliyat, Hubsiyat
ALİ ŞİR NEVAİ
15.yy. şairi, eserlerini Çağatay Lehçesiyle yazmıştır. Klasik Çağatay Edebiyatı’nın kurucusudur ve gazelleriyle tanınır. Bütün şiirlerini Hazâinü’l-Maani adı altında dört divan halinde toplamıştır. Çocukluk döneminde yazdıklarına Garâibü’s-Sıgar; gençlik döneminde yazdıklarına Nevâdirü’ş-Şebâb; orta yaş döneminde yazdıklarına Bedayiü’l-Vasat; yaşlılığında yazdıklarına da Fevaidü’l-Kiber adını vermiştir. Bu dört kitabının yanında Farsça Divanı da vardır.
Edebiyatımızdaki ilk tezkire örneği sayılan Mecâlisü’n-Nefâis’i yazmıştır.
Ayrıca Hamse’si, Mizanü’l-Evzan’ı, Muhakemetü’l-Lügateyn’i, Mahbubü’l-Kulûb2u ile Türk diline ve kültürüne önemli hizmetlerde bulunmuştur.
☼ SÜLEYMAN ÇELEBİ: (15.yy.) “Vesiletü’n Necat” (Kurtuluş Vesilesi”) 9 bölümden oluşur.
Mevlid, münacât (Allah’a yakarma), velâdet (peygamberin doğumu), risalet (peygamber oluşu), miraç (peygamberin göğe yükselişi), rıhlet (peygamberin vefatı) ve dua şeklinde bölümlere ayrılmıştır.
☼ ŞEYHİ→Harname, Hüsrev ü Şirin adlı mesnevîsi ve Divan’ı vardır.
Harname: Fetret devrinde (Çelebi Mehmet zamanında) yaşamıştır.Tamamı 126 beyit olan bu eserde Şeyhî, öküz olmaya özenen bir eşeğin ibretli hikâyesini anlatmıştır. Harname, alegorik tarzda yazılmış bir mesnevîdir. Alegori; bir olayı, bir düşünceyi, bir durumu, bir duyguyu sembollerle anlatmaya denir. Bu eserdeki eşek elindekilerle yetinmeyip emek sarfetmeden hak etmediklerine sahip olmak isteyen insanları temsil eder. Bu yolla insanlara öğüt vermek amaçlanır.
FUZÛLÎ
Klâsik Türk Edebiyatının en büyük şairlerinden biridir. Türkçe, Arapça ve Farsça şiir kitabı yazacak kadar usta bir şairdir. Şiir kitaplarının yanı sıar nesir biçiminde kaleme aldığı eserleri de vardır. 16 eseri vardır. Leylâ vü Mecnûn, Şikâyetname, Türkçe Divan, Farsça Divan, Arapça Divan, Hadîkatü’s Süeda, Beng ü Bâde, Heft Cam, Rind u Zâhid, Hüsn ü Aşk.
Fuzûlî, su Kasidesini (Hz. Muhammed’e) ona duyduğu coşkulu sevgi, saygı ve kavuşma arzusu ile yazmıştır. Kasidede “su”, Mesnevî’deki “ney” gibi insanı temsil eder. Bu sevgi o kadar çoktur ki su, dünyada ona kavuşmadan ölürse, mezar toprağının testi yapılmasını, bu testiyle peygamberimize su verilmesini istemektedir. Böylece onun elini öpme fırsatı bulacaktır.
Aşk imiş her ne var âlemde Ne mülk ü mâl bana verse, memnûnem
İlm, bir kîl ü kaal imiş ancak. Ne mülk ü mâlden âzâde kılsa mahzûnem.
BÂKÎ→Gazel
16.yy.şairidir.Gazelleriyle tanınır. Mütevazi kalender yaşamı olan bir şairdir.Türkçe’nin ses özelliklerine bağlı kalarak döneminin en iyi eserlerini veren bir şairdir. Divan’ı, Kırk Hadis Tercümesi, Fezailü’l Cihad (Cihadın Faziletleri) ve Fezailü’l Mekke (Mekke’nin Faziletleri) adlı eserleri vardır.
Kadrini seng-i musallâda bilip ey Bâkî
Durup el bağlayanlar karşına yâran saf saf.
NEF’İ ( 1572?-1635)
IV. Murat zamanında yaşamıştır.(17.yy.)Gerçek adı Ömer’dir. Hicivleriyle tanınır. En önemli eseri Siham-ı Kaza’dır. Ayrıca Türkçe Divanı ve Farsça Divanı vardır.
“Bize kâfir demiş müfti efendi
Tutalım ben ana diyem müselman
Varıldıkta yarın rûz-ı mahşere
İkimiz de çıkarız anda yalan.”
NÂBÎ:
17.yy.Divan Edebiyatı şairidir.Asıl adı Yusuf Nâbî’dir.Arapça’da olumsuzluk bildiren iki eki yan yana getirmiştir.Olumsuzlukların şairidir.Gazelleriyle tanınır. Divanı’ndan başka, Hayriyye, Hayr-abâd, Tuhfetül-Harameyn ve Sûr-nâme adlı eserleri vardır.
Klâsik Türk Edebiyatında görülen hikemî tarz, Nâbî’nin öncülüğünde bu asırda başlamıştır.
NEDİM (1680-1730)
Şarkılarıyla tanınmıştır. Dili son derece sadedir. Lâle Devri’nin eğlenceleriyle başlayan “mahallîleşme akımı”nın gelişmesini sağlayarak klâsik şiirimizin katı kurallarını esnetmiştir. Dinî konularda şiir yazmamıştır. “Gülelim, oynayalım, kâm alalım dünyadan” dizesi onun hayat felsefesini çok iyi özetler. Duygu ve düşüncelerini anlatırken soyutluktan sıyrılıp İstanbul hayatını, yaşanılan çevreyi sade ve içten bir İstanbul Türkçesiyle anlatmış, klâsik şiirimize yerli bir hava getirmiştir.
ŞEYH GALİP (1757-1799) →Hüsn ü Aşk (Güzellik ve Aşk), Divan
Edebiyatımızda Sebk-i Hindî akımının en büyük üstatlarındandır. Şiirlerinde sembolik anlatıma, soyut ve kapalı hayallere, mecazlara bolca yer vermiştir. Sembollerle süslü olan şiirlerinde Klâsik Türk Edebiyatı’nın ve Türk Tasavvuf Edebiyatı’nın değerlerini işler.
Keçecizâde izzet Molla →
Konuda ve temada değişiklik yapmıştır. Divân şiirinde aşk, şarap, eğlence varken; haksızlıkları, padişah bile olsa, dile getirmiştir. II. Mahmut zamanında yaşamıştır.
PİR SULTAN ABDAL→Deme
Deme bir tarikatın nazım şeklidir.
Seydi Ali Reis→16.yy. Miratü’l Memalik:Ülkelerin Aynası anlamında Preveze Deniz Savaşları’na katılan, deniz hakkında birçok bilgileri olan bir şairdir.
Gazel: Divan edebiyatı nazım şeklidir. Nazım birimi beyittir. Kafiye düzeni aa / ba / ca ... diye gider. Gazelin ilk beytine matla, son beytine makta, en güzel beyt’ül gazel, şairin adının geçtiği beyte ise mahlas denir.Gazeller 5-15 beyitten oluşur. Konuları genellikle aşk, sevginin güzelliği, aşığın çektiği sıkıntılar, meyhane, bazen de tasavvufi gibi konulardır.
Şair gazelinin her beytini aynı mükemmellikte yazmaya çalışır.Böyle her beyti aynı güzellikte olan gazellere yek-avaz gazel, bir konunun ele alınıp anlam bakımından beyitlerin birbirini tamamladığı gazellere de yek-ahenk gazel denir.
Tuyuğ: Türklere özgü bir nazım şeklidir.Halk edebiyatındaki Mani’nin karşılığıdır. Kafiye şeması aaba...
KASİDE
33 ile 99 beyit arasındadır.Aruz ölçüsüyle yazılır.Şairin adının geçtiği beyte taç beyit denir.En güzel beytine beytü’l kasid denir.Övgü şiiridir. Beş, altı bölümden oluşmaktadır. İlk iki beyit kendi arasında, sonraki beyitlerin ikinci dizesi ilk beyitle kafiyelidir. İlk beytine matla, son beytine makta denir. Kaside altı bölümden oluşur.
1. Nesip: Konuya girmeden önce bir güzelliğin tasvir edildiği bölümdür.
2. Girizgah: Nesip bölümünü methiye bölümüne bağlayan beyit veya beyitlerdir.
3. Methiye: Kasidenin sunulacağı kişinin övgüsüne ayrılan bölümdür.
4. Tegazül: Gazel söyleme anlamına gelir. 5-12 beyitlik bölümdür.
5. Fahriye: Şairin kendisini övdüğü bölümdür.
6. Dua: Methiye bölümünde övülen kişiye dua edilir.
Kasideler konularına göre adlandırılır. Allah’ın birliğini anlatan kasidelere tevhid, Allah’a yalvarma ve yakarış konulu kasidelere münacât, Hz. Peygamber’i öven kasidelere naat, devlet büyüklerini övenlere methiye, ölünün arkasından yazılanlara mersiye, birini eleştirmek için yazılanlara hicviye denir.
Divân Şiiri ile Halk Şiiri Arasındaki Farklar
*Divân şiiri aruz ölçüsü ile halk şiiri ise hece ölçüsü ile yazılmıştır.
*Divân şiirinde nazım birimi olarak beyit halk şiirinde ise dörtlük kullanılmıştır.
*Divân şiiri ağır bir dille halk şiiri ise sade bir dille yazılmıştır.
*Divân şiiri tunç kafiye aranmaz halk şiirinde tunç kafiye aranır.
*Divân şiiri sarayda yetişmiş, padişahlara övgü yağdırırken halk şiirinde eleştiriler vardır. Sarayı padişahları eleştirmişlerdir.
DÜNYA EDEBİYATI
William Shakespeare: Hamlet
İngiliz Edebiyatı, tiyatro yazarı 16.yy. ve genel dünyanın edebiyatçısıdır.
Tirad:Tiyatroda bir kişinin uzun uzun konuşmasına denir.
Montaigne
16.yy. Fransız edebiyatı deneme yazarıdır.Eserini yirmi yılda tamamlamıştır.Bir kitabı vardır.
Goethe→18.yy. Alman şair ve yazarıdır.
Aruz Kusurları
Vasl: “Bağlayış, ulama” demektir. Sonu ünsüzle biten bir sözcüğü, ondan sonra gelen sözcüğün ünlü harfine bağlamaktır. Ulama; ölçüde yan yana iki açık hece gerektiği zaman yapılır.
İmale: “ Çekme” demektir. Ölçüde, kapalı hece gereken yerlerde açık heceyi biraz uzatarak okumaktır.
Med: “Uzatma” demektir. Yani iki kapalı hece arasında bir açık hece bulunması gerektiğinde, sonu bir uzun ünlü ve bir ünsüzle biten birinci heceyi imaleden biraz daha uzun okumaktır.
Zihaf: “Kısma” demektir. Aruzda, ölçü zorunluluğuyla Arapça ve Farsça sözcüklerdeki uzun heceyi kısa okumaktır.
Kasr: “Kısa kesme, kısaltma” demektir. Aruzda, uzun olan Arapça ve Farsça bir sözcüğü “hafifleştirerek okumaktır. Yani “mâh” yerine “meh” gibi.
Şiir: Seslerin bir uyum içinde dizelere dökülerek en güçlü duyguları, coşkuları, izlenimleri canlandırma ve insanı etkileme sanatıdır.
ŞİİRİN UNSURLARI
a. Şekil (biçim) Unsurları b. Muhteva (içerik) Unsurları
1. Nazım Birimi 1. Konu
2. Nazım Biçimi 2. Tema
3. Şiirde Ölçü 3. Ahenk Öğeleri
4. Uyak (kafiye), Redif 4. Dil ve Anlatım
Biçim Öğeleri
Duygu, düşünce ve hayalden doğan, dize kümelerinden oluşan ölçülü ve uyaklı anlatım biçime nazım denir. Ayrıca ölçü ve uyağın kullanılmadığı nazım örnekleri de vardır. Bunlara serbest nazım denir.
1. Nazım Birimi
Şiiri oluşturan dize kümelerine denir. Şiirde en küçük nazım birimine dize denir. İslâmiyet öncesi Türk şiirinde ve halk şiirinde dörtlük; Klâsik Türk şiirinde beyit, Çağdaş Türk şiirinde de dize nazım birimi olarak kullanılmıştır.
a. Dize (Mısra) b. Beyit c. Dörtlük d. Bent
2. Nazım Şekli (Nazım Biçimi)
Manzumelerin uyak örgüsü, nazım birimi ve ölçüsüne göre kazandığı dış özelliğin genel adına nazım biçimi denir. Türk edebiyatında kullanılan başlıca nazım biçimleri:
Halk Edebiyatı Klâsik Türk Edb. Tanzimat Sonrası Türk Edb.
Destan Gazel Sone
Koşma Kaside Terza-rima
Semâî Mesnevî
Varsağı Müstezat
Mâni Terkb-i Bend
Türkü Terci-i Bend
İlâhî Rubaî
Murabba
Şarkı
Tuyuğ
3. Şiirde Ölçü
a. Hece ölçüsü
b. Aruz ölçüsü
Dize sonlarındaki heceler açık da olsa kapalı sayılır
Aruz ölçüsü ile yazılan her şiiri kalıplarının uyumuna göre okumaya takti denir.
4. Uyak (Kafiye), Redif
Redif: Dize sonlarında tekrarlanan aynı görevdeki eklere; aynı anlamdaki sözcük veya sözcük gruplarına redif denir.
Uyak: En az iki dizenin sonunda tekrarlanan yazılışları aynı, görev ve anlamları farklı ses ya da ses gruplarının oluşturduğu benzerliktir.
A. Uyak Çeşitleri
a. Yarım uyak: Dize sonlarındaki sözcüklerde görülen tek ses benzerliğine denir.
“Akar gözlerimden kan ile yaşım -ım’lar redif
Dün ü günü hasret çekmedir işim “-ş” sesleri yarım uyaktır.
Hem ehlim ayalim, oğlum , yoldaşım
Şunları da hoşça tutun ağalar.” Öksüz Dede
b. Tam uyak. Dize sonlarındaki iki sesin benzeşmesine dayanan uyaktır.
“Yüksel ki yerin bu yer değildir. değil’dirler ; redif
Dünyaya geliş hüner değildir.” Namık Kemal -er’ler; tam uyak
c. Zengin uyak: Dize sonlarındaki ikiden fazla sesin benzerliğine dayanan uyaktır.
“Bu ıslıkla uzayan, dönen, kıvrılan yollar yollar; redif
Uykuya varmış gibi görünen yılan yolar” -ılan; zengin uyaktır
d. Tunç uyak: Uyağı oluşturan sözcüklerden birinin diğer sözcüğün içinde tam olarak yer almasıyla oluşan uyaktır.
“Bir gün dedim ki: ‘İstemem artık ne yer ne yâr!’ yar; tunç uyak
Çıktım sürekli gurbete, gezdim diyar diyar”
e. Cinaslı uyak: Yazılışları aynı, anlamları ayrı sözcüklerin oluşturduğu uyak çeşididir.
“Madem çoban değildin
Arkandaki sürü ne?
Beni yârdan ayıran
Sürüm sürüm sürüne
B. Uyak Örgüsü ( Kafiye Düzeni):
Bir nazım biriminde yer alan dizelerin belli bir düzen içerisinde birbirleriyle uyaklanması uyak örgüsünü oluşturur.
a. Düz uyak: Dizelerin kendi ararlarında uyaklanmasıyla oluşan uyak örgüsüdür.
—a —b —a —a
—a —b —a —a
—a —a
—a —b
“Benim dostum gelişinden bellidir a
Ak elleri deste deste güllüdür a
Güzel seven yiğitler de bellidir a
Melil mahzun gezer iller içinde b
b. Çapraz uyak: Dizelerin abab biçiminde uyaklanmasıdır.
“Bazen kader gelen bora halinde zorludur a
Dağlar nasıl bakarsa siyah ufka öyle bak b
Bazen de cevr eden nice bir âdem oğludur a
Görmek değil düşünmeye bîgâne kal, bırak” b
c. Sarma uyak: Dizelerin abba biçiminde uyaklanmasıdır.
“Çözülen bir demetten indiler birer birer a
Bırak yorgun başları bu taşlarda uyusun b
Tutuşmuş ruhlarına bir damla gözyaşı sun b
Bir sebile döküldü bembeyaz güvercinler a
MUAHTEVA UNSURLARI (İÇERİK ÖĞELERİ)
1. Konu: Şiirde, sanatçı üzerinde durduğu durum, olay veya düşünceye konu denir. Aşk, sevgi, ayrılık, ölüm, vatan sevgisi gibi her şey şiirin konusu olabilir.
2. Tema: Sanatçının, eseriyle okuyucuya vermek istediği mesaja tema denir. Tema, şiirde yoğun olarak işlenen duygular ve hayallerden doğar.
3. Ahenk Unsurları
a. Armoni: Türlü seslerin uyumu
*Aliterasyon: Aynı ünsüzlerin bir veya birkaç dizede tekrarıyla sağlanan uyumdur.
* Asonans: Şiirlerdeki ünlülerin benzer seslerden seçilmesiyle sağlanan uyumdur.
b. Ritm: Hecelerdeki vurgu, uzunluk, yükseklik gibi ses özelliklerinin, durakların düzenli bir şekilde tekrarlanmasından doğan ses uyumudur.
4. Dil ve Anlatım
Şairin duygui düşünce ve hayallerini anlatırken seçtiği sözcükler, sözcük grupları; kısacası dili kullanım biçimi onun üslûbunu oluşturur.
EDEBÎ SANATLAR
Mecazlar:
1.Teşbih
2.İstiare
3.Mecaz-ı Mürsel
4.Kinaye
5. Ta’riz
6.Teşhis ve İntak
1.Teşbih: Sözü daha etkili bir duruma getirmek için, aralarında türlü yönlerden ilgi bulunan iki şeyden, benzerlik bakımından güçsüz durumda olanı nitelikçe daha üstün olana benzetmektir. Teşbih bir benzetme sanatı değildir. Çünkü sözcükler gerçek anlamlarında kullanılır. Dört öğesi vardır: 1. Benzetilen: Nitelik bakımından daha güçsüz olan
2. Kendisine benzetilen: Nitelik bakımından daha üstün, daha güçlü olan.
3. Benzetme yönü: Birbirine benzetilenler arasındaki ortak ilgi benzeyiş.
4. Benzetme edatı
“Rüya gibi bir yazdı, yarattın hevesinle”
2. İstiare: Bir şeyi kendi adının dışında, türlü yönlerden benzediği başka bir şeyin adıyla anma. Bu bakımdan istiare hem bir mecaz hem de bir benzetme sanatıdır. İstiarenin iki yönlü özelliğine göre, bir istiarede şu üç niteliğin bulunması gerekir:
a- Sözcüğün gerçek anlamının dışında herhangi bir kavrama ya da nesneye ad olması.
b- Engelleyici ipucu bulunması yani sözcüğün kendi anlamında kullanılmasının olanaksız olması.
c- Benzetme amacının bulunması
A. Açık istiare: Benzetme öğelerinden yalnız kendisine benzetilenle yapılan istiaredir. Benzetilen söylenmez.
Âşiyân-ı mürg-ı dil zülf-i perîşânındadır
Kanda olsam ey perî gönlüm senin yanındadır.
“Dünyaya geldiğim anda
yürüdüm aynı zamanda
İki kapalı handa
Gidiyorum gündüz gece”
B. Kapalı istiare: Benzetme öğelerinden yalnız benzetilenle yapılan istiaredir.
Mecnun ana verdi cümle rahtın
Pâk eyledi bergden dırahtın
“Eğilmiş arza, kanar muttasıl kanar güller”
“ A kara kız kara kız
Saçlarını tara kız
Gönlüm uçtu yuvadan
Perçeminde ara kız.”
3. Mecaz-ı Mürsel: Bir sözü, gerçek anlamının dışında benzetme amacı gütmeden kullanma.(Ad aktarması)
Bir nice doyunca kanalım câm-ı murâda
Bir lahza komaz sâkî-i devran elimizde
“Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl”
4. Kinaye: Bir sözü gerçek anlamının dışında benzetme amacı gütmeden ve engelleyici ipucu olmaksızın mecazlı anlamda kullanma. Gerçeği mecaz yoluyla dolaylı olarak anlatmaktır. Sözün gerçek anlamı olsa da asıl anlatılmak istenen mecaz anlamdır.
Bâkî yine mey içmeğe and içti demişler
Dîvâne midir bâde dururken içe andı
“Ben toprak oldum yoluna
Sen aşırı gözetirsin
Şu karşıma göğüs geren
Taş bağırlı dağlar mısın?”
5. Ta’riz: Söylenen sözün ya da kavramın gerçek ve mecazlı anlamı dışında büsbütün tersini kastetmektir.
Ters Öğüt Destanı
Bir nasihatım var zamana uygun Her nere gidersen eyle talanı
Tut sözümü yattıkça yat uyanma Öyle yap ki ağlatasın güleni
Meşhur bir kelâmdır sen kazan sen ye Bir saatte söyle yüz bin yalanı
El için yok yere yanma El bir doğru söylerse inanma (Huzurî)
6. Teşhis ve İntak: İnsan dışındaki varlıklara insan özelliği kazandırmaya teşhis; insan dışındaki varlıkların insan gibi konuşturmaya da intak denir.
“Haliç’te bir vapuru vurdular dört kişi,
Demirlemişti eli kolu bağlıydı ağlıyordu.”
Anlamla İlgili Sanatlar:
1.Tecâhül-i Arif
2. Hüsn-i Ta’lil
3.Mübalağa
4.Tezad
5.Tekrir
6.Nida
7.İsatifham
8.Telmih
9. Tevriye
Tecâhül-i Arif: Bilinen bir gerçeği, bir nükteye dayanarak bilmiyormuş gibi söylemektir.
“Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?”
“Şakaklarıma kar mı yağdı, ne var?
Benim Allah’ım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar,
Neden böyle düşman görünürsünüz
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar.”
İstifham: Soru sorma sanatıdır.
Hüsn-i Talil: Güzel sebep gösterme sanatıdır.
“Kadrin bilmeyenler alır eline
Onun için boynun eğri menekşe.”
Güzel şeyler düşünelim diye
Yemyeşil oluvermiş ağaçlar
Üstelik seni sevmek haşlanmış pirinçleri beyazlatır
Güvercinliktir bu alem
Konan göçer demedim mi
Telmih:Tarihi bir olayı hatırlatma sanatıdır.
“Vefasız Aslı’ya yol gösteren bu,
Kerem’in sazına cevap veren bu.”
Tenasüp: Bir beyitte anlamca ilgili kelimelerin sıralanmasıdır.
“Beni candan usandırdı cefadan yâr usanmaz mı?
Felekler yandı âhımdan muradım şem’i yanmaz mı?
Bülbüllerin ister seni ey gonce-dehen gel
Gül gittiğini anmayalım gülşene sen gel
Beytinde bülbül, gonce-dehen (gonca ağızlı), gül, gülşen (gül bahçesi) sözcükleri anlamca birbirleriyle ilgilidir.
Birinci dizede verilen sözcüklerden birden çoğunun ikinci dizede anlamca ilişkileri verilmişse bu sanata “leff ü neşir” adı verilir.
Sözcükler karşılıklı düzenli verilmişse 'müretteb', verilmemişse ‘müşevveş’ leff ü neşir adını alır.
Bâran değil, şafak değil, ebr–i seher değil
Göz yaşıdır, ciğer kanıdır, dûd–i âhtır
beytinde, bâran (yağmur)–gözyaşı (şafak–kan), ebr–i seher (seher bulutu) dûd–i âh (ahın dumanı) ilgili sözcüklerdir.
KUŞKULANDIRMA (İlhâm): İki ya da daha çok anlamlı bir sözcüğün en yakın anlamını kullanır görünerek, en uzak anlamını kullanmaktır:
Bâki çemende hayli perişan imiş varak
Benzer ki bir şikâyeti var rüzgardan
beytinde, rüzgar 'yel' anlamında kullanılmış görünmekle birlikte 'zaman' anlamında kullanılmıştır. Sözcüğün ayıp sayılan anlamı verilmek isteniyorsa 'ihamı kabih' denilir. Başka sözcükle anlam ilişkisi kuruluyorsa 'hâm–ı tenasüb', anlam ilişkisi karşıtlık temelindeyse 'ihâm–ı tezat' dı verilir. Bu sanatın en yaygın biçimi 'tevriye' dir
Mübalağa: Bir şeyi olduğundan fazla gösterme sanatı.Abartma
Tecrid: Şairin kendisinden başka biriymiş gibi bahsetmesidir.
İcaz: Bir fikri az kelime ile özlü bir şekilde anlatmaya denir.Sözü az, anlamı çok olacak surette amacı anlatmak makbul icazdır. Atasözleri, vecizeler, hikmetli sözler bu gruba girer.
Tevriye: Birden fazla anlamı olan bir sözcüğün yakın anlamını söyleyerek uzak anlamını kastetmektir.
“Bâkî çemende hayli perişan imiş varak
Benzer ki bir şikâyeti var rüzgârdan.”
Tezat: İki düşünce, duygu ve hayal arasında birbirine karşıt olan nitelikleri ve benzerlikleri bir arada söyleme sanatıdır.
“Ne efsunkâr imişsin ah ey dîdâr-ı hürriyet
Esir-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esâretten.”
Tekrir: sözün etkisini güçlendirmek amacıyla, sözcük veya sözcük grubunu yinelemektir.
“Ey varlığı varı var eden var
Yok yok sana yok demek ne düşvâr
Tezkire: Yazarların, şairlerin hayatlarının anlatıldığı bölümdür.
Latifi: 16.yy. yazarıdır. Kanuni zamanında yaşamıştır.Tezkireleriyle tanınmıştır.Tezkireler bir tür edebiyat tarihi görevini görürler.
Şairlerin, yazarların hayatları, sanatları ve eserleri hakkında bilgi verirler.Normalde tezkireler ansiklopedi şeklinde yazılır.
TEVRİYE: Birden çok anlamlı sözcüğün bütün anlamlarıyla kullanılmasıdır.
KARŞITLIK (tezat): Anlamca karşıt sözcüklerin aynı dize, beyitte verilmesidir:
Karlar altında nevbâhârım ben
bu beyitte kar ile nevbâhâr (ilkbahar) anlamca karşıttır.
YİNELEME : Birden çok anlamlı sözcüğün, söz öbeğinin yinelenmesidir. 'Tekrar' bir anlatım kusuru olarak görülür; oysa 'tekrir' bir sanattır:
Çal sevdiceğim, çal güzelim, çal meleğim çal!
ANIŞTIRMA (Telmih): Bilinen bir olayı, kişiyi, öyküyü, atasözünü dolaylı bir biçimde anımsatmadır:
Ey dost senin yoluna canım vereyim mevla
Aşkın komayayım od'a gireyim mevla
dizelerinde İbrahim peygamberin Firavun tarafından ateşe atılması anımsatılmaktadır.
CİNAS: Biçim ve söyleyişte aynı, anlamca değişik sözcüklerin aynı beyitte kullanılmasıdır:
Kalem böyle çalınmıştır yazıma
Yazım kışa uymaz kışım yazıma
Gidince bitermiş bitsin ne yapalım
Her şey yarım yarim.
TÜREME (İştikak): Aynı kökten sözcükleri bir aradakullanmak sanatıdır:
Hâlâ o cehâlet, o tecâhül, ve o techil
Lâlelim
Lâleli'de oturur
Lâleli
Lâle kokar lâlelimden
Lâleli'den geçilir
Lâlelimden geçilmez.
SAVLAMA (İrsal–i mesel): Sözde, yazıda anlamı güçlendirmek için atasözü, özdeyiş yaygın sözlerden yararlanmaktır:
Bilenlerce bu söz çok anımsanır.
Kim ki çok söyler ise çok yanılır.
SORULAMA (İstifham): Sorma, sorarak anlamadır:
Bu eller miydi masalar arasından.
Rüyalara uzattığım bu eller miydi?
ÇAPRAZLAMA (Akis): Bir dizeyi, cümleyi değiştirerek yeni bir dize cümle oluşturmaktır:
Mecaz oldu hakikat, hakikat oldu mecaz.
Utandım ağlayarak, ağladım utanmayarak.
DÖNMEK (Rücu): Sözünü geri almak, cayma türünden bir sanattır:
Ne dedim tövbeler olsun bu da kötü bir eylemdir.
KERTELEMEK (Tedriç): Bir düşünce ya da tasarımı dereceleyerek söylemektir. Dereceleme büyükten küçüğe, küçükten büyüğe olabilir:
İki asker mızrak mızrağa, kılıç kılıca, hançer hançere hatta boğaz boğaza geldiler.
LUGAZ–MUAMMA: Manzum bilmece; muamma da insan, lugazda her şey konu alınabilir:
Bende yok sabr ü sükûn sende vefadan zerre
İki yoktan ne çıkar fikredelim bir kerre.
İki yok nâ, bî olumsuzluk ekleridir. Birleşince NÂBÎ adını verir.
Ol nedir ki âlem ana dolanır
Kulağını büktükçe ağzı sulanır.
'çeşme'
TEFRİK: İki şeyi birleştirdikten sonra ayrım noktalarını vermektir.
İSTİDRAK: Över gibi görünerek yerme, yerer görünerek övmedir.
İCAZ: En az sözcükle anlatma sanatıdır.
TEDRİT: Sözü, olayı beklenmedik biçimde sonuçlandırmaktır:
Şiire yeltenenler çoğaldı, şair azaldı.
Yok öyle değil, şairin yalnız adı kaldı.
DOKUNMA (tariz): Bir kişiyi, olayı, düşünceyi alaya almak, yermek için bir sözü tam tersine kulanmaktır.
Dünyada bir sizin baktığınız taylar büyüyor,
Bir siz uyuduğunuzda sabah oluyor,
Siz dokundunuz mu bebelerin kan damlıyor yanakları,
Sonra biz, sizsiz ne yaparız efendiler (!)
DEĞİNMECE (Kinaye): Amacını dolaylı, kapalı bir biçimde anlatan sözdür. Edebiyatta, bir sözün hem gerçek hem değişmece anlamıyla kullanılmasıdır. Asıl vurgulanan sözcüğün, değişen anlamıdır. Anlamı yeterince açık, kapalı olabilir. Daha çok deyim özellikli sözcüklerle yapılır:
eli açık
"Değişmec anlamı hırsızlık, gerçek anlam, uzun elli olmaktır."
Şu karşıma göğüs geren
Taş bağırlı dağlar mısın.
"Değişmece anlamı katılık, duygusuzluk; gerçek anlamı dağın taşlık olmasıdır."
DİVAN EDEBİYATINDA NAZIM BİÇİMLERİ
GAZEL
Beyit birimiyle kurulmuş bir nazım biçimidir. Uyak dizilişi; aa – ba – ca – da.... dır. Beyit sayısı 5 – 12 arasıdır. 15 beyitten oluşanlarda da vardır. Aruzun bütün kalıplarıyla yazılır. Bu türde en çok aşk, doğa, toplumsal konular işlenir. İlk beytine 'matla', son beytine 'makta' adı verilir. En güzel beytine 'beyt–ül gazel' denir. Anlam birliği taşıyan, konuda bütünsellik gösteren gazellere 'yek – ahenk', ses birliği içinde bulunan ve her beyti aynı güzellikte olanlara 'yek–avaz' adı verilir. Şairin adının geçtiği 'taç' beyit'tir.
Kasidenin 'tegazzül' bölümünden' bağımsız bir biçimselliğe varmıştır.
Duygularda incelik, derinlik hayalde genişlik isteyen nazım biçimidir.
Müstezat, musammat gazel çeşitleri vardır. Musammat gazelde dize kendi içinde de uyaklıdır.
KASİDE:
Beyit birimiyle yazılır. Uyak dizilişi gazeldeki gibidir; aa–ba–ca–da.... biçiminde uyaklanır. Beyit sayısı 33 – 39 arasıdır. Aruzun her kalıbıyla yazılır.
Giriş beytine 'matla', bitiş beytine 'makta', en güzelbeytine 'beyt–ül kasid', şairin adının geçtiği beyte 'taç beyit'denir.
Yazılış amacına göre adlar alır:
Tanrı birliğini anlatıyorsa: tevhid
Tanrı'ya yakarmak için yazılmışsa: münacaat
Peygamberi, din büyüklerini övüyorsa: naat
Padişahı, dönemin büyüklerinden birini anlatıyorsa: medhiye
Yermek için yazılmışsa: hicviye
Ölüm nedeniyle yazılmışsa: mersiye adını alır.
Kasidelerin çoğu 'övgü' amacıyla yazılmış olup, özel bir plâna uyarlar.
Nesib (keşbib): Kasidenin giriş bölümüdür. Uzun bir gazeli andırır. Doğa, çevre, önemli günler üzerine yazılmış olabilir. Betimlemeler kasidenin canlı, yaşayan yönünü oluşturur. Beyit sayısı sınırlanmaz.
Tegazzül, nesibden sonra gelen, aynı ölçüyle yazılan bir gazeldir. Aşk duygularını anlatır.
Girizgâh, Asıl bölüme, amaca geçişi sağlayan tek beyittir.
Medhiye, övgü bölümüdür. Abartmalı, yapmacıktır.
Fahriye, şairin kendini övdüğü bölümdür.
Dua, Tanrı'dan şairin iyilik dilediği bölümdür.
MESNEVİ
Beyitlerle kurulmuş beyitlerin kendi aralarında uyaklandığı bir nazım türüdür: aa – bb – cc – dd.. Böyle uyaklanması, kolaylığı nedeniyle uzun konuların anlatıldığı bir tür olmasında tek etken olmuştur. Örneğin, Şehnâme 60 bin, Mevlâna'nın mesnevisi 26 bin beyittir. Destan konuları, uzun aşk öyküleri, hikmet – tasavvuf içerikli anlatılar için bu tür yeğlenmiştir.
Türk edebiyatında ilk mesnevi 'Kutadgu Bilig' dir. Fuzulî'nin Leylâ ve Mecnun'u, Şeyh Galip'in Hüsn–ü Aşk'ı bu türün en yetkin örneklerindendir.
MÜSTEZAT
Gazelin uzun dizelerine kısa dizelerin eklenmesiyle oluşan bir nazım türüdür. Arapça 'ziyâde'den türetilmiş sözcüktür. Kısa dizelere ziyâde (artık) denir. Ziyâdeler anlamca üstteki dizeye bağlanır, uyakça bağlanmayabilir.
Uyak örgüsü; a(b) a(b) – x(x) a(b) ya da a(a) a (a) – b (b) a (a) – c (c) a (c) .... biçimindedir.
KIT'A
İlk beyti olmayan gazel biçiminde kurulmuştur. İki, üç daha çok beyitten oluşmuş olabilir. Uyaklanışı; abab biçimindedir. Çoğunlukla iki beyitli olduğundan kıta dörtlük adını almıştır. Oysa daha çok beyitten oluşmuş kıt'alar vardır.
DİVAN EDEBİYATI-3
(1361 kelime)
(19 okuma)